- 1064 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bir garip aşk 3
Günler geçti ölmedim halen, ölemiyorum bir türlü. Nasıl yaşayabilir ki bir insan bu kadar büyük acılarla. Anlatılmaz acılarımı saklamak istiyordum kimselerin hatta benim bile bulamayacağım bir yere. Yüreğimden başka hiçbir yer kabul etmiyor ki onları. Dayanamıyordum artık.
Hiç kimselere duyurmadan avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Yıllar sonra şuanda onu düşünürken yine aynı duygular var içimde. Unut dedikçe kendime her geçen gün daha kuvvetli ateşler yanıyordu içimde. Ama bu ateş şimdiki gibi ısıtan bir ateş değil beni eriten yok edip bitiren kor alevler halindeydi.
Böyle böyle geçerken günler ben bir ümitle ölmeyi bekliyordum. Bazen saçmalıyor , bazen gülüyor, bazen ağlıyor, bazen durmadan konuşuyor, bazen de ben bile kendi sesimi unutuyordum. Dilim sussa neye yarar ki içim susmadıkça. Susmuyor işte cayır cayır yanıyordu sadece….
Halim her geçen gün kötüye gidiyor, ailem bana yardım edebilmek için çabalıyordu. Annemle birlikte on gün kadar yazlığa gittik. Uzaklaştırmak, ortamımı değiştirmek istiyorlardı beklide. İyide olmuştu. Temiz hava, huzur veren yeşillik, uçsuz bucaksız dağ eteklerinde on gün. Neşeli kuzenler, eğlenceler, havuz şenlikleri, çocukluğumuzu andığımız piknikler, dağ yürüyüşleri iyi gelmişti. Damarlarım kanlanmış, enerjim artmıştı. E başka ne olsaydı, neşeli kahkahalar, temiz hava, hepsi dalından yiyecekler, spor. Muhteşemdi. On gün su gibi geçti. Eve dönerken çok iyiydim. Aklıma gelişleri incitmiyordu artık sevdiğimin. Gelir gelmez odama girdim, baştan sona sadece sevdamı yazdığım kara kaplı kalın defterimi elime aldım. İçinde aşkım vardı. Bir selam vermek, öpmek istedim. Defteri açtığımda sayfalarının yırtılmış olduğunu gördüğümde bir darbe daha almıştım. Nasıl olurdu bu, kim yırtardı. Hiçbir sayfası eksik değildi ama öyle itina ile yırtılmıştı ki birini onu okuduğu ve yırttığı besbelliydi. Çırılçıplak hissetmiştim kendimi. Kim niye okur niye yırtardı ki kendisine ait olmayan bir şeyi. Babam gitmemişti bizimle, o yapmış olabilir miydi. Nasıl soracaktım, koşa koşa ağlayarak annemin yanına geldim. Annem defterimden haberdardı ve karışmıyordu, bakmıyordu bakmak bile istemiyordu. Annem de şaşırdı. Bilmiyordu halimi görünce üzülmüştü. Babana soralım dedi. Babama sormak demek ne demek ti. Babamda haberdar olacaktı, ama o yaptıysa ki yapmazdı adım gibi emindim bilmiyorum garip bir duyguydu, utanç, kızgınlık her şey bir arada. Annem babama sorduğunda babam görmediğini söyledi, çok öfkeliydim. Kan beynime sıçramıştı. Orada kaldı. Hiçbir şey yapamadım. İçimde kaldı. Öfkem, hırsım, incitilmişliğim hepsi içimde kaldı.
Günler günleri kovalıyordu ki ben yine saçmalıklarımla, mahzunluğumla okul kantinin de otururken elden ele dolaşan bir davetiye gözüme ilişti. Kime ait olduğunu bilmiyordum ama o davetiyeyi görür görmez sanki bir bıçak saplandı ciğerlerime. O anda uçmayı istedim, kaçmayı istedim, ölmeyi istedim, herkesin biranda ortadan kaybolmasını istedim istedim istedim…
Ama bundan önceki tüm dileklerim gibi bu dileğim de gerçekleşmedi.
