- 628 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çakıl Taşı
İki mevsim vardı yeryuvarında. Biri kış biri yazdı. Geceleri soğuk bir perde kaplar yeryuvarını, gündüzleri ise kavurucu bir sıcaklık kaplardı. Umurumda değildi. Ellerimiz birbirine kenetlenmiş durumdaydı. Her bir adımda mevsimler karışıyordu birbirine. Çekemiyorlardı. Temkinli adımlarla ilerliyorduk yeryuvarında. Kimseden korkmadan, hiç kimseden çekinmeden ilerliyorduk tempolu adımlarımızla. Her bir adım atışımızda güneş kavurucu sıcaklığını üstümüze salıyordu. Bunu da görmezlikten geliyorduk. Daha doğrusu gözlerimiz, birbirimizden başka hiçbir şeyi göremiyordu.
Beyaz, bir piramidi andıran, küçük bir çakıl taşına çarptı ayaklarımız. Koskoca yeryuvarının yapamadığını yapan, küçük bir çakıl taşıydı. Şaşaladık bu durum karşısında. Ellerimiz ve gözlerimiz hala birbirine kenetlenmişti. Sadece yürüyüşümüze engel olmuştu. Korkunç bir ses duyduk o çakıl taşında. Kulakları sağır edecek kadar yüksek, akılları karıştıracak kadar iğrenç bir sesti bu. Gözlerimiz o çakıl taşına kaydı. Çatlıyordu. O ses onun çatlamasının sesiydi. Ne iğrençti o ses. Demek ki küçük bir çakıl taşından bu kadar ses çıkardı. O küçük taşın ortasında bir delik peyda olmuştu. Karanlıktı ama o taşın içindeki karanlık hoşumuza gitmişti. Başka bir karanlıktı. Hiç görmediğim ama hep hayalini kurduğumu sandığım bir karanlıktı. İlgimizi oraya vermiştik.
Karanlık giderek anlamadığım bir şekilde değişip duruyor, bizi içine çekmek istiyor gibiydi. Ve olan olmuştu. Ayaklarımız o küçük çakıl taşının, minicik deliğine kaymıştı. İkimizde aynı yerdeydik. Birbirimizi göremiyor sadece hissedebiliyorduk.
Artık ne genç bedenlerimiz bir başkası tarafından görülebiliyordu ne de seslerimiz işitilebiliyordu. İkimizin istediği gibi olmuştu. Birbirimizi göremiyorduk o karanlığın içinde ama karanlık ikimizin çok hoşuna gitmişti. Daha ben ne isteyebilirdim ki?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.