- 800 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
En çok aradığım yerlerde bakışların yoktu…
Bu güne kadar yazmalarımın belki de tek sebebi vardı sorgulama veya kendi kendime sorgulama, belki bu beraberlikteki tek eksiklik buydu…
Tüm olayların içinde kalan detaylardaki suçsuzluk veya suçluluk miktarı neydi, kim kime haksızdı veya kim kimi hak etmiyordu, belki de ikimizden biri bu mutlulukları veya mutluluk sonrası acılanmaları hak etmiyordu veya olmadı olayların içinde ne kadar haklılıkla kalıyordu…
Galiba da sevgide hak etmek veya hak edilmek geleceğe uyumluluk meydana çıkarıyordu…
Bazı şeyleri istemesek de doğru yapamıyorduk, ki sonunda bir şok darbesi olarak bedene zıpkınlıyordu ki bunun adına pişmanlık duyguları deniyordu…
Evet sevgili, iyisi veya kötüsü ile sen ve bende hiçbir zaman pişmanlıklarıma dahil değildin…
Sadece iyisiyle kötüsüyle yaşamda birbirimizin yaşamına dahil olmuştuk, sen ve ben…
Artık zamana göre pişmanlıklar faydasızdı…
Yaşamıma senle giren her şey, doğrularla mı doğuyordu?
Sen yaşamıma giren doğruların içinde olan mıydın?
Kaç yılımı uğrunda acılarla yaşamam doğru olanların içindeki harla mı dağıtıyordun hayatımı?
Hayatımın en güzel anları sen varlığı ile geçmişti, dediğim zamanlarda, bu deyimin yaşamımın içinde kalan doğruları mı tarif ediyordu?
Yanlış zamanda karşıma çıkışınla, doğru zamanlar yaşamış olduğumda, yanılgı payım neydi?
Herşeye rağmen, “seninle huzurluyum” derken, mutluluğun kısır döngülerini mi yaşıyordum?
Yaşamın içinde kaldığım tüm zamanlarda, hayatıma giren mutluluklarının en güzeli miydin?
Peki bunların tümü bence olumsuz ise, ben seni neden hâlâ özlüyorum?
Ve neden senin için üzüntülerin ve de hüzünlerin içinde yaşıyorum?
Sanki yaşamdaki umutlar, elimdeki sepettekilerine rağmen, göğe doğru uzanmış bir çiçeğin rengin bağlanmıştı...
Bir ömrün hesaplanamayan zamanlarında, içinde kaldığım hüzün zamanlarının,
dayanılması zor anlara ulaştığı bedenimin yorgunluğunu, nasıl tarif etmeliyim ve
ben neden hâlâ seni sorgulamaya veya yargılamaya çalışıyorum, ki bunun
ardında kalan asi ruhumun depreşen hüzünlere karşı güçlenmesine mi yürümek istiyorum?
Belki de tüm yaşantımızla içinde kaldığımız zamanları belki de biz kendimizi şaşırtarak saptırdık, her şeyin aslını kendimize uydurmaya çalıştık ve bu değişken mutluluklarla oyalandık hayattan…
Kaç yılımın ardına saklandı sen varlığı ve ben kaç yılın hangi zamanlarını mutlulukla haykırdım boşluğa ki kendi mutluluğumu simgeledim beyin diplerimde, ki böylece gölgeli mutlulukları belki de bu günlere taşıdım…
Şimdi düşünüyorum sen bu mutlulukların içinde attığın sevinç kahkahaları ile gülüşlerde ne kadar cidden mutlu olmuştum?
Sanki hayatımızı bu sorgulamalarla üç bacaklı bir masaya yatırıyoruz ve dördüncü masa bacağını kendimiz tutarak yıkıntılardan geçici de olsa kurtuluyorduk…
Sana yazdıklarımla, bana yazdıklarını arka arkaya sıralasak, şüphesiz uzun bir yaşam kesiti olacak ve bu kesit bizim eksik dediğimiz mutlulukların bu güne sarkması olacak…
Hüzün ve acılar, bakışların sahteliğinden belki de bu günler için doğdu…
Yanılgısız bir cümle sandığımız “ben seni gerçekten çok sevmiştim” cümlesini bu gün tekrarlamak bile bir ruhsal kazançtan ziyade, hüzne kapı açacaktı şüphesiz...
Ne kadar dayanacaktık bu kadar yetiksiz sorgulamaların ardında kalan acılanmalara, her cümleden, bir yaşamın küçük bir kesiti çıkarken, sonuçta acılanmalara uzanan koskoca bir yaşama kapı açılırken, bedensel güçsüzlükler doğmasına rağmen dayanılıyordu tüm bu çilelere…
Sığ bir yaşamın engebeleri ile verilen mücadele sevgi adına yapılmış doğruluğundan şüphe edilemez bir uğraşa dahil olmuş bir yaşamdır…
Çoğu zaman bu sığlıkla geçen yaşamımı yok saymak için günlerce çırpınmışımdır, çoğu zaman yok sayılmış yaşam zamanlarımı düşünmüş, yazmışımdır, ama yok sayılmış yaşam zamanlarımı hayatımdan söküp atmak inkârcılık olacaktı ve bu inkârcılık yaşam zamanlarının bir kısmına uzayacaktı ki ne yaşadıklarımı, ne acılarımı ne mutluluklarımı yaşamımdan çıkaramaz, inkâr edemez ve ne de seni yok sayamazdım, ki mutlu sandığımız günlerin üstüne de sisperdesi çekemezdim.