O davetiye döndü dolaştı, bir kelebek gibi süzülerek gelip avuçlarıma konuverdi. Allahım diyordum içimden ne olur Allahım bu anı yaşatma bana. Bunun ağırlığyla yaşayamam ben, taşıyamam bu yükü. Bu kadarı çok fazla benim için diyordum ama nafile. Ellerimdeydi, avuçlarımdaydı idam kararım. Öyle bilinen idamlardan da değil hani kırk katır kırk satır olandan…
O anki acımın hiçbir tarifi yok
Yapılamaz.
Anlatılamaz.
Soğuk çok soğuktu o davetiye, içim cayır cayır yanarkern ellerim buz kesmişti. Yapmalıydım, okumalıydım, beklide onun bile değildi, başkasıydı evlenen. Tabi ya bu kadar da olmazdı, olamazdı, çok fazlaydı. Ha gayret bi cesaret baktım ve tek gördüğüm şey sadece onun adıydı, beynimde şimşekler çaktıran bir kıyamet kopuyordu. Ve artık o andan itibaren dayanma gücüm de tükenmişti. Bütüm her şeyimle ben tükenmiştim. Tek yapabildiğim ağlamaktı. Hıçkıra hıçkıra ağlamak. Ne kadar ağladım bilmiyorum, etrafımdaki insanlar ne oldu, bişey mi oldu diye sorup duruyorlardı. Yok bir şey desemde ısrar ediyorlardı çok zayıftım o anda, çok çaresizdim. Çözülüverdi dilim, hemde kime? davetiyeyi getiren densize… başladım anlatmaya onu ne çok sevdiğimi, evleniyor diye üzüldüğümü. Hani ne bileyim anneme anlatmıştım biliyordu o ama bu başkaydı. Ağzımdan çıkan her kelimeyle ihanet ediyordum sevdama. Tertemiz aşkıma. El değmemiş duygularımı kendi elimle kirletiyordum. İntikam mı alıyordum, kendimi mi cezalandırıyordum, yoksa o anda aklımı gerçekten yitirmişmişdim. Niye anlattım niye onu da bilmiyorum. Ne çok şey bilmiyorum ben böyle. Ne tarifsiz bir şey yaşıyordum.
Hani o Perşembe öldüm diyordum ya ben o Perşembe ölmemişim aslında yada ilk ölümümdü, içimi acıtan beş harfli isim, saf aşkım ve ben. Topluca o gün yeniden ölmüştük. Artık onun adı alfebemde yoktu. Hayatımda ve kalbimde de olmayacaktı. Bir daha olmayacaktı.
O gün eve giderken yolumu uzattım. Son kez, son bir kez görmek istedim onu. Vedalaşmak istedim. Çalıştığı yerin önünden geçerken bile bile isteye isteye başımı uzattım ve baktım. O anda bir darbe daha…………………………………………………
Neydi bu yaşadıklarım neydi ya?
O gün kantinde aşkımı anlattığım zevzek içerde onunla konuşuyordu. Beni görmüşlerdi. İkisi aynı anda bana baktı. Belliydi ki bilmiyorum yada ben öyle hissettim anlatmıştı benim anlattıklarımı. Çünkü ikisininde bakışları çok tuhaftı. Oradan hızlıca uzaklaştım onun gözlerine veda bile edemeden.
Çok berbat hissediyordum kendimi, bu kirlilikten de beter bir histi. Utançtan da beterdi. Pişmanlıktan da beterdi, hepsi bir arada besbeter bir duyguydu.
Eve gittim kapıyı açınca annem yine tereyağla pişen bir yemek yapıyordu. Hiç dayanamazdım tereyağ kokusuna. Ne o yemeği yerdim nede kapıdan içeri girerdim. Beklerdim öyle dışarıda. Annem ben dışarıda beklerken parfüm sıkardı pencereleri açardı sonra içeri alırdı beni.
Ama o gün beklemedim yine mi tereyağ diye söylenerek odama girip kapıyı kapattım bu iyi bir fırsat olmuştu benim için. Annem gelmemişti yanıma kimse bir şey anlamamıştı halimden. Üzerimi değiştirdim. Minik kasetçalarlı radyomu açtım. Defterimi elime aldım başladım veda mektubumu yazmaya. Şimdi hatırlamıyorum aşkıma hangi kelimelerle veda ettiğim ama duygular halen içimde.
