- 1619 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İMGELİ SÖZCÜKLERİN YILDIZI AMEDLİ YILDIZ
İLK KÜRTÇE ŞEHİR, COĞRAFYA, TARİH KİTABININ YAZARLARINDAN YILDIZ ÇAKAR’LA HÜZÜNLE KARIŞIK HOŞ BİR SÖYLEŞİ
“got fêm bike!
payîz jî hatibû, bêhna axê jî. vê sibê min çiyayê reş hembêz kir, sar bû, hişk bû...
-fêm dikim! ji biharan jî, ji bêhna axê jî. vê sibê di hembêza min de glokek êş...
-diçe kû?
-nizanim?
-çawa nizanî?
-bibore, bêhna axê tê!”
yıldız çakar
Ana sütü gibi helal olan anadiliyle en yasaklı günlerde bile korkusuzca yazan yürekli bir şair ve yazar YILDIZ ÇAKAR’la karşılıklı çok hoş bir sohbet…
Sevgili Güney okurları, bu sayıda kalemiyle konuşan genç bir kadın yazarla kadın yazarların kapısını aralamayı istedim.
Yine Amed’den her avuç toprağına neredeyse bir sanatçı düşen kadim kentimden selamım var sizlere sözcüklere derin mana katan Yazar Şair Yıldız ÇAKAR’la
Onu ilk kez 2013 TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı’nda Lîs Yayıncılığın standının önünde görmüştüm. Tam da ben “Yıldız ÇAKAR’la söyleşi proğramımız var ama ben onu reelede tanımıyorum. Keşke gelse de söyleşi öncesi birazcık konuşsak.” diye Lîs Yayıncılığın Genel koordinatörü Lâl LALEŞ’le konuşurken, başımı çevirmemle ceylan gibi iri ve gülen gözlerle bana bakan genç ve güzel bir bayanla karşılaştım.”Ben Yıldız.” demesiyle zaten o güzel ve gülen gözler Yıldız’la bir anda kaynaşmamızı sağladı.
Yıldız ÇAKAR, 1978 doğumlu Amedli genç bir şair ve yazar. Dört değerli kitabın sahibi olan, “Kendimi bildim parmaklarım arasında sözcüklerle raks eden kalemimi asla bırakmadım. Sadece yazarken kendimi kendim olarak hissedebiliyor ve mutlu oluyorum.” diyen bir yazar ve sözcüklere imge katan bir şair.
_____________Bize biraz kendinizden söz eder misin. Yıldız ÇAKAR kimdir?
Yıldız ÇAKAR: Diyarbakır’da dünyaya gelmiş olmak ve bu coğrafyanın ruhunun insanın ruhunda; yolları, caddeleri, gece yıldızlarının bile bir hüzün tozuyla gelip bir bedende can bulması…anlatılmayan şeylerin ancak yaşanılması gerektiği çok doğru bir kavram ve ben hiç çocuk olmadım Amed’de ve ben hep çocuk kaldım 15 yaş….çok karanlık ve kanlı yılların içinde büyümek ve savaş sürgünü olmak ait olduğun topraklardan ve kaybolmak. Benim hikayem kaybolmakla başladı ve hiç bitmedi. Bende, sonra başka bedenlerde ve başka ruhlarda. Bu kadar zulüm görmüş bir halk olarak savaşı ve kanı halen bedeninde ve ruhunda taşımak kolay değil.
_______________Genç bir yaşa sahipsiniz ve 4 değerli kitabınız var. Nasıl oluştu bu kitaplar? Kitapların hakkında bilgi alabilir miyiz?
