Sevgi başka, özlem başka, umut başka dallarda
Sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuş ise beklemenin yararı olur mu bilmem ki ..?
Ben o zamanlar çocuktum ama özlem denen şeyin ne demek olduğunu bilecek kadar da büyük.
İlk eşini belki kaybetmişti, belki de ayrılmıştı bilmiyorum, iki oğlu vardı yani ben öyle zannediyordum. Bazen karşılaşırdık, gözlerinde hep hiddet dolaşırdı sanki, korkardım gözlerinin içine bakmaya.
İkinci evliliğini sanırım çevresi onaylamamıştı, belki de seçtiği eş adayını tutmamıştı yakınlarının gözü de bu yüzden eğreti tutmuşlardı onu belli ki.
Sebep ne olursa olsun, iki erkek evladı vardı ve o bir anneydi. Büyük oğlu yani ilk eşinden olan oğlu evli ve iki-üç tane de çocuğu vardı.
Maddi olarak muhtaç değillerdi aslında hem oğullarından hem de kendilerini dışlayan akrabalarından gelecek bir kap yemeğe ama her şey maddiyatla bitmiyordu işte.
Yüreğindeki yarayı ve isyanı gözlerinden okumak hiç de zor değildi Ali ağabeyin annesinin.
Bir kaç dönüm su altında, birkaç dönüm de kıraç yerde, nefislerini körleyecek kadar ekip dikecek toprakları vardı.
Yeter ki insanın bir karış da olsa toprağı olsun, aç kalmazdı hiç kimse.
Küçük oğlunu bir kere görmüşlüğüm var ama yüzünü hiç hatırlamıyorum, hafızamda canlanan sadece bir siluet, ceketi ve şalvarı aynı renkten bir elbise, başında bir kasket ve ayağında da nalın, resmin tamamı bu kadar.
Gedikli Okulunu kazanmış gidecekmiş, Allah’a ısmarladık demeye gelmiş bize. Babama "Dayı" diyordu.
Bizimkiler yolluk hazırlamışlardı, ne vardı ne hazırlamışlardı bilmiyorum, annem Ali Ağabeyin şalvarının cebine bir şeyler koydu.
Bunun yol harçlığı olduğunu daha doğrusu "yolun açık , şansın bol olsun" anlamına gelen simgesel bir uğurlama geleneği olduğunu çok sonraları öğrenecektim.
Babama dayı demesine sebep, gerçekten kan bağımız olduğu için miydi, yoksa dil alışkanlığı mıydı onu da bilmiyorum.
Zaten bilsem ne olacaktı ki....
Ali Ağabey Gedikli Okuluna gitti...
Gidiş o gidiş.....
Bir daha köye hiç dönmedi.
Evlendi mi, çocukları var mı, nerede yaşar hiç bilmiyorum ama annesinin (aslında kendi çocuğu değilmiş, ikinci eşinin ilk eşinden ayrılınca kundakta getirdiği bebekmiş) kendi kanından canından olmadığı halde, kendi çocuğu gibi baktığı, koynunda uyuttuğu ve özlemine hep umutlar büyüttüğünü anlattılar durdular senelerce.
Mektubu gelir Alimin diyordu, oysa sadece avuntuydu, yani ben öyle sanıyorum. Hem mektup gönderse, köyden ayrılmasının üstünden onca yıl geçtiği halde bir kerecik olsun kendisi gelmez miydi...
Deli tütün içerdi, özlemi artık öfke ve karamsarlığa dönmüştü, sanki hırsını kendi eliyle sardığı başparmak kalınlığındaki sigaradan çıkartıyordu, tütünü içmiyor, yiyordu sanki.
Ömrü böylece özlemleri saya saya geçiyordu, bir gün kötü hastalığa yakalandı dediler, ziyaretine gittim.
Hala gözleri çakmak çakmaktı, göz bebekleri özlem kokuyordu. Hasretini çektiği insan öz evladı olmadığı halde, ona duyduğu özlemi onun yerine öpe-koklaya yolun sonuna gelmişti..
Bu yaşam öyküsünde sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuştu, o da ebedi istirahatgahına.
Hayat denen bilmecede sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuş ise beklemenin yararı olur mu bilmem ama özlem öyle insafsız bir şeydir ki, senden bir şeyleri hep ödünç alır ama hiç geri verdiği olmamıştır...
Hatice AK/24.03.2014
NOT.....:Bu deneme (Kaşif Kani ERTÜRK hocamın ARTIK SAATLER SANA AYARLANMAYACAK) şiirine yazılmış bir yorumdu aslında, burada da paylaşayım istedim.
YORUMLAR
İyi akşamlar Hatice Hanımcığım,
Kalp kalbe karşıymış.Alışılmışın dışında bir öyküleme okudum.Mekan, zamandan çok kişi unsurunun vurgulanması tefekküre yöneltti beni.
Öykünün sonunda şöyle diyesim geldi: Özlememeyi, umut etmemeyi -çok acımasız olacak ama- hatta sevmemeyi öğrendiğimiz gün acınacak olmaktan kurtuluyoruz.
Bir yorum öykülemesinin yorumunun yoruma açık olması belki bundan. Sanmayın ki acımasızlığımdan.
Çok selamlarımla, güzel bir akşam diliyorum.
haticeak
Yaşanmışlıklar mı desem ne desem bilemedim ama gerçekten de son cümleleriniz bu durumun sağlaması gibiydi...
Yine de yani her şeye rağmen gülümsemeli diyorum, her şeye ve herkese inat...
