- 882 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
'uğultular'
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(1)
Celil konuşmaya başlamıştı. Soluk alışverişleri olağandan fazlaydı. Arabayı durdurduğu çalılıkların arka tarafında sahile inen toprak bir yol vardı. Çoğu zaman buraya gelir, arabadan inip, sahile yürürdü. Bu yürüyüşü insanlardan ve dünyadan kaçış olarak görürdü. Ama şimdi kaçmak istemiyor, dünyada sevilecek bir şeylerin olduğuna inanmak istiyordu. Aylin arabadan inmemişti. Elleri ıhlamur ağacının yaprakları gibi eğilmiş, yüzündeki ifade ise bir kedinin çekingenliğini anımsatıyordu. Kırılgan bir ip gibiydi saçları. Hafif bir rüzgârla dans edip, birbirlerine karışacaklardı. Güneş uykuya misafir ettiği Ay parıltısını boynundaki boşluğa bırakmıştı. Eğer oturduğu koltuktan kalkıp, Celil’le birlikte yürümeye başlarsa, karar vermesi gerekecekti. Celil onu çok seviyordu. Biliyordu. Hissediyordu. Görüyordu. Celil tekrarlıyordu usulca sözlerini:’ Hadi, biraz yürüyelim, sahile inelim.’ Martının kanatlarından düşen bir tüy mavilikler arasında yüzüyordu. Biraz sonra küçük bir tekne o tüyün üzerinden geçecek ve tüy teknenin ıslak tahtasına yapışıp kalacaktı. O akşam tekne sahibi rahatsızlanacak ve ilçe hastanesinden şehir merkezindeki araştırma hastanesine sevk olunacaktı. Günlerce, haftalarca teknesi sahilde onu bekleyecekti. Martının o tüyü tekneden ayrılmayacaktı. Denizin dalgalarına direnecekti. Tekne sahibi bir daha sahile geri dönemeyecekti. Yazın ıssız, karanlık gecelerde ağustos böcekleri susup, onun sesinden şarkılar dinlemeyeceklerdi. Onun sesinden… Bazen gitarla, bazen çıplak, bazen de çırılçıplak! Celil bir yıl sonra bu sahilde tek başına dolanırken, bir yıl önce Aylin’le beraber yaşadıklarını anımsayacaktı. Aylin arabadan inecekti. Sahile kadar beraber yürüyeceklerdi. Aynı deniz kabuklarını avuçlayacaklardı. Kumu ıslatacaktı Aylin’in ellerindeki ter damlaları. Celil tekneye yapışmış kuş tüyünü fark ederken, içine bir hüzün çökecekti. Aylin’in saçlarını yırtan, çığırtkan bir reddiyenin kanat sesleri som altın renginde avuçlarına dolanacaktı. Ne güzel adı vardı. Tanrı bu adı bir başkasının dudaklarıyla onun kulağına fısıldarken, göğü onun gözlerine doldurmuş olmalıydı. Celil tekneyi inceliyordu. Teknenin yarısı kumların üzerindeydi. Yer yer boyası kalkıyordu. Elleriyle okşuyordu maviyi. ‘Nuri kaptan’ yazısı hala teknenin üzerindeydi. Okşanmayı, şarkı dinlemeyi, denizlere açılmayı özleyen tekne, Celil’in hüznünü sezmişti. Celil asla yapmayacağı bir şeyi yapmak üzereydi. Denizci jargonuna göre adam gibi düğümlenmiş ipi çözerken, tekne sabırsızlanıyordu. İkisinin de gitmek istedikleri, varmak istedikleri bir yer yoktu. Birbirlerini hiç konuşmadan anlamaları onları memnun etmişti. Motorsuz, küreksiz, geri dönmeyi düşünmeden maviliklere doğru yol alırken, Celil avuçları içerisinde martının tekneye yapışmış tüyünü okşuyordu.
