- 940 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
KURDUN AĞZINDA Kİ SAÇ TELİ.....
Sıradan günlerin birbirini itekleyip, cumartesi ve pazardan derin bir nefes alma hevesi var ya! yine öyle bir gündü.
Sabahın ilk saatleri idi. Koca şehrin içi boşatılmış Ada pazar kabağı misali sanki bomboştu. Havada küçük bir sineğin vızıltısı bilem tufana eş değer denilse tam yeriydi.
Ev halkı bir masanın etrafında toplanmış. Pazar kahvaltısı bahanesi ile sohbet ediyorlardı.
Ama Seher ana çok durgundu. Burun delikleri bir daralıp birden genişliyordu.
Hani yağmur önce gri bulutların o şişik görüntüsü ile eşleşiyordu sanki.
Ağlamak mı? Gözyaşı damlalarını dizginleyen uzun kirpikleri soluk kaçığı gibi diğer soluk alışına sokuluyordu.
İçindeki hüznün büyüklüğü o gün dahada kocamandı. Avuçlarına alıp un ufak etmeyi ne çok isterdi. Ama nafile gözbebeklerinde bekleşti öylece
Oğlu, “bu hafta maaşımı alıp dersime(Tunceli’ne) döneriz artık! “diyordu.”bir tek okul ile bağlantısı olan Cereni hal ettik mi? ver elin dersim!( Tunceli)”…dedi
Masada bulanan herkesin bakışı birden aynı noktaya gelip kilitlendi. Seksen yedi yaşı deviren o koca çınar Seher anaya.
Fikirleştikleri asıl noktaya gelecek olurlarsa. Acep neyin peşinde bu yaşta demek yerine Geri dönüşü orada çok şeyinde yarım bırakılmasıydı.
Kendisi renk cümbüşünden oluşan koca bir uçurtmaydı. Saklı düşünceleri top büyüklüğünde ince bir ipe bağlıydı.
Ama ip başkasının elindeydi. Ve bunun neresi özgürlük diye sormazları mı? Adama…
Dilin susuşu hata kabul etmiyor.
Seher ana üstünde olan bakışları yumuşak bir gülüş ile üzerinde silkeleyip attı bir kenara” afiyet olsun herkese! Eline sağlık gelin kızım “deyip sofradan kalktı. Onun ayağa kalktığını gören torunu Ümit de peşine takıldı.
İki ahbap çavuş misali kol kola bahçe içinden eve doğru yürüdüler” haydi sultanım, hayal peşine! Hayallerinin peşine gidelim…”diye çığlıklarını atmaya başladı.
Seher ana ”get babam işine gerçeğe kılım kıpramazken bunun neresi gerçek neresi hayal?”diye mırıldandı
Lakin torunu onu duymuyordu.
Çünkü tam o sırada, sokak arasında koşuşan çocukları izliyordu. Nede olsa o halen bir çocuktu. Bakışları önce kendi hislerine hizmet edecekti öyle değil mi?
Ümit evin kapısın açmasıyla Çiçek hanımla burun buruna geldi. Tepsinin üzerinde ki kahvenin babaannesine ait olduğunu düşünüp bir hamlede eline aldı.
Çiçek hanım aniden karşısına çıkmasına şaşırmış parmağı ile damağın kaldırdı ve” ay ödümü kopardın Ümit “dedi
Ümit, “Çiçek abla desene üç vakte kalmazsın” sahi ne zaman un helvası yapacaksın bize” dedi.
Kadıncağız güldü. Yanlarından ayrılıp bahçedeki yemek yiyenlere doğru giderken de arkasına bakıp halen kıkır kıkır gülüyordu.
İyi bir kadındı işini erbabı idi. haftanın yedi günü kendilerine hizmet ediyor.
Hani diyoruz ya “denge jinan tüne”(kadın sesi yok) buda öyle biri işte.
Kimin kınalı kuzusu, kimin bacısı ve ya yâri pek konuşulmaz. Sabah gelir akşama kadar durmaz yerinde.
Çok sürmeden Seher ana ve torunu ÜAmit yarım ışıklı salonun içerisine girdiler.