Çünkü ant içmiştim doğrularda kalmaya ve doğrularla yaşamaya, bu gün bu düşüncelerimin tersini düşünüp ve yaşamak, inkârcılık olurdu şüphesiz…
Yaşadıklarımın tümüne saygılı ve geçmişimi tümüyle sahiplenerek katlandığım hüzünlere de dayanmam gerektiğine inanıyorum…
Şimdilerde gücümü kaybettiğim zamanlarda döktüğüm gözyaşlarıma acınıyorum…
Yaşam bu sevdiceğim, adına yaşamak denmiş, ama çoğul, ama da teklikle, adına sevgi denmiş, ama ikili, ama yalnızlıkla, nerede nasıl olmuş bilinmez bu sevginin gelişi, ama, teklikle de olsa sevmeye devam edersin eskisinden de güçlü olarak, sadece tek bir fark vardı ayrılık sonrası yalnızlıkla kalan sevdalarda, ki bunun acısı sevme ile güçleniyordu…
Sana, seni anlatmaya çalışarak yazıyorum, çok şeyi yok sayarak yazıyorum, seni yazdıkça çoğul yerde kendimi sen gibi kimsesiz hissediyorum, herşeye rağmen, tüm utangaçlıklarıma rağmen, kendimi sana benzeterek tüm raslantıları boş vererek, yapılan herşeyi boş vererek, sana benzeyerek yaşamak istedim, geç kaldığım zamanları, belki sen gibi olurum , belki sen gibi düşünür, sen gibi yazabilirim geçmişin tüm kıskançlıklarını unutarak…
Seni hatırlamak, seni yeniden yaşamak demekti sevgili...
Bazen insan kendini sevdiğinin yerine koyar derken bile, ağlayışların gelir aklıma… Yol uzundur aslında yaşamın içinde, kısacık kalan bir sancılı dönemdir bu aslında sen olmak, ama…
Hayatın tüm zamanlarının içinde kalmaktır senden sonra sen olmak…
Toprağında olur insan, suyunda olur, köklerinde olur insan sen oldum derken, tüm yazdıklarında sen gibi yaşar insan sen gibi cümleler kurarak, yaralanır, kabuklarını koparır tekrar tekrar, acılanır, kabarır içi, gözleri buğulanır, sen gibi ağlar çoğu zaman içimdeki sen hissi, dediğimde sen gibi olurum şüphesiz, acılanan, öksüzleşen, kırılgan umutlarla ver yansın, nereye çıkarsa çıksın kaçarım sen gibi düşününce, ama ya geride kalan sevgim dediğimde senlikten çıkar dönerim halime...
Çünkü kalanlar senden çok ağlar, çünkü kalanlar gidenden çok hıçkırır, çünkü kalanların gözlerindeki hüzün hiç bitmez, çünkü hayat kalanları daha çok zorlar...
İşte böyle sevgili, sen gibi olmak isteyip yaşamak da çok zor bilirim ama senden sonra ben gibi yaşamak daha zordu şüphesiz…
Bir sen, bir ben veya ikimiz arasında süre gelen bir yaşamın bir kısmıydı bunlar ki ikimiz arasında dağılmış bir yaşam kesitiydi ve bu kesit içinde muhakkak bir kurban olacaktı...
Bu sana göre olan kurban sendin, bana göre seçilmiş kurban aslında bendim ki artık bunu kanıtlamak mümkün değildi. Belki de sadece deniz suyuna düşmüş bir dalga dalga yaratan benliktim ben, artık ne kadar ağladım, ne kadar güldüm ve nasıl saklı kaldım bu günlere ki artık bunu ispat etmek imkânsızdı...
En çok aradığım yerlerde yoktu bakışların, bilemiyordum ki sen hep benim yaşadığım yerlerdeydin, her doğan güneş sırtımıza yapışırdı, gökyüzü her gece yıldızlarla doluşurdu, Ay kaplardı bakışlarımı ve ben öksüzlüğümü sen gibi anlatırken tan ağarına dek, oysa sen hep yanımdaymışsın, bakışlarımızın birleştiği yerlerdeymişsin.
Çünkü biz sevdalıydık bir birimize, çünkü biz sevda ile bukağılanmıştık ayaklarımızdan sevda ile birbirimize, unuttuğum bir şey vardı belki de sevmelerde her zaman bir seçenek vardı, ağlamak için uzaklara gitmerk gerekmiyordu, çünkü biz birbirimizin omuzlarında çok ağladık, gözyaşlarımızı birbirimizin omuzlarına serperek...