Yıldız ÇAKAR: Her bir kitabın hikayesi farklı, yaratım dünyası farklı…İlk kitabım “goristana stêrkan -2004- İstanbul” daha çok 17 yaş öncesi ve kısa tarihli sonrası, yaşamışlıklarımın ve ruhsal çatışmalarımın bir eseri. Düşünün gözünüzün önünde bir adam vuruluyor Amed’in orta yerinde ve hiç kimse korkudan adamın ölüp ölmediğine bakamıyor, bir kahvehane var ve 50’ye yakın işsiz adam ve bir demirci dükkanı ve 2 katil. Daha 14 yaşındasınız fakat ölümü, vahşeti, çaresizliği en çıplak şekliyle görüyorsunuz, kanunsuzluğu, dökülen masum kanın on metre öteden hissediyorsunuz ve yerde yatan adam gibi yavaş yavaş bedeniniz soğuyor…soğuyor ve üşüyorsunuz… işte o zamanlar kendi dilimle yazamadıklarımı 17 yaşmdan başlayarak ilk kitabım olan ‘goristana stêrkan’ de bir nevi hayat buldu…dağınık ve isyankar cümleler ama bana kan ve karanlık bir tarihi hatırlatır. İkinci kitabım olan ‘ala’ adlı öykü kitabım, daha çok Kürt cografyasında yaşanmış ve benim nazarımda unutulmaması gereken ve de çok etkilendiğim olayların toplandığı bir kitap olarak benim hayatımda yer buldu. Bunlardan birkaçı senaryo öyküler idi. Fakat daha çok kadını anlatan bir yer oldu ‘ala’. Ne yazık ki Türkiye’de bu kitabımın baskısı yok. Güney Kürdistan’da Duhok’ta 2008 yılında yayınlandı. Daha sonra 2012 yılında Avesta Yayınları tarafından ‘derî’ adlı şiir kitabım ile ben ve Amed Tîgrîs tarafından hazırlanan ansklopedi görevi gören ‘Amed’ adlı ilk Kürtçe şehir, coğrafya, tarih kitabı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlandı. Bu yıl da Türkçe çevirisi basıldı. ‘Amed’ adlı kitabın basımına kadar birçok sorun yaşadık. Bütün köy ve kasabaların, ilçelerin Kürtçe isimlerini bulmak ve onları bir daha bu halka ait olanı teslim etmek gerekiyordu. Fakat o kadar asıl şeyler yok edilmeye çalışılmış ki birçok kişi daha önceden orjinal olan (kürtçe) isimleri hatılamıyor ya da hatırlayan birini bulmak bazen çok zor oldu. Bazı bölgelerle ilgili efsanelerin birkaç versiyonu vardı. Biz de var olan bütün versiyonlarıyla kullandık… Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde bulunan Gelincik dağıyla ilgili efsanenin 3 versiyonu vardı ve biz üçünü de kullandık. Bütün bilgileri dipnotlar ve belgelerle ortaya koymak istedik ve her ne kadar kitapta 3 yıllık bir çalışma yazsada 5 yıllık bir çalışmanın sonucunda Amed’in ilk Kürtçe ansiklopedisi sayılacak bir çalışma ortaya çıktı.
