- 708 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kimileri neden istemezler?
İnsan sürekli arayış içindedir. İnsan dünya ile hemhal olmasından dolayı arayışlarını dünyevi hayatının içerisinde aramıştır. Arayışlarını aslında hakikatin bilgisine ulaşmak için yapar.
Dünya görüşü olmayan bir kültür ve bilgi türü yoktur. Her düşünce, kendi içinde bir dünya görüşü oluşturmak zorundadır. Hayatımızın yönünü ve anlamını oluşturan bütün düşünce biçimleri biz farkına varmasak bile dünya görüşümüzü teşkil eder. Aynı zamanda kişinin ilişkilerinin niteliğini belirler ve amaçlara yön vererek istikametleri tespit eder. Bu dini, vahye dayalı bir bilgi türü olabileceği gibi, seküler mantıktan neşet eden, rasyonalite ürünü de olabilir.
Düşünceler zamanla ahlaki bir yapı inşa eder. Her kişi yaşanılan bu süreç vesilesiyle bir ahlak edinir. Çoğu zaman sahip olunan ahlaki yapının nereden neşet ettiğinin farkına bile varılmaz. Çünkü tabii olarak gerçekleşir. İnsan bağlı olacağı hukuki düzenini bu ahlak üzerinden bina eder. Kişiler, bu hukuka göre ilişkilerini düzenler ve toplumsal yaşantılarını bu düzlem üzerine oturtur. Böylece kimin ne yapması, ne yapmaması gerektiği bu hukuki düzenlemeler çerçevesinde düzenlenir.
İnsan içinde bulunduğu kültürel, dini veya felsefi akılların oluşturduğu bağlam içinde kişinin ön yargıları oluşur, hayata tutunur veya hayatının amacını bunun üzerinden tespit eder. Ancak her insan aynı zamanda aynı şeylere karşı karşıya kalmadığından aralarında farklılıklar oluşmaya başlar, bu farklılıklar farklı ön yargılarını oluşturabilecektir. Zamanla bu durum bir çatışma haline de gelebilir.
İnsanın tutkuları ve iktidar arzusuna da bu süreçe etki eder.
Aslında temel soru şu olmalıydı: Hakikat mi ön yargılarımızı oluşturuyor, yoksa ön yargılarımız mı hakikat algımızı oluşturuyor?
Her varlık, varlık sahasına çıkarken kendisine biçilen yolu yürümeye başlar. Hakikat, varlığı, varoluşu ve varlık sahasına çıkışı içinde taşıyan, ilişkilerin sonsuzluğunu ve somutluğunu bir denge içinde anlamlandıran, idealleştiren ve insan yaşamını ve ölümünü de kapsayan, gerçekliği ve doğruluğu bir denge içinde var kılan gücün tasavvufudur.
Temel çelişki olarak kabul edilen hayat ve ölümün hangisi kalıcı hangisi geçicidir sorularına mazur kalan insan, ömürleri sürecinde onlarca kişinin ölüp gittiğine tanıklık etmesi ile hayatın kalıcı olduğuna kanaat getirmesine neden olmuştur. Bu yüzden ahlaki düzenini ve bundan neşet eden hukukunu bunun üzerinden inşa etmeye gayret sarf etmiştir.
Bu anlayışları çerçevesinde kendisinden sadır eden iyi ve kötüyü anlama düşünceleri yayarak, bu düşünce etrafında başka insanları da kendinden olmalarını istemesi; ihtiraslarını, açlıklarını, çerçevesinde gayret göstermeye itmiştir. İnsanlar zamanla kendinde olmayanları da başkalarından ister oldular. Bunun niceliğinde iyilik/kötülük yoktur, sadece arzuları yatmaktadır. Bu neticeler sonunda birçok düşüncenin yansımalarını kavramlaştırarak ideolojilere dönüştürmüşlerdir.