Aşkım ah aşkım.
Onu hiç anlatmadım değimli. O bana göre bu dünyaya gelmiş geçmiş ve gelecek en yakışıklı, en mükemmel, en hassas insandı. Bana göre diyorum çünkü onu başkası benim gibi görmeyebilirdi. Ama ben onun ne boyundan posundan ne yakışıklılığından ne de huyundan etkilenmiştim.
Beni etkileyen tek yanı bakışlarıydı.
Bir şeyler vardı onun bakışlarında.
Mutlu değildi, minicik gözlerinin içinde öyle büyük bir dünya vardı ki görebiliyordum o dünyayı beklide.
Yalnızdı o kendi dünyasında. Yapayalnızdı hem de.
Çok hassas bir kalbi vardı gözlerine yansıyan.
Kimseye anlatmadığı, dilinden dökülemeyen cümleleri vardı ve gözleri her şeyi anlatıyor gibi bakıyordu, duyun anlayın beni diyordu.
Bazen kırgındı bakışları, bazen umutsuz, çoğu zaman da umutsuz.
Bazen gülüyordu gözlerinin içi, seviniyordum ben de. Oh çok şükür diyordum. İyi bugün iyi.
Tertemiz di o.
Hüzünlüydü bakışları hep hüzün vardı gözlerinde.
Sebebini bilmediğim kalp kırıklıkları vardı içinde, gözlerine baktığımda görüyordum sanki.
Sevgi ve şefkat isteyen bakışları çekmişti beni ona.
Onun o büyülü kitap bakışlarını okumak istiyordum ben sadece. Bu sebeplerle belki de onda gördüğüm, baktığım tek şey gözleri olmuştu.
Evet. Onun bakışlarını artık unutmalıydım.
Ne garip bir şey, hiç kıskançlık yoktu içimde. Beni acıtan şey kıskançlık değildi. Hani başkasına ait artık o bakışlar diyorum ya kıskançlığın zerresi olmadı içimde.
Korkuyordum.
Sadece korkuyordum. Benim biricik sevdiğim, tek aşkım öyle hassas, öyle narin, öyle kırılgandı ki. Hem o konuşmazdı bile hiç kimseyle. Beni kırdınız diyemez di. Beni üzdünüz de diyemez di ki. Sadece ve sadece kendisine saklardı her şeyi. Gözleri anlatmıştı bunları bana.
Korkuyordum.
Ya evleneceği insan sevmezse o nu. Yok yok o benim biricik aşkım çok sevilmeliydi. Onun çok ihtiyacı vardı sevilmeye ve saygı görmeye.
Çok değerli bir kalbi var onun. Değerini bilmez se ya evlendiği insan. Duymaz sa onun gözlerinden okunan iç sesini.
Ya incitir ise onu.
Ya kötü bir söz söyler ise.
Ya o da sevdiğimin kalbini kırarsa.
Of düşünmek bile istemiyordum bunları.
Her şeyin en iyisi olmalıydı onun için. En güzeli olmalıydı. Mutlu olmalıydı.
Ya mutlu etmez ise evlendiği insan onu.
Kıymetini bilmez ise elindeki işlenmemiş mücevherimin.
Sevdiği yemekleri yapmaz ise,
Yeterince ilgilenmez ise,
Hasta olduğunda bakmaz ise ona, elini tutup okşamaz ise saçlarını. Dualar etmez ise onun hemen iyileşmesi için.
Of daha neler neler geliyor du aklıma. Ve ben korktukça korkuyordum.
Dua ediyordum onun için.
Mutlu olsun sevdiğim ne olur Allahım çok mutlu olsun o.
O gün sabah kadar hem düşündüm hem yazdım. Ve o gün yırtık yaralı defterimin son sayfasına gelmiştim. Tek bir sayfa kalmıştı. Kalın kara kaplı defterim yırtık tı, gözyaşlarımla ıslanıp buruşmuştu. Ama benim tek şahidimdi. Tek dert ortağım. Ne acıydı ki hem defterimin hem sevgimin son günüydü ertesi gün. Son sayfayı boş bırakmış,hiçbir şey yazmamıştım.