‘derî’ adlı şiir kitabımın hikayesi aslında çok uzun ve çok kısa. Neden diye soracaksınız? Nedeni şu: Bir tarih düşünün; dişil bir kültüre sahip fakat o dişil sesten eser yok. Ne bir kadın ressam, ne bir kadın romancı ne bir kadın şair ve ne bir ne bir… diye devam ediyor. Evet her seferinde ve her seferinde Meryem Xan ve ‘Eyşe Şan’ı örnek veriyorum, verecem…Bu iki sesten başka ses gün yüzüne çıkmamış ama çıkacak bundan eminim. Bu kadar derin bir tarih, muhtemeldir ki derin sanatçıları yüreğinde saklamıştır ve açığa çıkacaktır…
ilk yazılarımda çok sert bir dile sahiptim, sonra fark ettim kendi sesimi bastırıyorum… Sesimi yok sayıp başka biriymişim gibi yazıyorum, bir erkek gibi. ‘deri’ benim için öyle bir şiir oldu ki erkeklerin belki de okuyamayacağı bir kitap. Bunda art niyet aramıyorum, bir tek kadına ait bir ses ve o sesi yüksek tonlarda kullanmak istiyorum. Kadına bir dönüş olsun istiyorum. Çok eleştiri aldım, neden siyasi şiir yazmıyorsun ve neden hep kadın, ölüm ve sesi yazıyorsun. Bunlara cevap vermek artık içimden gelmiyor ancak bir tek bildiğim ‘ses’ yoksa hiç bir şey yok! Herşey yokluğa dönüyor. Siyasi sloganlarla yazanlar yaratımdan uzak bir taklit döngüsü içinde. Halbuki doğa kendi döngüsünü kurmuş, kodları bozamasınız. Nasıl ki yakından baktığımız şeyi uzaktan bakarken farklı görüyorsak uzak zamanlardan bugüne bakanlar günümüzün artı ve eksilerini farklı görüp farklı değerlendirecek. Örneğin Mezopotamya, Anadolu ve Doğu Akdeniz tarihi bilinmeden önce Batı dünyası medeniyetin kökenini hep antik Yunan’da aradı. Oysa ki Mezopotamya tarihi araştırılınca Yunan medeniyetinin bir taklit olduğu anlaşıldı. Bağırmak ve slogan yerine bir yanıyla parmaklarının ucunda yürürcesine sessiz fakat anlam yönüyle gümbür gümbür bir şekilde öze ve asıl olana, insanın ruhuna farklı dokunuşlarla işaret eden dünü bugüne bugünü de yarına da daha zengin taşır.
_______________ İlk kitabını yazarken ve kitabın bittiğinde neler hissettin? İlk kitap, ilk göz ağrısı gibidir, aşkla beklenir ele alınmayı yazan kişi tarafından. Sana İlk kitabın desem ve sen devam etsen…
Yıldız ÇAKAR: İlk kitabım farklı bir dille yazılmış Kürtçe! bir acıdır. Ve 15 yaşında ailesiyle yaşadığı topraklardan koparılmaktır. Evimizin duvarında kan var ve hiç silinmedi hayatımda… mucizeler varmış diyebildiğim anlar var… Diyarbakır’da bir daha ölümle burun buruna gelecek korkusu ve ilk sürgün ama o şiirler keşke kanla doğmasaydılar. beni var etti mi bilemiyorum ama halen kanı ve ölümü yazıyorum ve halen uykumda kanlı şiirler sayıklıyorum…Goristana Stêrkan’da işte kan kokusu var.
_____________Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım veya şairim diyebildiniz? Ya da kendini ‘şair-yazar’ olarak tanımlıyor musun?
Yıldız ÇAKAR: Yazar diyebilirsiniz kendinize, fakat şair olmak başka bir şey. Sonradan şair olunmuyor ben buna inanıyorum, eğer o varsa vardır ve açığa çıkar yoksa da yapacak bir şey yok. Beş yaşındaydım, annem şiir yazıyordu. Fakat hızlı yazamıyor ve ben ilkokul birinci sınıftaydım. Annem çağırırdı. ‘Çabuk kağıt kalem getir!’ diye. Evet varıyorum yanına cümleler çıkıyor yüreğinden. Sonra kızıyorum ona bu cümle şuraya uymadı diye! Ve ilk düzenlemelerini yapıyorum annemin yürekten şiirlerinde ve onlar hepsi bir günlükte aile hatırası olarak kalıyor. Kendime şairim demek geliyor içimden ama bir türlü hazmedemiyorum, aynaya bakarken kendimde halen eksik bir şeyler buluyorum, halen arıyorum… Evet bir şey var henüz bulamadığım ve halen arıyorum… Kaybolduğunuzu düşünün ve sürekli çıkmaz bir sokak ve o sokakta kendinizi arıyorsunuz… Hani diyorum o çıkmaz sokakta bulunursa –ben- belki…şimdilik diyemiyorum…
____________Kitaplarının hedef kitlesi kimlerdir, kitaplarında seni bire bir etkileyen figür nedir? Ya da böyle bir figür/ler var mıdır?
