- 1304 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
ŞİZOFRENİN GEÇMİŞ ZAMAN KİPİNDEKİ AŞKI
Çarşıdan sizin eve giden bir yol çizdirdi kalbim,
Beynimin köhne hücrelerine,
Ben her gece milyonlarca kilometre yürüyüp sana gelirdim.
Milyonlarca kez ölürdüm yollarında,
Vakit bulmazdım yasımı tutmaya,
Tutabilir misin yasımın bir köşesinden.
Özallı günler çoktan başlamıştı, devrimci işçiler hala heybeden çadır nöbetindeydiler. Heybeden dediğime bakma onlar bağırınca herkes kulağını tıkardı. Onlar uyuyunca herkes onları konuşurdu, hükümet paşa böyle buyururdu. Böyle giderdi her şey, yollar böyle giderdi. sonra Aşklar yeşil fular takardı boynuna, kahvelerde mızıka çalınırdı o zamanlar, aşaması doğmamıştı hiçbir şeyin, gözlerini kapatınca çiziyordu herkes en güzel hayalini beyninin duvarına, ben kağıttan bir gemi çizmiştim. Bide büyük bir okyanus, oradan yüzdürecektim gemimi ve sana gelmeyi düşlüyordum oysa… devletin TRT’si kesiyordu ucuz bir deterjan reklamıyla yolumu, sonra deniz altı mayınları icat edilmişti. Her biri gemimin altına denk, her biri milyon kere denk ve ben sana gelmek için her defasında milyon kere ölmeye yemin içerdim. Sonra yasımı tutmaya vaktim olmazdı, yasımı yevmiyesiyle Çukur ovanın pamuk işçilerine tuttururdum, onlarında yükü ağırdı bilirdim, çuvalın ağırlığını, kaç kilo basardı pamuk ve pamuk taşırken tahta banklarda uykuya kalırdı çocuklar. Yükü bin milyon basardı, küçükken büyürdü elleri, elleri kocamandı. hele de birbirlerine ayda bir yevmiye harçlığıyla denk getirdikleri çikolataları uzatınca, sonra çocukluğunu unuturdu çapayı tutunca, çocukluk işte değil mi, fizik meşhur basardı o zaman okulların ders kitaplarında, hocası da ayrı bir fiyaka olurdu, herkes yer çekiminden bahsederdi, aklıma takılmıştı oysa gök itimi, bide ant içme kuyrukları vardı, hükümet paşa çocuklarını dikerdi bütün cumhuriyet okullarının önüne sabahın yedisi, ne mutlu diye başlardı, mutsuzluk iliklerine kadar inerdi o an, okuldaki sıraya sevdiği kızın baş harflerini yazmak en iyi modasıydı zamanın, hele de önünde oturuyorsa kız, hoca denklemden bahsederken herkesin beyninde bir aşk biterdi, çözümsüz bir denklem olurdu her şey ve herkes bir çift mavi göze düşerdi. İşte tam o zamandı. Yılın pek vehameti olmaz ama takvim yaprağı kasımın on birini sayıklıyordu, sönük bir sigara gibi, her şey sönmüştü, sen yanıyordun, ben yanıyordum, kimliğimi soyuyordum sonra, giden bütün yollara sizin eve giden sizin sokağa giden, yani sana gelen yolları seçiyordum, bizim eve giderken oradan, markete giderken oradan, okula giderken oradan, nereye giderken oradan giderdim, parkesi öyle bir beynime işlerdi ki, herkes bir şey çizerken beyninde ben bir yol çizip sana gelirdim.
Bedenimin kendini keşfetme güdüsü yeni doğmuştu. İlk başta kiralık bir haz gibiydi, sanki. ben ev sahibiydim, sen kiracı, evi alırdın, birkaç gün oturur yüreğime giderdin, bir erkeğin seks gündesi değildi bu ama sanki beni hem aşka hem de ayrılığa hazırlıyordun, çizgisiz kağıtta düz yürümeyi öğreniyordum seninle, her bir satırı mistik bir şekilde geçiyordum, sırat tedbiri gibi, ayağım kaysa düşeceğim sanki yerlere, en uç noktasında bir levha görüyordum, sizin evi gösteriyordu, kalkıp sana geliyordu ruhum, bedenimi kapıdaki askıya asarak, tensel değil ruhsal bir buluşmaydı, sayfadaki noktalama işaretleri, dedikodumuzu yapardı kahve köşelerinde, biz umursamazdık.
Nöbetçi Piyanist_
devamı bir başka gün