- 1364 Okunma
- 11 Yorum
- 4 Beğeni
Pazar Yeri
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
kalabalık bir pazar yerindeyim. duygularını satışa çıkarmış satıcılar var burada.
rengârenk tezgahlarda allı morlu hüsranlar, kederler, pembe sevinçler, siyah acılar, kıymıklı gözyaşları var.
insanlar mutsuzluklarına müşteri arıyor, belki bir ortak.
birileri kimselerle hemhal olmak, mutsuzluklarını olduğu kadar mutluluklarını da bölüşmek istiyor.
yalnız hiçbir şeyin tadı yok. öyle ya yalnızlık zehirli kara bir ok!
hiçkimse oralı değil. çok insan var orada ama alıcılar gelmemiş sanki. herkes kendi duygularıyla cebelleşiyor.
kimsenin başkasının tasasında yahut neşesinde gözü yok.
onunla gittiğimiz pazar yeri geliyor gözümün önüne. beni mutlu etmek için aldığı kırmızılar, yeşiller..
ve bir başkasıyla birbirinden ayrı yürüdüğümüz diğer kalabalık pazar yeri.
pazarları seviyorum. kalabalıkları seviyorum. sevdiklerimi kalabalık pazar yerinde görmeyi seviyorum.
pazar yerinde annemin elini bırakıp kayboluşlarım ve ağlayışlarım geliyor aklıma.
korkumu yenmek ve geçmişimle yüzleşmek istiyorum. belki bu yüzden sevdiklerimi kalabalık pazarlara götürüyorum.
bazen onları, bazen de kendimi orada kaybetmek, unutup gitmek istiyorum. annem bilse bu yaptığımı çok üzülür.
rüya mı gerçek mi emin olamıyorum fakat
küçükken kaybolduğumda gözlerim kan çanağına dönene kadar ağlamıştım bir keresinde.
kaybolmak en korktuğum şeydi o zamanlar. şimdiyse en çok istediğim şey..
aynı kalabalıkların yalnızlarıyız onunla. o da benim gibi hiçbir şey satın almadığı bir pazar yerinde dolaşıyor.
onu oraya kim itti bilmiyorum. onu pek sık görmüyorum.
rastlaştığımız zamanlarda dikkatle izliyorum sessiz sedasız gezintisini.
kimseyle konuşmuyor.
bazen kimsenin ilgisini çekmeyen bir tezgahın önünde dakikalarca durup merakla bakıyor ve nadiren de olsa gülümsüyor.
sonra pazardan çıkıp incecik bir yolda kıvrılıp sakin hayatına geri götürüyor yalnızlığını.
yalnızlığını gezmeye çıkaran herkes kadar o da omuzları düşük, bir yanı eksik, yenilmiş ve çaresiz adımlarla evine dönüyor.
bende eve geri dönüp geçenlerde sınavı berbat geçmiş bir gençten aldığım umutsuzluğu,
sevdiğinden ayrılan bir kızın artık istemediği için bana sattığı vazodaki çürüyen güllerin çekişen canıyla birleştiriyorum.
aynı hislere, aynı yaralara, aynı hezeyanlara maruz kalanlar birbirini iyi tanır.
ve çoğu zaman biribirlerini iyi etmeleri için çivinin çiviye şifası niyetiyle biraraya getirilirler.
ben de öyle yapıyorum. canı yanan, acıyı tanır. acıyı tanıyan başkasıyla tanıştırmak istemez, yanmasın diye kimsenin canı.
bugün de pazar yerinden elim boş dönüyorum. istediğimi bir türlü bulamıyorum. ne istediğini bilmeyenlerdenim ben.
annem geliyor öğle üzeri. kahve içiyoruz birlikte.
fincanı her zamanki alışkanlıkla kendime doğru döndürüp kapatıyorum. ben ne zaman bu hale geldim.
ne zaman başladım karmaşık bir siyahlıktan gelecek adına belirgin medetler ummaya..
bir kadına benzettiğim karartıyı netleştirmeye çalışıyorum gözümde.
benim gibi darmadağın, benim gibi bencil, benim gibi ayrık..
bir adama yüklediği anlamları hangi tezgahtan aldığını unutmuş.
geceleri onu hatırlamak, uyandığında hatırladıklarını silmekle tükenir olmuş bir kadın..
kadını tanıyorum. bu kadının ciğerini biliyorum.
hiç düşünmeden kapısına gidiyorum. kapıyı açıp iri gözlerle bana bakıyor. yardıma ihtiyacı var en az benim kadar.
bu kadında tuhaf bir şey var. biraz olsun hafifleyebilmek için ona iyilik yapmak istiyorum.
iyi bir insan olmak istiyorum. arınmak için bir budist gibi kullanıyorum onu. buda heykeline dönüşüyor kadın.
onu pazar yerine götürüyor ve ne isterse alabileceğini söylüyorum. bedeli neyse ödemeye hazırım.
kadın boş gözlerle bakıyor bu kez. ihtiyacı olan tek şey var. onu bu pazarda satan birine hiç rastlamadım.