"......koynunda uyuttuğu ve özlemine hep umutlar büyüttüğünü anlattılar durdular senelerce.
Mektubu gelir Alimin diyordu, oysa sadece avuntuydu,...
Hayat denen bilmecede sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuş ise beklemenin yararı olur mu bilmem ama özlem öyle insafsız bir şeydir ki, senden bir şeyleri hep ödünç alır ama hiç geri verdiği olmamıştır..."
HATİCE HANIM MERHABALAR ;
GERÇEKTEN HARİKAYDI..ETKİLENMEMEK MÜMKÜN MÜ?..HELE HELE KALEMİN USLUBU HİÇ ZORLAMIYOR İNSAN RUHUNU..BİR SOLUKTA OKUMAK DEDİKLERİ BU OLSA GEREK..ÇOK ÇOK GÜZEL VEDE ANLAMLIYDI ...
YÜREĞİNİZ VEDE KALEMİNİZ DERT GÖRMESİN KUTLUYORUM EMEĞİNİZİ..
SELAM VE SAYGIMLA..
Sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuş ise beklemenin yararı olur mu bilmem ki ..?
Ben o zamanlar çocuktum ama özlem denen şeyin ne demek olduğunu bilecek kadar da büyük.
İlk eşini belki kaybetmişti, belki de ayrılmıştı bilmiyorum, iki oğlu vardı yani ben öyle zannediyordum. Bazen karşılaşırdık, gözlerinde hep hiddet dolaşırdı sanki, korkardım gözlerinin içine bakmaya.
İkinci evliliğini sanırım çevresi onaylamamıştı, belki de seçtiği eş adayını tutmamıştı yakınlarının gözü de bu yüzden eğreti tutmuşlardı onu belli ki.
Sebep ne olursa olsun, iki erkek evladı vardı ve o bir anneydi. Büyük oğlu yani ilk eşinden olan oğlu evli ve iki-üç tane de çocuğu vardı.
Maddi olarak muhtaç değillerdi aslında hem oğullarından hem de kendilerini dışlayan akrabalarından gelecek bir kap yemeğe ama her şey maddiyatla bitmiyordu işte.
Yüreğindeki yarayı ve isyanı gözlerinden okumak hiç de zor değildi Ali ağabeyin annesinin.
Bir kaç dönüm su altında, birkaç dönüm de kıraç yerde, nefislerini körleyecek kadar ekip dikecek toprakları vardı.
Yeter ki insanın bir karış da olsa toprağı olsun, aç kalmazdı hiç kimse.
Küçük oğlunu bir kere görmüşlüğüm var ama yüzünü hiç hatırlamıyorum, hafızamda canlanan sadece bir siluet, ceketi ve şalvarı aynı renkten bir elbise, başında bir kasket ve ayağında da nalın, resmin tamamı bu kadar.
Gedikli Okulunu kazanmış gidecekmiş, Allah’a ısmarladık demeye gelmiş bize. Babama "Dayı" diyordu.
Bizimkiler yolluk hazırlamışlardı, ne vardı ne hazırlamışlardı bilmiyorum, annem Ali Ağabeyin şalvarının cebine bir şeyler koydu.
Bunun yol harçlığı olduğunu daha doğrusu "yolun açık , şansın bol olsun" anlamına gelen simgesel bir uğurlama geleneği olduğunu çok sonraları öğrenecektim.
Babama dayı demesine sebep, gerçekten kan bağımız olduğu için miydi, ya da dil alışkanlığı mıydı onu da bilmiyorum.
Zaten bilsem ne olacaktı ki....
Ali Ağabey Gedikli Okuluna gitti...
Gidiş o gidiş.....
Bir daha köye hiç dönmedi.
Evlendi mi, çocukları var mı, nerede yaşar hiç bilmiyorum ama annesinin (aslında kendi çocuğu değilmiş, ikinci eşinin ilk eşinden ayrılınca kundakta getirdiği bebekmiş) kendi kanından canından olmadığı halde, kendi çocuğu gibi baktığı, koynunda uyuttuğu ve özlemine hep umutlar büyüttüğünü anlattılar durdular senelerce.
Mektubu gelir Alimin diyordu, oysa sadece avuntuydu, yani ben öyle sanıyorum. Hem mektup gönderse, köyden ayrılmasının üstünden onca yıl geçtiği halde bir kerecik olsun kendisi gelmez miydi...
Deli tütün içerdi, özlemi artık öfke ve karamsarlığa dönmüştü, sanki hırsını kendi eliyle sardığı başparmak kalınlığındaki sigaradan çıkartıyordu, tütünü içmiyor, yiyordu sanki.
Ömrü böylece özlemleri saya saya geçiyordu, bir gün kötü hastalığa yakalandı dediler, ziyaretine gittim.
Hala gözleri çakmak çakmaktı, göz bebekleri özlem kokuyordu. Hasretini çektiği insan öz evladı olmadığı halde, ona duyduğu özlemi onun yerine öpe-koklaya yolun sonuna gelmişti..
Bu yaşam öyküsünde sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuştu, o da ebedi istirahatgahına.
Hayat denen bilmecede sevgi başka, özlem başka, umut başka dallara konmuş ise beklemenin yararı olur mu bilmem ama özlem öyle insafsız bir şeydir ki, senden bir şeyleri hep ödünç alır ama hiç geri verdiği olmamıştır...
güzel bir eser okudum değerli kaleminizi tebrik ederim.