- 1125 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ANABOŞ' umun ÇOCUKLARI
ANABOŞ’ umun ÇOCUKLARI
Hayatımın hemen hemen en güzel yılları , gençliğim ve orta yaşlılığım Mehmetçik’ le , onların içinde , beyninde, gönlünde geçti. Mutluluklar yaşadım çokça . Aralarından şehitler verdik, kız istedik, everdik, sünnetlerine düğünlerine gittik. Kimi kardeşimiz oldu, kimi evladımız ,kimi ise can dostumuz.
Ama memleketimin evlatlarına , hala daha onları tanıyorum diye bir yorum yapamam . İlginçtir Anadolu’mun erkeği de , kadını da. Çocukları ise onlardan daha farklı değildir. Analar dolu olunca evlatlar daha dolu ve bilgili olur da , analar boş olursa, ne hayatı bilirler ne de alacakları anne ve baba görevlerini. İlk Okulda da eğitim bir enteresandır. Ostgotlar- Vizigotlar öğretilmeye çalışılır da, Cumhuriyet tarihi hiç bilinmez. Cebir – geometri vardır ama çocuk basit bir çarpmayı, bölmeyi bile yapamaz. Zaten tabu olan hiçbir konu konuşulamadığı, öğretilemediği için, ortaya çıkan garip bilgisizlikleri hoş karşılamak düşer bizlere. Kitap veya gazete okumak zinhar züppeliktir. Aşık olmak zayıflık, çocuğa veya kadına sevgi göstermek ayıp bile kabul edilir.
Ekmek arasında baklava , pilav üzerine salça , kulağa sıkıştırılmış tek sigara, ağıza konmuş pis bir kürdan, olmazsa olmazlarındandır raconun. Hurafeler , muskalar, okutma ve çaput bağlamaların yeri de bir başkadır doğrusu. Hala berberin dişçilik yaptığı, doktor yerine çıkıkçıların , kadere ,geleceğe üfürükçülerin yol verdiği , bol tükürüklü, küfürlü, bıyıklı ,elleri arkada bağlı gezinen , alçak kahve taburelerine alışık, tanıdık birini görünce üzerine araba sürerek şaka yapan , tipik bir halkım var. Atsan atılmaz , satsan satılmaz ,benim içinden çıktığım Anaboş’ umun insanları işte. Çoğu fakir ve kimsesizdir , Anadolu gençliğimin. Nasıl kimsesi olsun ki, sekiz –dokuz hatta on dört –on beş kardeşli bir aileden gelin bakalım , sizi kaç kardeş tanıyacak , kaç enişte , kaç gelin hatırlayacaktır?
Bölüğümde hiç parası gelmeyen üç beş kişi hep olmuştur. Bunlara subay astsubay ve bazen parası çok gelen erler de yardımcı olurdu. Parası olmayan ve hiç kimseden para gelmeyen bir er vardı ki; onu hiç unutamam. Bizden her para yardımı alışında doğruca gidip , Marlboro sigarasını alır ve sol üst cebine yerleştirip, cep kapağını da açık bırakarak iyice görünmesini sağlayıp , hemşerilerini ziyaret eder , alay içinde dolaşıp dururdu . Bir gün dayanamayıp, yanıma çağırdım.
“Gel bakalım , birlikte bir çay içelim” Utanarak yanıma geldi. Israrımla oturabildi karşıma. Ona köyünü, ailesini, işini sordum. Montunun sol üst cebindeki Marlboro sigarasının görünmesinden rahatsız olmuş gibiydi .
“Sen sigara içmezdin . Neden bu paketi taşıyorsun ? “
Utanarak yere baktı. Üzüldüm , çenesinden tutarak başını kaldırıp , gözlerinin içine baktım.
“Ben içmem de komutanım, ama bu paketi taşımaya mecburum. Yani ŞAN olsun diye” Onu çok iyi anlıyordum. Şan olsun diye…
Kızıl saçlı çok çalışkan , ilk okulun ikinci sınıfından ayrılıp , üvey ana elinde , zor şartlarda büyümüş bir er vardı. Bu canavar gibi, işkolik , durmak nedir bilmeyen top nişanlısı eri , onbaşı yapmıştık. Bana belki de en çok soru soran , Kütahya’nın maden çıkan bir dağ köyünden hiç dışarı çıkmamış ve izine bile gitmek istemeyen bu eri , çok severdim.