Yıldız ÇAKAR: Bir tek kitleye seslenmek yazarların işi olmasa gerek hele şairlerin hiç…Bugün Tolstoy’u dünya okuyor, Halil Cibran’ı da, ve birçok yaratcıyı…Bunlar kitlelere değil insanlığa, belki de kendilerini hedef almışlardır. Yazarlara bir şey demiyecem ama şairler hep yurtsuzdurlar ve hep yanlız…
___________Yani kalabalıklar içinde kocaman bir yalnızlık diyorsun Sevgili Yıldız…
________Tekrar kitaplara dönelim. Kitaplarını ne kadar sürede yazıyorsun? Başka bir deyişle bir kitabın mutfaktan çıkıp rafa sürümü ne kadar sürer? Tabii içeriğine göre.
Yıldız ÇAKAR: Hızlı gelişen dünyada yazarlık statusu de değişti! Artık masa başında bunu parayla yapan var, matamatiksel hesap yapar gibi, denklem çözer gibi insaları bu yöne yönlendiren firmalar bile var. Bilemiyorum. Bana biraz ters! Örnek verceksem ‘derî’ de bazen bir şiirimin hayat bulması bir yıl bazen iki yılı bulmuştur. Bunu planlayarak yaptığımı sanmıyorum ama bir kelime için sabahladığım çok olmuştur… Raf ömrü dediğiniz şey ancak belli bir şeye hitap eden, belki siyasi bir olgu, belki o döneme ait ama belki de o dönemde okunması gereken bir yapıt belki bir ömre sahip olabilir. Ama yaratıcısı tarafından yaratılımış bir yaratım her yüzyılda okunur… Homeros gibi…
__________Yıldız’cığım yazmak yetenek işi midir? Yazarlığın okulu var mıdır, öğrenilebilir mi?Daha doğrusu bir kriteri var mıdır? Her eline kalem alıp sözcükleri sıralayan gerçekten yazıyor mu? Yazar mıdır? Şu anda ortalıkta yazar ve özellikle şair kirliliği var diye düşünüyorum. Sen buna ne dersin?
Yıldız ÇAKAR: Evet yazarlık okulları var. Hiç şahid olmadım, neyi nasıl öğretiyorlar diye. Belki de yaratımı açığa çıkartıyorlardır, bilemiyorum. Biraz eski kafalıyım galiba, yaratım, sihirli bir değneğin gelip sizi bulması abra kadabra da değil… Vardır ve sürekli isyan halindedir, siz o deli dalgaları durduramasınız. Bunun bir kitaba dönüşmesi gerkemez, bir kağıda yazılması gerekmez, kalem olması gerekmez… Bakın tarihe, bir demir parçasıyla taşlara yazılmış şiirler… Ve dokunun ne kadar da sıcak… Giderek dünyada şiir ötekileştiriliyor! Hatta bazı yerlerde basit, bazı yerlerde de üçüncü sınıf muamele görüyor. Nedense anlaşılmıyor. Oysa ki öyküden, romandan daha ötedir şiir… Bazen bir şiir elli roman demek olabilir. Yani yaratımı az, öz bir kalıpta, gökyüzüne resim yapmak ve sunmak gibidir… Eline kalemi alan önce şiirle başlıyor, aslında en son durak şiirdir. Beni soruyorsun, Kürt Edebiyatı bilinmiyor… Beni es geçmelisin, daha bu coğrafyada bu dünyada Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanê, Feqîyê Teyran, Baba Tahirê Uryan, Cegerxwîn ve daha birçok Kürt Edebiyatçısı, klasiği ve filozofu bilinmiyor… Bunlar hak edilen yeri bulmayana kadar ben ve benim gibilerinin nerde olduğunu kimse bilmeyecek.