Biz gerçektik kendi kendimize, hem de kimsenin bilmediği kadar büyük bir gerçeklikle idik. Kırıldığımız anlarda birbirimize öfkelemeyecek kadar, sevdiğimizi söylediğimiz de birbirimize, göğe doğru kulaç atarcasına sevindik birbirimizde, gülüşlerimizi tamladık birbirimizin gerçekliğinde, sonsuza uzayacak sanrılara ulaştırdık gecelerimizi, herkeslerden çok kalabalıktık, herkesler kadar insan, ama birbirimizden hep yüksektik insanlıkta, en ufak mutluluğu büyültür, en kısır söylemlerde kırılırdık bir birimize, ama ertesi gün gülüşerek kucaklaşırdık…
Velhasıl sevmenin kurallarının içinde boğulur, kuralsızlıklarla baş edemediğimiz anlarda, küsüşür, tekrar yolumuzu gözlerdik.
Biz yaşamın içindeki sevginin gerçekliğinde idik ve biz kendi kendimize var ettiğimiz gerçekliklerle, yaşamda var olurken, bu gerçekliği durdurma gücümüz asla olmadıi olamadı ve sevgimizin altında ezilerek yaşama devama, devam ettik tüm söküklerimizle…
Sanki koşarcasına mutluluğu arıyordum sende, her an adım adım mutluluğa yaklaşıyor, sanki ciğerlerim bu bu havanın yarattığı istekle mutluluk solumak istiyordum…
Tan vaktine ulaşan kesik kesik solumalardı benim de payıma düşen hayatın parçacığı…
Kaç zamanın kaç koşu bandında veya kulvarlarında kendimle kendimi mutluluk yarışında sınarken, sadece bir umut ve inanç vardı içimde ve bıkmayasıya tekrar ettiğim bir cümlenin sanki esiri olmuştum ve tekrarlarken adeta içim titriyordu “benim de payıma düşen bu yaşamda bir mutluluk yaşam zamanım muhakkak vardır” derken, senin yolun, benim hayata tutunduğum yoldu, sevgili ve o yolda sen silüeti vardı bana kılavuzluk eden…
Artık her gün, her an bu mutluluğun özlemi içinde nefes alıyorum, bir sesin ulaşacak içimi delerek yüreğimin ritmini bozacak biliyorum ve o sesle sadece sık sık nefesler alacağım yüreğime gömdüğüm varlığının umudu ile “sen sevdamdın, ben de seni sevendim” işte hepsi bu…
Yarın vardı hayatımda beklediğim, yarınlar vardı herşeyimi tüm benliğimi, mutluluklarımın isteklerini gömdüğüm yarınlar vardı, belkilerin içinde sen varlığı ile el tutuşacağım…
Ve bu hayat bu umuda, son sesine kadar benim koşmalarımla belki bir gün umutla beklediğim yarınlardan birinde sen gözlerine çakılıp kalacak gözlerim…
Seni sevdim derken bile kalbimin ritmi değişirse varlığın asla umutsuzluğum olmayacak bilesin sevgili…
Yalana döndü tüm gerçeklerimiz tüm umutlarımız, geçmişimizle birlikte, tek nefeslik bir yalan oldu sanki…
Tek nefes boşvermeye yeter miydi, ki alışamadığımız çok şeyi yalanlayıp, “kendi kendimizi kandırmaya tükendik” desem, var oluşumuzu veya birlikte var olduğumuz yıllar, inkâr mı edilecekti?
Farketmez dediğimizde, tüm acıların üstüne sünger mi çekilecekti veya yaşanmamış mı farzedilecekti?
Kendi kendimize inkârcılık değil miydi bunu söylemek veya içimize sindirebilir miydik, bu inkârcılığı, doğruda kalmak neyi değiştirecekti, senin gidişini veya benim tükenişimi durdurabilecek veya yazdıklarının tümünü inkâr edebilecek miydin, “sen benim gerçeğimsin” demelerin yaşamımızın anlamını mı değiştirecekti veya öykümüz yaşam öykümüz, yeniden mi yazılacaktı?
Kaç ilk baharı yaşadığımızı veya kaç son baharda ağladığımızı, vedasız nefes almaları durdurabilecek miydi, biz yaşamadık bunları desek?
Ne fark edecekti ki, yaşamımız düzey değiştirecekti veya evreni mi değiştirecektik tüm olguları inkâr etsek?
Belki de bizim kendi eğolarımızın birbiri ile savaşı mıydı, içimizde sakladığımız gizli hislerimizle birlikte egolarımızın çarpışmasıydı, kendi kendimize yarattığımız korkularımızın gerçekliğinden korkmalarımızdı. Veya birbirimizden vazgeçmeyiz cümlesinin tersinden yaşama dönmemizdi…
Yani biz birbirimizin içsel gizli düşmanı olmuştuk, belki de bunların tümü bir çok sanrı idi ki bilinmezlik zaten buradaydı?
Mustafa yılmaz