Kızıl saçları ve çilli yüzünden dolayı ona arkadaşları “Havuç “ lakabını takmışlardı. Eğitim arasında onlarla oturup sohbet etmek , öğlen ve akşam okuma yazma öğretmek , en büyük hizmet zevklerimdendi. Bu yüzden ne iskambil oyunlarını bilirim ne de tavla kültürüm vardır. Yani bazılarınca hakiki otum . Tek bildiğim orman idaresinden fide alıp, her pazar günü ağaç dikmek , onları sulayıp büyütmektir. Kendimce oluşturup yeşillendirdiğim birkaç küçük orman ,en övünç duyduğum mekanlardır.
Bir eğitim arasında Havuç elinde koca bir baklava kutusuyla yanıma geliyor.
“Komutanım , bir kızım oldu, hanım resmini de yollamış”
O zamanlar askerlik 24 ay . Havuç, 18 aylık asker. Demek bir firar yaşamışız da , haberimiz olmamış.
“Yahu Havuç, ne zaman gidip geldin de haberimiz olmadı?”
“Yok komutanım , yemin billah hiç kaçmadım. Çocuğun başı için yemin ederim ki , hiç kaçmadım. Benim avrata asker elbisesi ile çekilmiş resim yollamıştım da. Çok bakınca rüya lanmış affedersin, hamile kalmış. “ (Dehhh Brehhh Brehh. Bu oğlandan uzak durmak gerek. Fotoğrafı ile hamile bırakabiliyorsa , yakınımızda olunca neler olmaz ki.)
Bu sözlerine inanmalı mıyım yoksa, yalanı yutup geçmek daha mı iyi olur? O ısrarla “ Hanım resmimden rüya lanmış, hamile kalmış “ diye konuşuyor. Çocuğun firarını tespit edemediysek, üzerinde durmamak en iyisi . Diğer çocuklar da , bıyık altından gülüyorlar Havuç’a .
Sonunda dayanamayıp , Kütahya Jandarma Komutanlığına , kadının bir derdi olup olmadığının araştırılıp bildirilmesi için , kontrol edilmesini isteyen yazıyı gönderiyorum. Kadın , köyün eski muhtarı ile imam nikahı kıyarak evlenip, ondan bir de çocuk yapmış. Ama ona ev açan muhtar, istemediği çocuğun doğması ile kadını boşayıp eski evine göndermiş. Çocuğu ile evine dönen kadın, kocasına çocuğu nasıl izah edecek? Tabi ki rüya landım diyerek.
Bilet alıp onu, yanına Kütahya’ lı bir onbaşı vererek , zorla köyüne izine yolladık. Eline de bölükçe aldığımız oyuncak bebeği vererek . Kadın gözyaşlarıyla bütün köyün bildiği ve çalkalandığı olayı aynen anlatmış.
Gerçeği duyduğunda hüngür hüngür ağlayan Havuç, yine de kadını ve çocuğu ortada bırakmayıp, başka bir köyde yaşayan ağabeyinin yanına yerleştirerek dönüp geldi. Bence içindeki şartlar ile böyle hareket etmiş olması , onun iç dünyasındaki asaletinin bir yansımasıydı. Bir çocuğun nasıl olabileceği, kadının adet günleri veya yumurtlama dönemini anlattığım zamanlar , bu konuda şehir çocukları belki biraz ama köy çocuklarının hiç bilgisi olmadığını maalesef çok gördüm . Analar da, babalar da ,çocuklarına hiçbir şey öğretmiyorlardı . Sanki onlar çok mu biliyorlar, tartışılır. Çünkü konuşulması bile ayıp karşılanır. Kadının orgazm olması diye bir şey duymuşlar mıdır analarımız? Ne güzel bir memleketim var; Konuşmak ayıp , düşünmek gereksiz, yorumlamak günah. Allah selamet versin .
