- 899 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞTEN BU GÜNE
Küçük bir köyde, beş çocuklu bir ailenin ilk ferdi olarak gelmişim dünyaya.Tüm aile erkek çocuk olmam nedeniyle bayram etmişler. Masmavi gözlerimden esinlenerek de boncuğum diye sevmişler. Recep koymuşlar adımı.Belli ki üç ayların ilkinde açmışım gözlerimi, katılmışım aileye. Babam, tarımla uğraşan ortanın altında bir gelire sahipti. Benden sonra dört kardeşim daha olmuş peş peşe... Onların da bakımında önemli payım olduğumu düşünüyorum, daha o yıllarda. Anne baba tarla işlerine gittiklerinden yanlarında boy boy bizleri de götürürlerdi.Öküz arabasının gölgelik tarafına bezden portatif bir salıncak kurulu, kardeşlerimi orada sallayarak uyuttuğum halen belleğimdedir. Zavallı annem her sıra başı dönümünde en küçük kardeşimi emzirir, sonra yine asıl işine dönerdi. Zor ve yoksulluk yılları olduğunu düşünüyorum. Biraz büyümüşüz demekki diğer üç erkek kardeşimle köyün iğnecisine ( sağlık memuru) yürüyerek gidip sünnet olarak ben babaannemin, kardeşim Rasim dedemin, Ahmet ise babamın sırtında dönmüştük evimize.Bilinen özel sünnetlik giysimiz yoktu.Pelerin ve asa hak getire.
Okul çağı gelmiş, büyük bir heyecanla başlamıştım okula.Yeni ayakkabılarım yoktu. Yeni pantalonum da, ama herkesle bir örnek siyah önlüğüm ve beyaz yaka pek de yakışmıştı doğrusu.Elimde tahta çanta ile sabah gitmek akşam gelmek çok da hoştu.Beş yıllık okulu yedi yılda bitirebilmiştim. Şimdi eğitimimi soranlara yüksek ilkokul diyerek kendimle adeta dalga geçiyorum.
Ailenin ekonomik durumunun yetersizliği nedeniyle öğrenimime devam edemedim. Aile bütçesine katkı sağlamak amacıyla bir tamircinin yanına çırak olarak vermişti babam.Çocuk yaşımda omuzlarıma yüklenen yük delikanlılık çağımda da artarak hissettiriryordu kendini. Zordu geçinmek.Papuçlarımın pençeleri delinmişti.Yağmur, çamur ve karda büzüşürdü ayaklarım.Yenisini alabilmek ne mümkün.Ancak mukavva ve gazete parçalarıyla takviye ediyordum. Yine de mutluyduk aile olarak, yokluklar pek umurumuzda değildi.Huzurumuz vardı. Çok şeyden yoksun olsak da...
Zaman büyük bir hızla akıp gidiyordu.Babam yaşlanmış, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti.Artık aileye tümüyle bakmak zorunda kalmış, ne yaşımı yaşamış, ne de delikanlılığımı bilmiştim.İşte yolun yarısı denilen yaşa göz açıp kapayıncaya kadar gelmiştim. Emsallerim evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı. Ben ise aşkla, sevgiyle tanışmamıştım.Varsa çalışmak, yoksa çalışmak... Kardeşlerimin geleceğine adamıştım kendimi.Başkaları için yaşamak değişmez kanundu sanki.Ömrünü başkalarına adamak prensibimdi. Yokluklarla geçirilen bir ömür...
Artık tüketim toplumunun bir ferdi olunmuş, reklamlarla özendirilen, marka tutkunu, üretmeden tüketmeye, varlığı, yokluğu düşünülmeyen sınırsız bir tüketim... Hudutsuz bir borçlanma...Sanki ödenmeyecek gibi. Ekonominin keskin çarkları arasında kaybolan yaşamlar, dağılan yuvalar...
İşte çayımı yudumlarken sessizce köşemde, mazi canlanıverdi gözlerimde. O günlerden bu günlere... Düşündüm...Değer miydi acaba bunca çileye...
Refik
7 Nisan 2014
Istanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.