Seher ana her zamanki koltuğuna öyle bir gömüldü ki suç işlemiş minik bir kızın adeta ruhuna bürünmüştü.
Ümit ise Az önce tepsinin üzerinde hızla aldığı, kahvesini yavaşça sehpaya indirdi. Ve bir iki adım geriye çekildi.
Ama hiç konuşmadı uzun süre…
Suskunluğun içinde yatan nedeni bulamıyordu ki. Ne konuşacaktı konu neydi. Babaannesini bu kadar yıkan çözemediği olayın adı neydi. Velhasıl karışık bir durumdu.
Zaman ise gelip hiç terkliğine sabitlenirken, geçmişin tekrar yaşanması yaşatılması ne kadar mantık içi ve dışı olur ki eşit eşittir yine o keşkeklere... Soluk soluğa acılar yüreğe diş atınca ve canın bir az darılınca anlarsın durumu şimdilik hâkimdi.
Kesin olan tek bir şey vardı. O da, dersim(Tunceli) netliğinden pek öyle uzak bir şey olmadığını açıkça kendini beli ediyordu.
Ancak bunun ne olduğunu ortaya çıkartılması yine kendisine düşüyordu.
Televizyonun kumandası elinde olan Seher ana, hedefine iyi nişan almış avcı edasıyla. Kumandayı televizyona tuttu ve türkülerin cem olduğu bir kanalda durdu.
Ümit küçük tabureyi babaannesini dizlerinin önüne kadar çekip ve usulca oturdu. Kollarını iki dizin üzerine koyup ve sordu.”neden babam gidiyoruz deyince sen sustun!” “ve bizimde yaşam koşularımız herkes gibi olsa”. Zaten bu kararı almazdı ki babam”
Seher ana;
“sen yanlış anladın” der iken bile çileye yorgunluğu bine katlanıyordu. Kader hırçın denizlerin sahibiydi.
Kırık sandalın su alamayacağına yürek gücünün asaleti ile maziye dönüş fukaralığı yetmiyor. Dümeni nere kırarsan aynı çileye demirlenirsin.
Ümit babaannesin gözlerine baktı ve ellerini sıkıca tutup dedi ki...”Sen asılda halen öykülenmemiş bir kahramansın hayatın içinde biliyor musun?” ve asıl önemli olanda sakladığın düşüncelerin seninle bir gün başını alıp gitmesi beni üzer ”dedi.
Seher ana:
“e…ne yaparsın? İleriye gidiyoruz geri ile işimiz bitti bizim” dedi.
Gerçi bir adım ilerde olmak geriye dönmeye engel mi? diye sorsalar herkeste bire bir aynı yanıt alınmaktan ziyade geçmişin yasını tutsak kayıp ettiklerimiz adına ne elimize geçer ki…
Hayatta asi diklendikçe yorgunluğu kat ve kat artar.
Bu arada hiç zaman kayıp etmeden Yaşlı kadın gümüş saçlarını geriye doğru topladı. derin bir soluk alıp arkasına yaslandı sonrada,”aslında sırlarla kader birliği yaptık anlatmak istediklerimizi elimizle koymuş gibi bulup, yargının en katı işlendiği yürek mahkemesinde yargılayıp. Cezasında ona göre vermek lazımdı. Ve biz bunu yapamadık.
Olayı bilen bilmeyen hakikatimizin üstüne lekesini sürüp geçti. Yüreğimin sancılı yanı sorarsan elbet ki derim dersimdir (Tunceli) saklımız sadece ve sadece bizim gerçeğimiz oldu…
Ümittin, o anda korku endişe bütün kanın dondurdu. Demek ki dersim(Tunceli) olayı doğruydu yalan değildi.
Dilinin ucuna bir sürü cümle gelip kulaklarında yankılanıp aninden de yok oluyordu.
Sözün bittiği yer asılda yeniden başlamanın çabasında idi. Lakin bir başlansa her şey kolay olacak ikisi içinde.