Askerden sonra köyünü terk ederek başka bir köye yerleşen Havuç, epey varlık da yaptı. Hemen resmi nikah kıymış, kızın resmen babası olmuştu. Yıllar sonra bana yolladığı mektupta, kızının hemşire olduğunu , oğlanı da mutlaka okutacağını yazıyordu.
Analardan gelen telgraflar, mektuplar da işin öteki yüzüdür.
“ Aman oğlum oralar soğuktur , kazağını giy “
“ Yün çoraplarını ayağından çıkartma”
“Elini silahlara falan süreyim deme . Allah korusun şeytan doldurur” Ne diyebilirim ki; Benim anam da , belimde tabancayı görünce korkudan ayakkabılığın altına koydurtmuştu.
Posta geldiğinde neler yaşanmaz ki; Bir küçük sandık ve her yerinden bozaya dönmüş , akan armut suları. Ya da evde pişirdiği boğazından geçmeyen , ana elinde yoğurulmuş köfte . “Oğlum sen benim köftelerimi çok severdin “ Evet annesi çok sever ama böyle yedi günde kokarak geleni değil.
Mektuplar da , kalıplaşmış bir selam şekli ile başlar ve yine selam ile biterdi . Bazen o mektubun ne için yazılmış olduğunu bile bilemezdik Yine de , o latif selam sözcükleri etkilerdi beni.
Selam dedik de , benim bir selamlanmam vardır ki , Anlatmadan geçersem Anadolu’mun çocuklarını anlatmakta eksik kalırım. Anadolu’mun hakiki, öz ve en içten selamıdır belki de.
1974 Yılının kışını , baharını , yazını Edirne – Süloğlu – Musa Bey Köyü yakınında çadırda geçirdik. Kışın donduk , yazın haşlandık. Yine de güzel gelirdi çadır hayatı. Havalar soğudukça , toprağa üç metreye kadar gömülüp , fareleri elimizle besler hale gelmiştik. Kıbrıs Harekatı henüz başlamamıştı. Banyo ve tuvalet en büyük sorundu. Dökme su ile çok zor oluyordu. Yine de en konforlu tuvalet benimki sayılırdı. Çünkü diğerleri dört kazığın etrafına çadır çevrilerek kurulmuştu. Ben köyden aldığım kerpiçlerle inşa etmiştim sarayımı. Üç tarafı kerpiç duvar, kapısına üsten sabitlenmiş bir branda, tavanı güneş ve yıldızları seyretmek için açık, harika bir alaturka tuvalet. Yağmurda mı ? Evet , kar yağarken idare edilir ama yağmurda ne işiniz var tuvalette? Oturup çadırda bekleyeceksin dostum.
Sıcak bir havada öğle tatilinden istifade , elimde Puşkin’ in en güzel hikayesi “Yüzbaşının kızı “ nı okumak için , pilli küçük radyomu da almış, kerpiç tuvaletime girerek oturmuşum. ( O zamanlar saatlerce alaturka tuvalette oturabilmem mümkündü. Şimdi yaşlandık da, ayakkabımızı bile bağlarken çökemiyoruz.)
İsmail Cem , T.R.T. Genel Müdürü. O zamanlar en güzel müzik orada çalıyor. Okuyanlar bilir Puşkin’in o hikayesi çok heyecanlıdır. Tam isyancılar kaleyi ele geçirmiş ve yüzbaşıyı asmak üzereler. Karısı, başı dimdik ,kocası ile onu da birlikte asmaları için yalvarıyor, kızın dili tutulmuş konuşamıyor ve ağlamakta;
Birden kapı görevi gören branda açılıyor, açan adam nöbetçi onbaşısı. Çöktüğüm yerde elimde kitap , radyoda neşeli bir müzik ve kıpırdayamadan ona bakmaktayım. Brandayı itina ile tuvaletin üzerine katlayıp, üç adım geriye çekilerek selamını topuk vurarak patlatıyor.
