Bile Bile Alzheimer
Son 20 dakikadır gözlerimi açabilmek için kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. Fakat hala o çılgınlığa erişememiş olmalıydım ki son 20 dakikaya hatırı sayılır dakikalar eklemekten başka bir şey yapamıyordum. Bir türlü anlamlandıramıyordum gördüklerimi; ne zaman, nerede ve kiminleydim? Gözümü açtığımda hangi yatakta bulacaktım sıska bedenimi... Ve tabi bedenim zihnimde bıraktığım gibi sıska mıydı hala? Sakinleşmeye çalışıp gördüğüm rüyaya odaklanmaya karar verdim böylece sorularıma cevap bulabilirdim belki de.
Karşımda bir adam oturuyordu. Elleri elimde sıcacık hissedebiliyorum. Kokusu fena halde alışıldık. Konuşuyor. Sesi de tanıdık. Fakat bi dakika birlikte olduğum erkekler konuşmayı pek sevmezlerdi. Ya da benden fırsat kalmazdı zavallımlara. Dağılıyorum tamam. Kafanı kaldır ve yüzüne bak. Yüzü bembeyaz. Hayır beyaz tenli değil gerçekten bembeyaz pasparlak hiç bir şey göremiyorum lanet olsun. Dayanamıyorum, kimsin demek istiyorum, tam o sırada sırtımı sıvazlayıp kalkıyor. Masada oturduğumuzu o an fark ediyorum. Peki nereye gidiyor. İç sesim bu kadar geveze olmasa belki onu duyabilirdim. Kalkıp koşuyorum arkasından görmüyor beni seslenmem lazım bi taksi çevirmeden. Ama ismi... Kimsin sen be adam! Liste oluşuyor İskender, Umut, Mehmet, Ercan, Anıl... hangisisin? Bağırayım mı yani tüm isimleri teker teker. Napıcam şimdi bindi gidiyor. Yok artık bende bi taksiye atlayıp o malum repliği söyleyeyim sonra oturup hep birlikte amerikan filmi çekelim ne ala! Kendimi toparlayıp bulmalıyım onu en azından kim olduğunu öğrenmeliyim. O kimdi ki beni böylesine acıtmıştı gidişi...
Ensemdeki damar git gide genişlemekte, zonklamaları kopasıca boynumda hissedebiliyorum artık. Bir sen eksiktin migren. Şahane!
Düşün. Düşün. Gözünü açmalısın. Baş ucunda fotoğrafları olmalı, çünkü sen kimi sevsen (sansan) resimleriyle donatırdın etrafını. Saki bir gün bunu yaşayacağını bilirmiş gibi. Evet alzeimer ı bekliyordum ama bu kadar erken mi?
Ne kadar erken? Kaç yaşındaydım ki? En son liseye mi gidiyordum, hayır hayır üniversite mezuniyetimi anımsayabiliyorum. Ama hangi bölüm, mesleğimi yapabildim mi hiç? Belki de çoktan emekli oldum.
Gözlerimi açıp ellerime bakmalıyım ne kadar kırışmışlar görmeliyim hatta ölüm lekelerimi saymalıyım. Hadiiii! Olmuyor, bir kara mambo tarafından ısırılmışçasına felçliydi göz kapaklarım.
Bedenime hala hükmedemediğimi fark edince rüyama döndüm. Ayrıntılarda gizli olmalıydı sevgilim, ya da sadece sevdiğim. Çünkü bir meleği sevme ihtimalim olmamıştı hiç.
Düşünmeliydim. Yüzü yok. Geç. Elleri sıcacıktı. Soğuk elleri ele. Mehmet çiz. Ellerinin ısındığını görmemiştim hiç. Kokusu bir parfüm değildi kendi kokusuydu. Ercan çiz. Üstüne şişeyi boşaltıp gelirdi yanıma, gerçekte nasıl koktuğu hakkında en ufak bi fikrim yok. Sonra başka. Sesi evet sesi yumuşacık kadife gibiydi ama bu ayrıntı kimsenin üstünü çizdiremedi bana. İnsan kimi sevse o konuşurken ud çalıyormuşçasına mest olmazmıydı. Sevgisinden feragat ettiğinde ise tüm o seramoni büyük bi hızla arabesk repe dönüşürdü. Hayır listeyi daraltamayacaktım böyle. Ki yaptığım listeden de pek emin değildim. Hatırlayamadığım daha kaç isim girmiştir yüreğime kimbilir...
O ses de neydi? Evde yalnız değil miydim? Yoksa hangi aleme mensup olduğunu bile bilmediğim evcil hayvanım mıydı tıkırtının sebebi?
Tamam yeterdi artık. Heyecandan yerinden sökülürcesine atan kalbimden aldığım cesaretle tüm gücümü bileklerimde toplayıp doğrulacaktım yattığım yerden. Gözlerim nasıl olsa artık kalktığımı kabullenip açılıvereceklerdi mecbur! Sonuçta ruhum her ne kadar şuan kaybolmuş olsa da bu beden hala benimdi ve ona patronun kim olduğunu göstermeliydim!
Derin bir nefes...
Haydi...
YORUMLAR
sanki ilhamı gerçek hayattan alınmış bir yazı... öyle tahmin ediyorum. tebrikler