- 871 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SİNEMACI fikret - 46
Zehra ; köyün mütevazi ailelerinden , çok kardeşli, en küçük, okuma hevesi köylü kızlarının okutul / a / madığı için gerçekleşemeyen, ağır canlı, ailesine bağlı, örf ve adetlere, dinine bağlı, köyünün geleneklerine göre siyah yeldirme, tülbent, şalvar giyinen güzelce bir kızcağız. Her hafta yenisini aldığı aldığı bir mektubun karşılığını yazmayı da ihmal etmiyor. Fikret’in köye sinema oynatmaya geldiği günler , köy kahvesine yakın olan çeşmeye su almaya geliyor. Uzaktan da olsa bakışıyorlar.
Oynattığı Türk filmlerinde görüyordu gerçek aşları. Türkân Şoray’da, Hülya Koçyiğit’te, Filiz Akın, Fatma Girik, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Sadri Alışık, Ediz Hun ve diğerlerinde. Onlara özeniyordu. Onlar gibi âşık olmak, doyasıya aşkı yaşamak istiyordu. Âşıkların arasına giren Önder Somer’den, Süha Erdem’den, Ali şen’den, Erol Taş’tan, Lâle Belkıs, Aysel Tanju, Aliye Rona ve onlar gibilerden hoşlanmıyordu. Hatta öylesine abartmıştı ki ; açık giyinen, kısa etek giyinen kadın ve kızlardan bile hoşlanmıyordu.
Yine Türk filmlerinin etkisiyle oldukça da arabesk ve karamsar bir ruh hali vardı. Çok sevdiği Zehra’sına kavuşabilme umudu pek fazla değildi. Mutlaka önlerine engeller çıkacak, aşkları uğruna türlü badireler atlatacak ve sonunda kavuşamayacaklardı. Filmlerin çoğu öyle biterdi çünkü. İyiler, gerçek sevenler ancak öbür dünyada kavuşabilirdi. Filmlerin çoğunda, sevenlerin ruhları mezarlarından birlikte çıkıp, el ele tutuşarak bulutlara uçarlardı.
Zehra’nın köyüne sinema sırası geldiğinde, bir gün önceden başlardı heyecanlanmaya. Duygulu bir gençti o da. Başkaları gibi şiirlerle süslemeye çalışırdı mektuplarını. Edebiyat eğitimi almamış, usta bir şair değildi elbet. Yazdıklarına şiir bile denmiyor çoğu kimse tarafından. Onun gibi yazanların çoğuna şiir demiyor hatta gülüyor bazıları. Şiir denince ustaca, bilgece yapılan imgeler geliyor akla. Oysa en eğitimli şairlerin en ustaca yaptığı imgelerde bile, eğitim almamış, imgenin ne olduğunu bile bilmeyen, yine de şiir diye bir şeyler karalamaya çalışan, sevdiğine sunan böyle gençlerin , düz yazı şeklinde yazdııklarındaki tad çoğu zaman bulunmaz. Çünkü böylesine sevenlerin sevgileri, saflığı, gerçek aşklarını haykırışları vardır o dizelerinde. Ustalık değil belki ama, samimiyet vardır onlarda. İşte Fikret’in mektuplarında yazdığı yüreğinden dökülenler de Zehra’nın çoğunu takvim yapraklarından aktardığı maniler de böylesine samimiyeti, saflığı ve aslında en değerli olan duyguları anlatıyordu.
Düğünlerde, bayramlarda biraz daha yakından görüşmek, bakışmak mümkün olduğunda , dünyalar Fikret’in oluyordu sanki. Aklına getirdiği anda, köyüne yaklaştığında, kalbinin atışlarının hızlandığını fark ediyordu. Kendini öyle kaptırmıştı ki filmlere, sevdiği kızı namusu bilmiş, ondan başkasına yan gözle bile bakmamayı prensip edinmişti. Henüz yan yana gelip birlikte iki kelime bile konuşmadan, sadece mektuplaşarak, karşıdan karşıya bakışarak sevgili olduğu kızı sözlüsüymüş gibi benimsemiş, gelecekte evleneceği, çocuk sahibi olabileceği tek kız olarak görmeye başlamıştı. Tabii, işinin kolay olmadığının , belki de kavuşmanın imkânsız olduğunun da farkındaydı.
Yaşı onyediyi geçmiş olmasına rağmen halâ babasıyla birlikte kahve köşesinde yaşaması, kiralık bile olsa bir evlerinin olmayışı, sinema makinesinden başka bir varlıklarının, birikimlerinin olmayışı karamsarlığını artırıyordu. Sinemacılıktan para kazanıyordu aslında ama tasarruf alışkanlığı edinmemiş, gençliğin ve âşık olmanın da etkisiyle gerek üstüne başına, traşına ve hatta plâk almaya oldukça çok para harcıyordu. Yeni aldığı plâkları sevdiğine uzaktan dinletmeyi bile övünme sebebi sayıyordu.