kadın çılgınca onu arıyor, bulabileceğine inanıyor. burada satılmayan şeyler var o bunu bilmiyor.
bende söyleyemiyorum aradığı şeyi bulmasının imkansız olduğunu.
suçluluk duyuyorum bana hayli pahalıya patlayan elimdeki son ümidi ona verdiğim için.
kadın kalabalığın arasında gözden kayboluyor. onu buraya kendi ellerimle getirdim ve şimdi onu kaybettim.
telaşla koşarken omuzundan düşürdüğü şalı eğilip yerden alıyorum.
bu benim şalım. bu mor şalı or almıştı bana, üzerine kokum sinmiş. o giden kadın başkası değil. o benim!
içim sıkılıyor, içim daralıyor, ağlaya ağlaya haykırıyorum;
’’gelecek değil geçmiş diyorum!
geçmişi satan yok mu, yok mu ha! yok mu!’’
fulya/mart 2014
YORUMLAR
Yukarıdaki "evet" var ya, çift *e kullanışımın sebebi yüksüz yazının edâsı idi. Yüksüz. Kimsesiz. Hiç. Tek başına harfler. Heyecanlıydım hatırlıyorum ve sevinç çığlının aynasına bakıyordum. Ben.. Gülümsüyordum. Bunun için özür dilemeyeceğim, o kadını ben de tanıyorum. Dahası, ben şu ortak ses arayanların bildiklerinden yoksunum.
İnanın hiç mi hiç ilgilenmiyorum bunun beyne saldığı karıncalarla, kâlbe oturttuğu taşlarla. Bir kelimeyi kullanmayı evvel zamanlarda çok severdim. Sevmek ne kelime, hissederdim. Rûh'umun hürriyetiydi bir nevî. Fakat çok sonra, bunu gözümü kırpmadan kullandığım insanlar benimle konuşurken bir kere kullandılar. Bir kere. Çünkü onlar o kelimenin ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Pek tabiî ben yeni bir lisân icat etmemiştim ama onlar benim silahımla alnımı nişan aldıklarını zannediyorlardı. İlki mühim değildi, tebessüm etmişti. İkincisi... Ben o kelimeyi bir daha aslâ kullanamadım.
Pazar yeri ne kadar kalabalık değil mi. Ve.. Sanki herkes tek sûretin gölgesi. Ne önemi var ki, bu yazıyı okuduğum için iyi hissediyorum.
Bir dokun bin âhh işit, olmasın diye kısa kesmeliyim diyorum ne dersiniz. Hoşnut kılanın isimsiz olduğunun bilincindeyim. Farklı. Yazıyı yazanın adını bilmiyorum, kalem de öylesi bir rüzgârı dokumuş ki yazanın değil okuyanındır eser, sözüne mühür olmuş...
Güzeldi, teşekkürler.
Sevgiyle kalın..
(Çift yorum farkındayım, hoş görün..)
bekleme odasından sonra şimdi de pazar yeri.. bu kalem okunmayı cidden fazlasıyla hakediyor, e bize de bu güzel içdökümlerini paylaştığı için yazarına koca bir teşekkür etmek düşüyor.
yazıya gelince... sanıyorum geçmişe saplandığımız sürece o mor şalları pazar yerinin ortasında bulunan yapayalnız bir kavak ağacına bağlamaya devam edeceğiz. insan en iyi kendisinin mucidi.
acıyı bilenin başkasının acı çekmemesi için uğraşması ve önceden kalabalıklarda kaybolmaktan korkarken şimdi onu istemek.. gerçekten etkilyeciydi. hangimiz değişmiyoruz ki?
son zamanlarda okuyup bu denli içinde olduğum ender yazılardandı. büyük bir kaos ortamı gibi, hortum gibi içine çekti..kutladım.
Bravo Fulya...
Kalemin ile hayal gücünün yarış halinde olduğu bir yazı okuttun bizlere. Bazen terledik peşlerindeyken, bazen pazarcının biri,
-hoop dedi, bu ne telaş?
Hadi gel de, Fulya'yı okuyorum de şimdi. Öyle hızlıydık ki; zaten duymaz, duysa bile inanmaz.
-hoooppp vatandaaaş, koşarken mi?
Sana demedim mi Fulya?
Geçmişi satan yok, ne koşup koşup durdurdun peşinden bizleri de boşu boşuna?
Bak pazarcıya, inandı mı ki koşarken seni okuduğuma şimdi?
Sevgiyle.
"...çok insan var orada ama alıcılar gelmemiş sanki."
şehirler doldu ....
her insan köylerin sessizliğine bırakıp gelseydi ....
"..herkes kendi duygularıyla cebelleşiyor."
pazarlar dolar mıydı yine de...
mesajlar ...mailler ...twitler...
yetmiyor ki pazar yerleri yine kalabalık ....
"... kadın çılgınca onu arıyor, bulabileceğine inanıyor. burada satılmayan şeyler var o bunu bilmiyor..."
çoğumuz pazarda satılmayanları arıyormuşuz meğer...
selam ve saygılarımla