“Komutanım, biraz önce levazımdan , fenerlere gaz vermek için çağırdılar. Diğer bölüklere birer teneke gaz verirken , sıra bize gelince , yarım teneke doldurdular. Bu levazım çavuşu bize gıcık komutanım. Ben itiraz edince, kime şikayet edersen et, bir de sütlü kahve söyle ,dedi. Komutanım , bu çavuş hemşerilerine gelince hep torpil yapıyor, bize gelince gıcık davranıyor. Sizi görünce de sus pus , yağ çekiyor komutanım”
Adam gözleri çakmak çakmak , levazım çavuşunu bizim bölüğe haksızlık yaptı diye şikayet ediyor. Bölük adına hakkımızı savunması güzel ama ,
“Lan oğlum , ben burada ne yapıyorum?”
Onbaşı biraz daha yaklaşıp bir sağdan , bir soldan benim felaket halimi inceliyor. Çaresiz kalkamıyor , donum inik , çökmüş, def-i hacet vaziyetinde , elimde Puşkin ile adama bağırmamak için kendimi zor tutuyorum . ( Du bakali nolcek)
Nihayet incelemesi bitiyor. Yine üç adım geri çekilip selamı patlatarak;
“Sıçıyon Komutanımmm “
“Ulan sıçan adama gelip , gaz tenekesinden bahsedilir mi? Biraz beklesen ölür müsün? Beni delirtmeden git de , rahat rahat yapayım”
“Ama komutanım bu levazım çavuşu….”
Onbaşı, bizim kapı görevini yapan brandayı da indirmeden selamını vererek çekip gidiyor. Rezalete bak , kaderimizde tuvalette seyredilmek de varmış.
Ama çocuk güzel selam verdi. Çok içten ve samimi.
Bölüğün hakkını da koruyor üstelik. Helal olsun valla.
Öğlen içtimaı borusu çalıyor .
Vakit ne çabuk geçti?
Puşkin’i de okuyamadım, yarım kaldı.
Yüzbaşıyı isyancılar astılar mı acaba ?
Ya kız ne oldu?
E. Yaşar Ovalı 04.04.2014
YORUMLAR
Sevgili Eyüp Abi.
Bu yazında aksiyondan aksiyona atlayarak harika bir panorama çizmişsin. Her zamanki gibi büyük bir hayranlıkla okudum.
Bizi İstanbul'da yaşadığımız halde çocuğun annenin karnı yarılarak değil de rahiminden çıktığını ancak Lise son sınıfta öğrenmişsek senin köy çocuğunun durumu gayet normal. Vatandaşın ceketi bile yeter karısının hamile kalması için.
Tuvalet olayı da bir o kadar ilginçti. Asker milleti bir de öğrenci milleti, hele de konu şikayet ise sizin nerede olduğunuza bakmazlar.Ama benim de unutmadığım bir tuvalet anısı vardır böyle.
Sandıklıdan Muğlaya tayin istemiştim ama tayinim ille de Fethiye olsun istiyorum...Neyse sonunda konuyu akrabamız olan Milli Eğtim Bakanlığı Müsteşarına ilettim bir dilekçe ile..O da sağ olsun bizim okulu aramış. Lakin adam beni aradığında ben tuvaletteyim. Okulun her tarafında beni aramışlar müsteşar lafını duyunca. Sonunda nöbetçi öğrenci '' Tuvalette'' Demiş.
Baktım tuvaletin kapısı çalınıyor '' Sami hocam Müsteşar bey telefonda acil yetiş''
Abi kıçımı bile yıkamadan tuvaletten bir fırlamışım ki sorma...Neticede oldu bizim tayin)))))
Selam ve sevgilerimle.
Not: Abi bu anıyı ballandıra ballandıra sitedede yazsam mı sence?
kukurikuu
Yorumun ve tuvalet anın için teşekkürler.
Bence senin o güzel kaleminden Anaboş halkımın adamı sıçarken bile nasıl bulup heyecanının ona da geçmesini istemesini anlatman harika olur.
Bu tip yazıların az da olsa gençlere faydası olabileceğine inanıyorum.
Şimdilerde bizim mahallenin imamı, göbekli olanların karnı haram doludur demiş, ne halt yiyeceğimi şaşırdım. Belki de zayıflamamız için güzel ve tatlı bir baskıdır. Ne dersin
Saygı ve sevgilerimle.