Kürt edebiyatının özellikle klasikleşmiş ve dünya edebiyatında yer alabilecek nitelikli eserlerin oldugunu ve bunların gün yüzüne çıkması gelecek nesillerin o ağacın gölgesinden ve meyvesinden çok şey olabileceğini düşünüyorum… Ve evet dünyayı gezerken herhangi bir kitapçıda bir Kürt klasiği bulabilmeliyim....
__________Meraklısı çok var Yildiz’cığım, yazarlık para kazandırır mı?
Yıldız ÇAKAR: Yazarlık para için yapılmaz. Ama şimdi bunu para için yapan var. Bunun ticareti de 21. yüzyıl kültüründe oluştu ve var. Fakat ben de birçok Kürt yazar gibi bırakın yazarlıktan para kazanmayı, olayın tarihsel ve varolma noktasında bulunmak, yeni bir şey yaratmak, zengin toprakların mirasına sahip çıkmak…vs vs… Elbette yazılarımdan para kazanmak isterdim.
_________Sen sürekli araştıran, üreten, yaratıcı bir yazarsın. Yeni projelerin mutlaka vardır. En büyük hayalin ve gerçekleştirmek istediğin projelerin nelerdir? Yaratıcı yazarlık konusuna düşüncelerin nelerdir?
Güney okurlarıyla paylaşmak ister misin?
Yıldız ÇAKAR: Hayallerim çok… Klasik ve modern sentezinde Melayê Cizîrî’ye atfen bir çalışmam var, çalışıyorum. Ses ve ses özellikleri beni çok etkiliyor…Serbest şiiri seviyorum ama klasikte başka bir şey var.. Bu aralar bir İran edebiyatına takıldım, orada kullanılan sese, sesin hayat bulduğu nefese… Ve birkaç senaryo öyküsü çalışmam var, yarım kalmış çok şey var bazılarına dönmeye korkuyorum. Sanki yarım kalmaları daha doğru gibi… Bilemiyorum…Bir sabah ansızın uyanıp umadığım ya da ummayacağım bir şey yazabilirim, bilemiyorum…
_______________Senaryo çalışmaların da var, biliyorum. Bir film yapmaya karar versen adı ve konusu ne olurdu?
Yıldız ÇAKAR: 2000 yılında ilk senaryo öykümü yazdım. Adı ‘pelweşîna li biharê’ ve bu öykü aynı sene MKM senaryo öyküsü dalında ödül aldı. 2001 sensinde de ‘tîrêjê zînê’ adlı yine ‘zayina çewt’ adlı senaryo öyküm ödüle layık görüldü… Kürtlerin parası yok ve film sektöründe büyük çalışmalar yapamıyorlar… Ben o öyküleri kullanamıyorum, haklar o şirketler ait. Fakat film de yapamıyorlar. Şimdi bir kaç senaryo çalışmam var, belki bir kaç yıl içinde hayat bulurular… Yani umuyorum…
__________Seni benzer yaştaki, benzer işi yapan, benzer konumdaki kişilerden farklı kılan ne var? Farkındalığın desem…
Yıldız ÇAKAR: Hiç kimse hiç kimseye benzemez. Herkes farklıdır. Elbette bende farklıyımdır… Bilemiyorum karşı taraf sizi nasıl görürse odur. Ben aynadan her kendime baktığımda hangisi ben diye soruyorum, yansıma hangisi, gereçek hangisi? Fazla şüpheci oluşum hayat kalitemi düşürüyor, ve fazla hümanist…
____________Yıldız 90’larda Amed’de çocuk olmak zordu değil mi?
Yıldız ÇAKAR: Zor olmaktan daha zor bir kelime varsa onu kullanmayı tercih ederim… Belki bir gün ‘evimizin duvarındaki kan ve çocukluğum’ diye bir şey yazarım… Belki bir gün…
____________Sen 90’ların Amedli çocuğu olarak onca baskı ve yasaklamalara rağmen ilk gençlik yıllarında anadilimiz Kürtçe’yle yazmışsın. Tüm bu baskı ve yasaklamalar kıskacında Kürtçe yazmaya korkmadın mı? Ya da ne gibi zorluklarla karşılaştın? Kürt yazarlar açısından bu gün durum nasıldır?