Muhtarın kahvesini işleten Hidayet usta yıllardır yaptığı bu meslekten bıkmış ve kahveyi bırakınca Muhtar, kahveyi tadilât yaparak komple yenilemiş, çok güzel bir duruma getirmişti. Kahvenin yeni kiracısı ise Doğu’lu bir yabancı idi. Kısa sürede , adeta kumarhaneye çevirince, çok kızan Muhtar kahveyi ondan geri almış, ocaklığa kendi geçip, öfkeyle müşterilere çay servisi yapmaya başlamıştı. O, hem köyün muhtarıydı, hem bitişikteki bakkal dükkânını işletiyordu, üstelik bir de aynı kahvenin bir köşesinde berberlik yapıyordu. Bir de kahve kendine kalınca, öfkesinden sövüp saymaya başladığı anda Fikret’in babası ocaklığa yaklaşıp ;
’’ Ne bağırıp duruyorsun Muhtar ? Beş lira vereyim de sus ! ’’ der demez adam ocaklığı ona bırakıp ;
’’ Al senin olsun ! Geç ocaklığa ! ’’ deyip bırakıvermiş. Adamın sözünü ettiği beş lira kahvenin günlük kirası olup, aylık yüzelli liradan kiraya verilmiş oldu.
Fikret bu işe çok sevindi. Şimdi Kurtköy’ün en güzel kahvesini onlar işletecekti. Üstelik iki tane birden kahveleri olmuştu. Eski kahveyi sadece ev gibi yatıp kalkmak ve sinema oynatmak için kullanmaya başladılar. Bu arada İbrahim ağa da bitişikteki bakkal dükkânını kapatmıştı. Bakkal dükkânını kapatıp , kahvenin de o şekilde kullanılmasına kızmaya başlamış, bu konuda Fikret’in babası ile tartışırlarken , eşinin verdiğ parayı da söze karıştırdı.
’’ Sen daha o paranın faizini bile ödemedin ! ’’ deyince çok öfkelendi kahveci.
’’ Sen o parayı faiz ile mi vermiştin yani ? ’’
’’ Ne sandın ? Babamın oğlu musun sen ? ’’
’’ Peki, kaç para istiyorsun ? ’’
’’ Üç yüz lira . ’’ Cüzdanından üç yüz lirayı çıkarıp adamın suratına attı.
’’ Gözünü toprak doyursun ! Koskoca İbrahim ağa olmuşsun ; İncirli Mustafa gibi gariban bir adamdan faiz alıyorsun ha ! Bu ayıp sana yeter de artar İbrahim ağa ! ’’
Kahveyi bir başkasına kiraya verip Fikret’le babasına da kapattığı dükkanın bitişiğindeki ardiyeyi gösterip ;
’’ Başka bir yer buluncaya kadar burada kalabilirsiniz ! ’’ dedi.
Şimdi baba oğulun yaşadıkları yer kahve değil de bir dükkânın deposu, ardiyesi idi. Fikret’in çok ağrına gitmeye başladı bu durum. On yedisini geçmiş bir delikanlı sayılırdı artık. Çevresinden, arkadaşlarından utanıyordu. Sevdiğine hiç söz etmiyordu bu olanlardan. Sadece yeni bir kahve kiraladıklarını, çok güzel olduğunu anlatıyordu.
Bir süre sonra, eskiyen evinin yerine başka mahallede yeni bir ev yapan köylülerden biri eski evlerini onlara kiraya vermeye razı oldu. Heyecanla gittiler görmeye. Alt katı hayvan ahırı olan bu ev oldukça eski görünüyordu. Fakat sonuçta evdi işte. Annesinin yanından ayrıldıktan sonra ilk defa evleri olacaktı. Yatak yorgan, ocak ve kap kacaktan oluşan eşyalarını bir çırpıda taşıdılar. Üst kata çıkılan ahşap merdivenler kırık döküktü. Çıkarken çok dikkat etmek gerekiyordu. Eski ahşap pencerelerin aralarında boşluklar vardı. Camların kimisi kırıktı. Banyo odanın içindeki bir bölme idi. Ama evdi sonuçta. Onlar yıllar sonra kahve köşesinden bir eve taşındıkları için mutluydular. Hem de çok.
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Her halde kaldığınız yer,sonunda ev ortamı ayrı bir kapısı.Tebrik ederim saygılarımla.