- 1241 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Mektubat
Padişahım, sultanım dili fermandır gönlüne mektubatım…
Hangi dilden çağırsam duyulur sesim? Dil değil yürek konuşur şimdi devletlim.
Fırtınalı bir gündü, tozu dumanına katılmıştı göğün. Basık ve dehşetli, cehennemi sıcak bir günün yarısından sonra geleceğini söylemiştin. Bin bir ümitle uçarcasına ulaşmıştım, onlarca kaza atlatarak. Trafik ışıklarında karşı karşıya geldiğimizde, bana günümü göstereceğini ve ölüm fermanımın yazıldığını ifade eder gibiydi yüz mimiklerin… Sadece yeni bir heyecan için miydi bunca hınç, bitmeyeceğine ant içtiğin, mezara kadar süreceğini söylediğin o büyük aşkımıza ne oldu. Bize ne olmuştu sevgilim? Orada birisi var mı? Sesim o kıymetli duyularına ulaşıyor muydu?
Duraklamadan vardığımız deniz kıyısında öfkeden kuduran dalgalar gibi yüzüme çarpıyordu sesin. Sesin her duyuşumda sıçratıyor şimdi uykularımdan. Irmaklar dolusu çağlarken gözlerim, ellerim yalvarırcasına dokundu dizlerine, ya kal, ya da kal diye sevgilim. Gitmek ölmenin yarısıdır, nefes alırken ölme vakti değildi. Ruh ikizim dengelim, şu yanan parmaklarımın arasında kalan son sigaram gibi tutuşturup kâinatı gitme, bitmeyelim.
Hiç dinlemezdi beni, ölümüne susmak farzdı yaşadıkça, haykırmak istediklerimi…
Hayat sözümü kesiyordu yine dilimin ucundan başlayarak…
Romanlara sığmayacak ayrılıklar biriktirdim heybemde. Değer miydi; vefasız, oradan buradan geçinen sahteliklerin peşinden gitmeye. Biriken ayrılıklar dedim ya, acıları gökyüzünün gri bulutlarından sağardım sanki ömrüme. Sensizlik ölümdü benim için. Vur da öyle git demiştim aslanım. Öldür, yaşamayacağım zaten demiştim; dinlememiş ve gitmiştin ardına bile bakmadan. Sıkılmıştın belki de, kalbim sevgimin üstüne tanımazdı. Eşsiz bir hazineydim gözlerinde, eşsizdi sevdama dair gördüklerin. Dostlarımız gıpta ederdi can cana, yan yana yakışan silüetlerimize, hatırlarsın mirazı muradım gül kokulu sevdiğim.
Her vedadan sonra kapanıyordum içime, sensizlik paramparça ediyordu kalbimin duvarlarını. Yıkılan evler gibi darmadağın enkaz yığını, boşalan kadehler gibi bomboştum. Aldatıldığım umurum dışı idi. Tenine değmedikten sonra başka bir ten aşkım… Hissi bir muhabbet elbet gelip geçici idi. Baki kalan ben ve benim sevgimdi sevgilim. Yaşadığım deprem sonrası içimde bir mızrak gibi saplanan harflerin inadına bırakmıyordum elini. Çünkü biliyordum, er ya da geç dönüp bakacaktın aynana. Ben yüzüne aşina, dertlerine deva, ruhuna şifa idim. Bensiz sen neylerdin de gittin. Şükür ki her gidişten sonra tekrar dönecektin. Delisi olduğum gözlerine bakamadan nasıl yaşar bu perişan sevdiğin.
Gözlerimden süzülen dalgın bakışlarımdan gölleşen yağmurlar dinmek bilmiyor. Bu gece yine sensizlikten doğan anlarla dolu… Yokluğunla tüllenen gece lacivert çağırıyordu yalnızlığımı diken yakamozları gözlerime… Boğuldum denizinde, sensizliğin deminde bedenim sahipsiz ıssız bir limana dönüştü. Yosun gözlerini sayıkladım her rüyada, bir de kendime kızdım feryat figan uyanışlarda.
Ah, bilemedim ruhunda kaç şiddetinde depremler olduğunu bebeğim. Bahçemde kokladığın güller küs gelemediğin her güne, solgun ve yıpranmış resimlerimiz gibi gülmüyorlar yüzüme. Sarmaşıklar çoğalırken hücrelerimde, daralan göğsümü uzağımdaki varlığın kamçılıyor. Susuyorum, sabahlıyorum en sevdiğin geceliğimle, seviyorum bir de çok seviyorum sevgilim. Bil ki bir gün söyleyemeden ölsem de…
En çok kavuşma anılarımız kalıyor aklımda, çektiğim acılar ve yokluğunun sızısı varlığındaki günahlarımıza kefaret olsun sevgilim. Hoş geldin gönlümün şifası sevdiceğim, ne iyi ettin. Yakılsın kandiller caddeler boyu… Aşkımızın duasına âmin desinler tüm sevgililer…
Neşe CÖMERT
Ankara Kültür Ajanda "Pulsuz Mektuplar" dergisinin şubat sayısında yayınlanan bir deneme yazım...