Seher ana önce Ümitte baktı çok geçmeden elleri ile dizlerine ovuşturdu ”her yerim ağrıyor Ümit ”diye yanıt verdi ona ”ama sanırım çürüğe ayrıldık”
Ümit. Bu kez ayak kalktı pencereyi usulca açıp ”he baksan buraya doğru yükselen gri bulutlar var yağmur yağacak dizlerin ondan ağır senin “dedi.
Seher ana:
Here kurban olduğum büyük yaradan sırında erinir mum gibi gündüz umana uyanır. Gece ise öfkene göğüs gerensin ve yağsın elbet berekettir yağmur.
Ümit, Bakışları ile hiç der gibi çevirir camdan parlayan güneşe” lakayt bir yaşam hep ıska geçerken özlem hayal ve gerçek denen üçayak yine dengesini tutmayıp işte böyle beklentin beklentisi bırakır insanı.”
Seher ana “Benim maziye eyle bir iç geçişim var ki. Bu saatte denk geldi dememe mecalim kalmadan “eh işte…
Torununa kendi çaresizliğini yüklemesi ne kadar doğru ne kadar değil düşüncesini bir kenar fırlattı. Denildiği gibi yaşadıklarını alıp gitmenin ne zaman oluşacağını haktan başkası bilemezdi.
Ömrü denen bu yol uzunluğuna değil kısalığına nam sürer.
Dinlemeye hazır dünde içimdeki düğümlenmiş çağlayanların önündeki setleri açtı sonuna kadar.” bırak bırak benden ki durgun suları isimsiz okyanuslara” dercesine
Ey! Kader kaç kurşun yesen bağrına pes edersin söyle bende bileyim haykırışı geri döndü sustu öylece.
Acılar bir göçebe çadırının yağmurda su çekmesi gibiydi. Ve içinde kimin olduğu pekte mühim değil. Toprağın suyla debelleşmesine vakitsiz şahit olunuşu önemli bir faktördü.
Evet, anlatmaya başlamadan kalem avuç içinde terlemekte hakikatin içinde saklı kalmış bir anı gün yüzüne çıkmak üzere
Seher ana, sırtın verdi mindere uzun bir yolculukta manen eşlik edeceği için
Başladı anlatmaya
Yılın tamamı kuru bir kasnakta çürük iplerden işlenmiş hercai rengi soluktu, baharın açan çiçekleri bile açmayı unutmuştu yani.
O kadar perişandık ki doğanın nimetleri ancak ve ancak bir doyumluktu oda yaşamana yeterliliği de ise ayrı tartışılırdı.
Çaresiz beyinde bir kurtarıcının hayalinde edersin. O kurtarıcı gelmesi ne geceye nede sabaha kalmıştır. Sis perdesi bir kere inmeyi görsün.
Ve ölmüyorsun adı açlık nefsine hırsızsın her şeyi düşlüyorsun. Nefis alıcıların açık binlerce koyun keçi besliyorsun. Kazanlar dolusu da et pişiriyorsun.
Ye! Ye! Patlayan kadar…
Yok, öyle bir şey, imkânsızlık dilin damağına yapıştırıyor, gözkapakların arasındaki hayalle sadece bekle demekle yetiniyorsun. Elden bir şey geliyorum hayır yok şerse bağrışa bağrışa etrafında dolanır.
Sene 1938 aylardan temmuz idi. Ekinlerin perçemi rüzgârdan yorulmuş ve sararmış ince bellerinden biçilmeye hazırdı.
Ekin olsa ki ne fayda bir avuç cılız buğday, arpa, çavdar. Adı var kendisi yok kısaca
Oda yetmez çoluk çocuğa kıtlık yılları sefaletin iradesine yenik düştüğü gözle görünüyordu.
Bütün çevre illerde, biz sadece kendi yaramıza merhem olmaya çalışıyorduk burası adı şanı beli dersim(Tunceli ) idi çünkü Seyit Rıza’nın kanatların altında kümelenmişti halk ve bu sahiplenme birilerinin zoruna gitmeye başlamıştı.
