- 1594 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Ve Kaplumbağa Çekilir Kabuğuna
..kötü başlangıçları severim
iyi başlangıçların sonu da aynı yere gider..
Ben bir kaplumbağayım. Bunları kabuğumun içinden, paslanmaya yüz tutmuş bir el feneriyle yazıyorum.
Hepimiz birer kaplumbağayız aslında. Kimimiz hiç yorulmadan usul usul yola devam eder, kimimiz çabuk incinip hem yola, hem dünyaya küseriz.
Bense arada kaldığımı düşündüğüm için bazen kabuğuma çekiliyorum. Ne yola devam etmek, ne yoldan hepten vazgeçmek istiyorum.
Bir süre kendimi dinliyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldığım yerden devam etmeye çalışıyorum. Tabi bu biraz sancılı oluyor. Yeniden hayata adapte olmak kolay olmasa gerek. Yerini yadırgayan bir saksı çiçeğinden farksız bitap ve hırpalanmış buluyorum kendimi.
Ama seçme hakkım olsaydı; bir kertenkele kadar hızlı, çevik ve dünyanın farkında olmayı ya da bir tarantula kadar, belki kara dul kadar zehirli, tehlikeli ve kendinden emin olmayı isterdim.
Hayatın tadını çıkaramıyorum kaplumbağa olmaktan. Çünkü çok yavaşım. Dünyanın her güzelliğine geç kalacak kadar yavaşım.
Kalbimse kelebek kanadı gibi kırılgan. Aradaki açığı kapatmam için sanki uzun bir ömür biçilmiş kaderime.
Bu kadar sıkıcı bir hayatı daha fazla yaşamayı kim ister ki?
O bir leopar, belki bir kartal, belki bir ejderha. Zaman zaman değişik şekillere bürünüyor.
Ondan korkuyorum. Ona olan bağlılığımı ancak bu şekilde ifade edebilirim.
Bazılarımız kaybetmeyi göze alamadıklarından korkarlar ve bu korkuları sevginin en aşırı halini yaşatır onlara.
Ben ondan korkuyorum ama o diğerleri gibi benden, yapabileceklerimden ve aklımın o dinamitli köşelerinden, kalbimde taşıdığım uçurumlardan korkmuyordu. Cesaretini seviyordum onun. Gücünün farkındaydı. Herkesin ondan çekindiğini iyi bilirdi. Öfkesi tedirgin ediciydi. Böyle zamanlarda etrafındakiler gözüne gözükmemek için sığınacak kuytular arardı.
Ama benim yanımdayken herkesi ürküten o dev ufacık kalırdı.
Küçük bir bebeğe dönüşür, ilgi beklerken nazlanırdı. Şımartılmak ister, asık yüzü gülümser, taş gibi sert bakışları yumuşardı.
Kimsenin görmediği gamzelerini gösterirdi bana.
Onunla yıkıntılar arasında karşılaştığımda hem beni, hem kendini o enkaz yığınından kurtaracağını sanmıştım.
Kaplumbağalar kahramanları sever. Belki de sırf bu yüzden olmadığı, yahut olmak istemeyeceği bir kimliğe büründürmüştüm onu.
Yaşadıklarım ve onun yaşamak istedikleri ikimizi adeta bir mıknatıs gibi birbirine çekiyordu.
Altında kaldığım harabeyi, harabeye çevirmek için gelen kişinin o olduğunu sonradan öğrenecektim. Hayata olan kızgınlığımı hafifletmek gibi gereksiz bir çabaya bürünmesi önceleri kendimi değerli hissetmeme sebep olsa da, sonraları ağır bir yük gibi çökmüştü omuzlarıma.
Duygusuz bir dünyada, kötümserler canlıların arasında o kadar gerçek ve o kadar reddedilemeyecek yakınlıktaydı ki..
Bunca acıdan sonra başıma gelen en güzel şeyin, birden bire başıma gelmiş en kötü şeye dönüşmesi, kurbağanın prense dönüşmesinden bile daha trajikti.
Dünya bizimle beraber dönmeliyken, bizden bağımsız, benden habersiz, sadece sana odaklanması canımı sıkıyordu.
Keşke beni bu kadar yalnız bıraktığı için bir yığın kemirgen tanımak zorunda kalmasaydım.
O zaman bir yığın börtü böcek de ayıklamak zorunda kalmazdım içimden.
Ama o, bunları düşünemeyecek kadar meşguldü o zamanlar. Saçma sapan telaşları vardı.
Her zaman geçerli mazeretleri vardı onun. Ormanın içinde kayboluyordu. Her defasında arkasında bıraktığı toz bulutunun içinde kalıyordum.
Gözlerime kum taneleri batıyor, canımı acıtıyordu. Onun peşinde sürüklenmekle geçiyordu ömrüm.
Bana verilecek bir cevabı olmalıydı, borçluydu bana. Ama bazen hiçbir şey yetmez, iki cümle çıkmaz ağızdan.