(2)
Yağmur durdu. Az önce yağmura eşlik eden sokak lambası yorgun ve hüzünlü bir şekilde önüne bakmaya devam ediyor. Ilık bir hava var dışarıda. Kentin güneyine doğru bulutlar gökyüzünde sıra sıra dizilmişler. Aşağı apartmanların birinde boğuşma. Sonra yığılma. İnsanlar etrafını sarıyor ıslak bir apartmanın. Apartman ıslak. Kadınların yanakları ıpıslak. Radyo açık. En güzel seçmeler bölümünde Françoise Hardy. Gri bir sesi var. Öldürüyor zamanı sesler. Seslerden korkan kediler çoktan saklanmışlar. Herkese belli etmemek için, herkesten uzakta sandıkları yatak odasında tartışmaya başlamışlar. Sonra kadın çıldırıyor. Her gün eve oflayıp puflayıp gelen adamın sözleri canını tak ediyor. Mutfağa giderken oturma odasında kızıyla göz göze geliyor. Yedi yaşındaki kızın gözlerindeki anne kahredici. Anne diyecek, diyemiyor. Oğlu daha küçük. Mutfağa gidiyor. Çok sevdiği, kocasının ona birkaç yıl önce sevgililer gününde aldığı bıçak takımı içerisinden en uzun ve incesini çıkarıyor. Bir ses. Evet başarısızlık. Kimse kimseyi öldürmeden önce denenebilir. Bir sesle başlar her şey. Lanet olsun ki kapı zilini çalan çocuk birinci kattaki kiralık daireyi tutan ailenin oğlu. Güçlükle kazanılmış bir anlayış siniyor üzerime. Eklemeye, yemeğe, bir şeyler ilave etmeye, soluk almaya, içmeye ve en fazla da dışkılamaya yer kalmamış bir vücut intihar ediyor. Gözlerim benzersiz bir bilgelikle penceredeki lekeleri görebiliyor ama daha fazlası değil. Etrafta olan güzellikler kimsenin umurunda değil. Herkes bir an için tanrının lanetli bir kulu olabilme potansiyelinde. Tersine dönünce, yollar değişebilir. Kat edilecek ne kadar da çok yol var. Hiçbiri. İnsanlar sonradan pişman olmak için yaratılmış aptal varlıklar. Işık tutuluyor. Bilgeyim. Kendi cahilliğimin bilgesi. Yaklaştıkça kendimi tanıyorum. Cama bir sinek üflüyor. Rahatsız edici bir pislik. Mutfağa dolacaklar birkaç haftaya kalmadan. Pek yararı yok bunlardan kurtulmanın. Tedirgin değilim. Sinirliyim. Özgün olamayacak kadar anlamsız sorular, sorunlar, kişiler ilgisizlik balonunu hep bir başkasının gözleri önünde patlatmaktan zevk duyuyorlar. Bu sesi kimseler duymuyor. Kadın ağır yaralı. Bıçak karaciğerine denk geliyor. Yaşasa da ölse de adam artık yabancı biri. Çocuklar. Küçük kız çocuğu babasını ömrü boyunca affetmeyecek. Üşütebilirim. Pencereyi kapatmalıyım. Sesler dışarıda kalmalı. Yabancısıyım bu dünyanın. Merhaba sen.
(3)
Arkamı dönüyorum. Kimse yok. Önümde de kimse olmadığına göre yalnızım. İçime kaçan yalın bir yalnızlık var. Tebrik ediyorum uğultuları. Dünya asla yaşanılabilir bir yer değil. Ani bir fren yapıyor ruhum. Merhaba ben. Tanımıyorsun beni. Yüz yüze gelince kaçıyorum. Ağzımda biraz sarımsak kokusu, makarna sosundan beridir. Hayal etmek için hiç birinci olmadım. Bu işte büyük bir yanlışlık olmalı. Arkamı deniyorum. Kanepenin önünde oturan bir ayna kadar gerçek değil hiçbiri. Büyük bir delik görüyorum. Merhabalar efendim. Duyabileceğim en güzel ses sizin olmalı. Biterken daha güzelsiniz. Daha kılsız, daha heyecansız. Her şey ağdalı olmak zorunda değil ya da vurucu.
İtiraz etmiyoruz. Kalorifer peteğinin içerisinde ölmüş ve sonra da tüm nemini kaybedip kurumuş olan böceğin daha söyleyecek bir şeyleri olmalıydı. Şu anda senden dinliyorum. Tüm sesleri kapatan tanrının yarattığı bir memeydi. Akmıyor ve kupkuru insanlık. Ellerini açıyorsun, dua ediyorsun. Kabul oldu. Ruh alışıyor böylece ve Godot daha bir beklenesi.
(4)
hepsi bitti. rahatla. eline al kitabı ve okumaya devam et. en güzel oyuncakların onlar senin.
YORUMLAR
Kitabımı açarım, kulağımı tıkarım o inatçı uğultulara ta ki bir zayıf anımda beni tenhada kıstırana kadar sonra sert bir mücadele olur aramızda ya ben kazanırım ya o, sonra sil baştan başlarız herşeye kaldığımız yerden yine aynı rutinleri yaşarız farklı zamanlarda yine karşılaşırız ringte bilindik bir düşmanın sürpriz hamleleriyle...kim kazanır ? hala hayatta olduğumuza göre..