Bağırsan da sen suskunsun olacaklara hesaplaşacak kimse çıkı vermez karşına. Öyle bir şey ki sen sana taş atıyorsun. Kafan gözün yarılıyor. Ve dönüp onu sarıyorsun…
İnkârlaştırılmış yazılıp sonrada sana sildirmeye uğraş verilmiş…
Cemlerin niyazların yükseldiği semada artık ağıt karışımı çığlıklar var…
Dersim (Tunceli)yüreğine ateş düştü öyle bir ateş ki dumanı görmeyen külü neylesin. Önce doğa ihanetin en gaddarını yapandı. Ve kireçlenmiş tahta oluklardan akan suları akmaya akmaya kurumuş.
Köyler ve bahçelerin içindeki meyve ağaçları ufacıcık tadı kaçmış, sağlam görünenleri ise başka canlılar kemirmiş içlerini oymuş. Kısaca paylaşacak lokması yok tabiatın
Sanki yüce rabim kullarını sefaletle sanıyordu. Kopuk yolunmaya yelten saçlar çilenin ömürle gitti gel ile hesaba oturmasıydı bu.
Biz beşkardeştik babam harbe gitmiş ve bir daha dönmemiş dönememiş mi?
Yani nerededir ölüm haberi şurada kalsın yaşadığına dair bir haberi gelmemiş. Anam hep bir ağıt yakardı herkesin yüreği sızlardı aynen söyle diyordu.
Eskeremin de rabe rabe ro dariye
Yüreğemin parçe parçe ğeriye
Jımınra zindane hanı deriye
Yarete nizamki
Hancere huni nızam mermiye
Uy! lemın uy lemıney…
Çiyayeme renk renk bı gülüke
Ge südükevi ge sılaf deke
Ustuye hardıke riya pır çafdıke
Allah bu bekleyişi kimseye vermiye …
Uy! lemıne uy leminey…
Her acı bir başına harlandırılıp sönmesi de yine bir başına bırakılır. Bu doğanın yaradılışında var… bizim de eyle bir şey. Biz bize çoğalıp azılıyoruz.
Birde bizimle annemin annesi yaşardı. Garibimin iki gözü kördü. Anam ise ona kapın sır kilidi derdi. Bana sorarsan tam tersi paslı bir kilit idi.
Olsa da bir olmasa da birdi hani.
Bizim için, sadece fazla bir boğazdı.
Dediğim gibi fakirlik yakamızda bir demir külçe idi. İki lokma yutayım der iken. Kasılır yemek borusu mideye varana kadar Damak sertliği ile oynaşmak kuru dili yorar.
Un yok ekmek yok hiç unutmam günlerce doğada topladığımız adı sanı beli olmayan otlarla beslendik.
Süt yoğurt hayalimize son verecek minik bir kuzumuz vardı. Çok zaman içinde çoğalacak hesabına girdiydik ..Vah! beni beni…
Gele gelim ki oda garip anneannemindi.
Bir sabah annem kimseye bir şeye demeden çağırdı, Cemal dayıyı onunda ona sattı. Kaç kuruş olduğunu bilemeyeceğim Parası ile değirmeden kırık ambar denilen bir un aldı. Ve bir pişirimlik ya var yâda yoktu.
Az önce dediğim gibi, Doğanın sunumları içinde çok güzel bitkilerde vardı.
Ebegümeci bilmeyen yoktur sanırım sorulsa. Gittik dağ yamaçlarda toplayıp onu çeşmede bir güzel yıkıyı verdik
Çocuk aklı annem bu kadar ebegümecini ne yapacak diye düşünürken.
Annem tahta masada onu bir güzel doğardı. Hani kuzunun parası ile un almıştık ya!... İçine katıp bir güzel harmanlayıp yoğurdu. Kızaran sacın üstüne attıkça nar gibi kızardı. Kokusu ekmekten tütsüye boğan açıklayamayacağım bir kokuydu. Ve o kadar değiş bir ekmek oldu ki anlatmam.
Derken köye de jandarmalar gelmişti. Evleri çala çarpa insanları arıyor sorguya çekiyorlardı.