Ne söylersen söyle boşluğa yuvarlanır. Onunla kocaman duvarlar, upuzun yollar göğüslemişliğimiz olmasa inanırdım belki bu hayatta ayrı düştüğümüze.
Ama bizim kopmaz bağlarımız vardı, kördüğüm gibi bir şey. Onu içimden söküp atmaya ne benim gücüm yeterdi, ne de onun becerebilmesi mümkün görünmüyordu artık. Bu duruma alışmam zaman alacaktı biliyorum. Hayatıma devam ederken, kendimi onda ve onda kendimi bulmaya devam edecektim. Tüm zamanlara kafa tutarak bekleyecektim.
Kabullenmek zorunda olduğum bir hayatım vardı. Alt üst olmuş biçimde, düzeltmemi istercesine karşımda dikiliyordu.
Bu karmaşıklığa bir son vermek, iyi kötü bir düzen kurmak, yokluğuyla dost olmak, geçmişi unutmak, güçlü olmam gerektiğini kabullenmek, yani kısacası ayakta durmak zorundaydım.
Bazı akbabalar bir lütufmuşçasına karşıma geçiyor ama neden sonra işin boyutu değişiyor, hatta tehlike arz eden hastalıklı bir mikrop gibi kurtulmaya çalıştığım büyük organizmalara dönüşüyordu.
İyiliklerini(!) altın tepsiler ve billur gerekçelerle önüme sunan nicelerinden, kendi gücümü fark edemez hale gelmiştim.
Öyle ki mutsuzluğum ağzımdaki lokma gibi büyüdükçe büyümeye başlamıştı.
Albenili merhametlerden, şatafatlı iyiliklerden tiksinir hale gelmiştim.
Gücü veresiye ala ala, cesaret namına ne vereceğimi de unutmuştum zaten.
Özetle giderek yalnızlaşıyorduk. Beni merak etmiyordu, ben onu özlemiyordum. Hiç yazmadı bana, ben de onu aramadım.
İkimizin hissizliği de yalandı aslında, şaka gibiydi. Kalbim içine kapanmış gibi ağzımda atıyordu da canı çıkmıyordu sanki.
Ben aklımı dünya işleriyle bozdum, o dünyanın öteki yüzüne çevirdi yüzünü ve gözlerimiz birbirimizi bir daha aramaz oldu ya da öyle bir şey, nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Ayrılık diyenler var buna, ama bence değil. Ölümle de ilgisi yok. Ama ne bileyim işte izah et deseler edemem. Yokluğu, her gün teker teker kerpetenle tırnaklarını sökmek gibi bir şey aslında..
Ama biliyorum. Başka okyanuslara yelken açan gemiler birgün mutlaka kendi denizlerine dönerler. En kötüsü ise şudur;
denizi en çok siz seversiniz, bütün ırmaklar ona kavuşur ama siz güçücük bir gölsünüzdür..
İşte ben o küçük gölde, kimsesiz bir kaplumbağayım.
Çekildim kabuğuma, kimsenin beni bulamayacağını sandım, yanıldım..
fulya/nisan2014
YORUMLAR
Bir kış boyunca yazı bekledim.Güneşle birlikte kabuğumdan sıyrılıp ondan aldığım enerjiyle daha mutlu, coşkulu bir şekilde ya da abartmayım ama kıştan kesinlikle daha iyi hissedeceğim bir yaşam için güneşe bir umutla sarıldım.Hoş, biraz iyide gelmedi değil ama bir süre sonra alıştım onada ve bunaltıcı sıcaklığından dillendirmediğim bir şikayete başladım içten içe.Aklıma gelmeyeceğini düşündüğüm eksiklikler, olmazları yeniden düşünür buldum kendimi.Denize düşen yılana sarılırmış.Doğru ve bunun için düşmeyede gerek yok ki.Düşmeden de hayatta sarılacak bir şeyler arıyorsunuz ama bir zaman sonra o sarıldıklarımızda bizim çaremiz olmuyor.Ve kendime yine yeniden hatırlatıyorum kulak asmayacağımı bilerek.Sadece kendine sarıl.Bu döngü hep devam edecek gibi en azından devam ettireceğime dair umutluyum.Kaplumbağa ağır aksak ama yola devam edecek.Yazı çokca anlamlıydı.Saygılar.
Aşil paradoksu: Bütün atletlerin korkulu rüyası artık bir kaplumbağaydı. Çünkü o aşili yenmişti bir koşuda. Çünkü aşil, hiç de asil olmayan bir şey yapmıştı. Kibir. Ve kaybetmişti kaplumbağaya karşı. Hoştu yazı. Herkesten daha hızlı koştuklarını düşünenlerin, bazan yürümeye yeni başlamışlara bile nasıl mağlup olabileceklerini hatırlattı yeniden. Tebrikle.