Günümüz insanı iki temel bilgi üzerinden konuşmalarına dayanak oluşturmaktadır. Ya vahye dayalı dinler üzerinden, ya da ideolojiler üzerinden konuşmalarını sürdürürler.
Vahye dayalı bilgi dogmatiktir; değişmez. Her daim değişmekte olan dünya gerçekleri ele alındığında bu kabul edilemezdir.
İdeolojiler üzerinden konuşmalarını sürdürenler her an ve an değişmekte olduklarından sürekli değişim halindedirler. Ancak temel aldığı ideolojilerin kapsamından da dışarı çıkmamaktadırlar. Bu aynı zamanda bir paradoksta oluşturmaktadır. Hem değişim diyip ideolojilerin kalıplaşmış söylemlerinden de kopamamak kendi içlerinde paradokslar oluşturur. Paradokslar karşısında çıkar yolları arayanlar evirilerek başka ideolojileri oluştururlar.
Ülkemiz de yaşanan günümüzün sorunların başında da bu gelmektedir. Her an değişime ayak uydurma çabası içerisinde kendisi görmek onu bazı hallerde yıldırmakta veyahut hırçınlaştırmaktadır. Her an değişen şey karşısında aslonan benim, benim isteklerim daha önceliklidir diyerek kendini ön plana çıkartır. Kendisi asıl olmaya başlattığında bilende, hatayı görende kendisidir; bir başkası değildir. Bilmeyi de düşüncelerini dayandırdığı dünya gerçeklerine dayanan materyalizmden alır. Materyalizm de bilimi esas aldığından, bu durumdan başka ne olabilir ki…
Bilme ve hatayı gören durumuna kendisini konuşlandırdığında her şeyin üst yapısında kendisini oturtmuştur. Ön yargıları da bunun üzerinden hareket ettiğinden, artık başkaların gerçeklikleri yaban kalır. Geçmişten günümüze kadar yapıla gelen her şeye bu bakış tarafından gerçekleştirildiğini havsalalardan çıkarılmamak gerekir.
Dün, Ahmet Kutsi Tecer şiirinde görüldüğü gibi:
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Gidip görmediğin yerin kendinden olduğunu söylemektedir. Oysa söyle bir veciz sözümüz vardır: Gözden ırak gönülden de ırak olur, diye.
Yine Tecer’in şiirinde söylediği gibi:
Orda bir ses var, uzakta
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.
Geçmişte söylediğin her şeyi duyduğu halde bu söylediklerinin bir önemi yoktur, bu anlayış etrafında.
Bu yüzdendir ki kendi rahatlarına veya kendileri tarafından üretilmeyen her şeye karşı olurlar. Karşı duruşlarını istemezük ile seslendirirler. Neyi niçin istemezük olduğunun bir önemi yoktur. İstemezük da istenen kendilerinden sadır etmeyen her şeydir. Çünkü kendisinden onay alınmamıştır. Bilen ve hatayı gören olarak onay alınmaması affedilir hata değildir. Mesela çöp dağları altında yaşarken bir şeyler demeyenler, bugün bir fide için bile fırtınalar koparırlar. Dayanaklarında hep geçer bir yol bulurlar. Ancak değişmeyen tek geçer akçe yapay olan korkuları körüklemekten ibarettir.
Niçin istenmez; Köprü, Yol Nükleer santral, HES, Kanal… diye bakıldığında geçer akçe çevredir. Çevreye bunca düşkünlük nedendir pek bilinmez ancak bilinen bir şey varsa; istemezükün nedeni çevre ve ekolojik denge değildir. Çevre ve ekolojik dengeyi gözetmek için mi onca zamandır oraları gidilmedi, görülmedi ve söyledikleri işitilmedi?
Hiç de bile böyle değil!
Asıl olan neden ise korkularıdır.
Bu korkularına sebep olan şeyler nelerdir diye bakıldığında, sorun anlaşılır oluyor. Bu korku; cihana yakın geçmişte hükmetmiş medeniyetin yeniden dirilmesinin korkularıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.