İşte çocuk aklı İtiş kalkış bağrışmalar bize eğlenceli gelmiş olmalı. Nedenini bilmiyorduk çocuksu gözlerle olup biten şahit oluyorduk.
Elimizde ebegümeçli ekmeği yiyip onları izliyorduk bir köşede.
Birden bir komutan elimde ki ekmeği fark etti sordu” bu nedir? “dedi
Ekmeği elimden öyle bir çekti ki parmak uçlarım sızladı
Titreyen bir sesle
Dedim ki “ekmektir komutanım”
Gözleri kocaman yuvasında fırlamış gibindi yanındaki asker bağırıştı
“hemen bana da getirin bu ekmekten.”dedi.
Suç öğesi ekmek mi? yoksa biz miyiz o an anlayamadık. Annemin icadı olan bu ekmek acep çok mu? Hoşuna gitmişti
Yoksa oda bizim gibi aç mıydı? Sorgusundayım…
Zaman zaman anılarımı anlatırken düşünüyorum. Devlet babanın her şeyi vardı sanırım. Bu komutan neden ekmeği bu kadar hışımla istedi ki? Benden.
Ekmeğin komutanın iştahını kabarmadığını çok sonra öğrendik. Sonuç itibari ile rapor edilip taa! Ankaralara salınmış bizim ebegümeçli ekmek.
Ya!...anladın mı?
Devlet devleşen halkı olduğunu sana dursun. Savaştan çıkmış bir halk ruhu yüce ama yaşam şartları olduğundan cüce…
Gel gelelim yarın ve ertesi onun ertesi ise meçhuldü şimdilik.
Seher ana masada duran suya gözü ilişti beli susamıştı
Ama Ümit ara vermede anlatmasın istiyordu. Keza o kadar içten anlatıyordu ki garip bir o kadarda bulanık yaşanların akımına kapıldı.
Felaketlerin adı olan hayatın birer parçası olmuştu bile. Yüreği hop oturup hop kalkıyordu. Yürek yayı gergin her an yırtılacak acıların tazeliğindeydi sanki.
Bildiği tek bir şey vardı. Hem açlık hem de siyasi oluşumdan asi bir toplum olmasının tek nedeni bu iyileşmeyen kangrenleşen gerçeklerdi.
Hoş görünün aynası kırık değildi. Ama öyle kayalar yığılmış ki üstülerine unu ufak olan hoş görü felsefesi. Kimseye fayda getirmemesiydi.
Seher ana, gözyaşını fazla tutmayıp damla damla akıttı titreyen ellerini arada bir sızlayan bacaklarına sürüyor.
Ümit, ise ondan farksızdı. Önündeki masa örtüsünü farkında olmadan yapışıp kalmıştı.
Bu öfkenin diğer adıydı elbet ki “pes doğrusu babaanne”. “Pekiyi bunu bu güne dek niye anlatmadın bize” dedi.
Kadıncağız torunun bu anlık çıkışına irkildi.
Evet. Dersim (Tunceli) acıların kapısıydı bütün düşünceler kilitliydi anahtarları bilinmeye raflara kaldırdılar. Hangi zindanın karanlığa ışığı var ki. Söylesem kinin insana nelere mal olduğun bilirsin.
Ümit, halen düşünceliydi.”fakat…”diye yanıt verdi.”henüz anlamış değilim, ama bunun içinde çok sırların var olduğunu da tahmin ediyorum”.dedi.
YORUMLAR
mesaj kutunu kapatmışsın yazı hakkında görüşlerini belirt demiştin ben yazıda betimlemeleri sık kullanmam sade basit ama kısa cümlelerle vurucu....olanı tercih ederim dağarcığın dolu usta silkelersen güzellikleri göreceksin saygılarımla
Şadiye gürbüz(zaralıcan
bize tarihimizi hep yanlış anlattılar gerçekleri hep saklayıp hamasete döndüler ülkemde acılar en büyüğünden yaşanmış....bir zamanlar kara afrika gibi....biz atamızın kıymetini bilemedik bunu aleviler daha güzel terennüm ettiler......iyi günler geliyor hemşerim....saygılarımla