Yıldız ÇAKAR: Kürtçe yazmak 90’larda bambaşka bir şeydi. Benim hikayem, -rüyalarının dili ne- ile başladı. Yıl 1997 olsa gerek. 1995 ve 1996 da yazdığım birkaç şiir var Kürtçe ama çok eksik ve çok çok amatörce. Rüyaların dili ve bir kitapçıdan bulduğum İzoli’nin Kürtçe sözlüğü hayatımı o gün değiştirdi. Türkçe yazdığım tüm şiirlerimi bir torbaya koyup sakladım, atamadım. Evet başka bir dille yazmıştım fakat onlar da bana aittiler, canımdan bir parça, bir hayat gibiydiler… Ders aralarında, derste yazdıklarım var… 15-16 yaşlarında biri olarak yok edilmeye çalışılan bir halkın çığlığını başka bir halkın diliyle yazmışım ve atamazdım, saklıyorum onları… 97 sonrası ve 2000’li yıllar artık benim için bu yolun geri dönüşü olmayacağını gösterdi. Denemelerim ve şiirlerimin yayınlandığı o dönemlerde okuyucu yoktu, yazan sayısı da çok azdı. Belki en fazla en fazla 20 kişi diyebilirim… Üç aşağı beş yukarı sayıca fazla yoktu fakat şimdi Kürtçe’nin para diline dönüşmesi, üniversitelerde –yaşayan diller- adı altında eğitim vermesi, gazetecilikte ve birçok alanda Kürtçe artık para kazandıran bir dile dönüşmeye başladı evet şimdi herkes eline kalem almak istiyor… Fakat halen de benim dilim özgür değil, evet artık ‘w-q-x’ harflerine izin verildi, verildi de neden bu kadar yıl bu kadar talan, zulüm?... 90 yıl sonrada Kürdistan ismi kabul edildi… Bir halka yapılacak en büyük zulüm onun ana diline yapılan inkar ve yasaklamadır. Bu tam anlamıyla bir talandır başka bir açıklaması olamaz… Ben doğduğumda annemin benle ilk dialoğu neyse ben oyum ve kimse beni –o- olmaktan alıkoyamaz ama bu coğrafyada bu yapıldı ve halen de zulüm devam ediyor…
_____________Klasik bir soru olacak ama hayatında en önemli 3 şey nedir?
Yıldız ÇAKAR: Olması gereken her şey önemlidir bunlar da 3 ya da 5 kalıbına girmeyebilir.
____________Yüreğine sağlık sevgili Yıldız. Seninle söyleşmekten çok keyiflendim demek isterdim… Ama sen anlattıkça boğazıma bir şeyler düğümlendi. Öylesine bir düğüm ki söyleşi sonunda boğulacak gibi oldum aynı coğrafyanın acı dolu geçmişinin yumrusu tıkadı soluğumu bu taş avlunun duvarları üstüme üstüme geldi… Gördüğü zulmü sorgulayan bir halkın geçmişten gelen boğuk ve acı ses’i kulaklarımı sağır etti adeta… Her hebi Yildiz, her biji Yildiz…
"ji çivîkê pirsîn: çima, beriya mirinê fermana xwe dinivîsî?
çivîkê got: neçîrvanek ku hay jê nînê!
bi tîrê çavên xwe baskên min dişkîne.
Ji kevan pirsîn: çima, bê fermana te, kuştin pêk tê?
kevanê got: kuştin ne bi tîreye! Ji awirek –bêwijdanî- ye!”
yildiz çakar
Röportaj: Birsen İNAL