Son veda sözüm için saklamıştım o sayfayı.
O gece hiç uyuyamamıştım.
İlk kez o sabah günaydın dememiştim kendime.
Düğün kuruluyordu o sabah gönlüme.
Davullar çalıyor , halaylar çekiliyordu bulutların üstünde.
Sevdiğim evleniyordu. Mutluydu. Mutlu olmalıydım ben de.
Hiç ağlamayacaktım o gün. Söz vermiştim kendime.
Düğün kuruluyordu, ve ben ağlamamalıydım.
Sezen dinliyordum. Adı bende saklı.
Bizim şarkımızdı bu.
Okula gitmemiştim o gün kimseyi görmek istemiyordum.
Ben de saklanmak istiyordum bir yerlere.
Son bir sayfa kalmıştı.
Gün kararmaktaydı. Gece çökünce kararınca gökyüzü çıkarıp kalbimden onun aşkını ellerime aldım. Konuştum onunla, mutlu olmasını diledim. Dualar ettim onun için ve tekrar yerine kalbimin en derinine gizledim onu. Adını da kalbime gizlemiş ve mühürlemiştim. Artık bendeki kalp kapanmıştı her sevgiye. Açılır ise açan sadece o olabilirdi ki bu ihtimal hiç yoktu artık. Mühürlü kalbimde onun aşkı saklıydı. Onun adı bende saklıydı.
Son veda sözüm;
‘’seni benim kadar seven olamaz sevdiğim biliyorum bunu ama umarım çok mutlu olursun. Gülmeye hasret gözlerin hep gülsün bundan sonra. Seni çok seviyorum. Elveda sevdiğim elveda.’’
Döklüvermişti son sayfaya.
Birde şiir yazmıştım;
Hiç bir ağaç gölgesi tanımaz bizi...
Yakamoz renkli, yosun kokulu
Denizlerin sesi nasılda yabancı...
Binbir çiçekle donanmış,
Sevdadan bir bahçemiz de olmadı.
Renkli renksiz fotoğraf karelerinde,
Yaşamadık tekrar tekrar hatıraları...
Ne hayallerimiz oldu pembe panjurlu,
Ne de kenetlendi ellerimiz ...
Sabah ayazlarında ısıtmadık,
Bakışlarımızla kalplerimizi.
Ne büyükmüş şu dünya,
Gelemedik bir avuç toprağında yanyana...
Biz seninle hiç bir anı,
Bırakmadık bu hayata.
Kapattım defterimi koydum başucuma. Yorganı başıma çekip bir an önce uyumak istedim. Olmadı. Tutamadım sözümü, tutamadım gözyaşlarımı. O gece gözlerimin beyazı kıpkırmızı olana kadar, gözümde yaş kalmayana kadar ağladım ağladım ağladım. Sızmışım sonra, gözlerimi açamıyordum gün ışığı yakıyordu gözlerimi. Oturdum yatağıma, sarhoş gibiydim, akşamdan kalma.. sağ yanıma baktım defterim yoktu. Paniğe kapılmıştım. Oraya bıraktığıma emindim. Ama yoktu orda. Çılgına dönmüştüm aradım her yanı, evdekilere sordum, kimse bilmiyordu güya. Yoktu.
Ben bu güne kadar o defterime ne olduğunun cevabını hiç bulamadım. Bu gün halen anneme ve kardeşlerime sorduğumda içimdeki cevap alamıyorum bilmiyorlar. İçimdeki sızının dindiğini düşündükleri halde bilmiyorlar.
İçimdeki sızı hiç dinmedi bu arada, o ateş hiç sönmedi. Yıllar geçti ama ben onu sevmekten bir an bile vazgeçmedim.
Bir gün bulursam eğer sevdiğimi onu kaybettiğim gün kaybolan defterim de gittiği gibi çıkıp gelir belki.
İkisini de çok özledim ben…
Şimdi bu yazıyı niye yazdım ben
Gönlümün mührünü açıp içimdekileri niye döktüm kağıtlara
Bilmiyorum.
Bilmekte istemiyorum.
Tek bildiğim bugün onu eskisinden daha çok sevdiğim………
YORUMLAR
Ela Yemşen
Ela Yemşen
saygılar...