- 653 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SINIRIN ÖTE YAKASI
Bak, demişti oğlunun sargısından sızan kanı silerken:
-Bak, sizin için ne yapabilirim diye sorma bana. Sen kendin için ne yapacaksan yap. Belli ki Allah bizi buna memur etmiş. Belki size yaptığımızın bedelini ödüyoruz. Belli ki bizim sınavımız bu. Tanklara taş atmak bizim bebelerimizin görevi. Evlerimizin başımıza yıkılması, açlık ve sefalete sabredip ama yinede mücadeleye devam etmek…
-İşte soruyorum sizin için ne yapabiliriz diye. Sense kendin için yap diyorsun. Ben kendim için yapmak istemiyorum. Bu cihatta benim de payım olsun istiyorum….
- Bizi sınavımızla baş başa bırak. Üç beş battaniye, biraz ilaç yardımıyla tatmin mi olacaksın. Vicdanını mı rahatlatacaksın?
-Çok acı ve şeeyy…
-Acı ve incitici mi konuşuyorum.
-Eee yani evet. Bak bu insanlar ta nerelerden gelmişler sadece size yardım için, teşekkür beklemiyoruz ama inciniyoruz.
-Elimizi taşın altına koymak istiyoruz ama sizin konuşmalarınız çok acıttı kalbimizi.
-Ahh… Siz acı nedir nerden bileceksiniz. Elinizse zaten taşın altında ama farkında değilsiniz. Teşekkür etmeye gelince, siz teşekkür ettiniz mi?
!?
Mesela şöyle: “yarabbi bizi Afrika’daki açlıkla, Filistin’deki, Arakandaki zulümle imtihan etmedin, bunun için çok teşekkür ederiz.”
-Yani tabi ediyoruz ama hatırlattığın için sağol yine ederiz.
-Oh ne kolay! Hemen bitirdiniz işi. O teşekkürden sonra bir cümle daha olmalıydı. Durumdan bir vazife çıkarmalıydınız.
- Anlamadığımız için bizi bağışla, lütfen ne demek istiyorsanız açıkça söyleyin.
-Ne kadar da yumuşaksınız, ne kadarda alttan alıyorsunuz benim gibi bir zavallıyı kırmamak için ne kadar sabırlısınız. Oysa bu diyalog memleketinizde olsa şimdi çoktan sert ve kırıcı kelimeler kullanırdınız. Kavga ederdiniz.
Lafı uzatmama gelince; aslında ilk cümlemde bitirmiştim ama sorumluluklarınızı bilmediğiniz için anlamadınız. Bende sorumluluğunuzu iyice pekiştirmek için biraz ok attım kalbinize.
Şimdi, Allah bizi böyle sınarken sizi de nimetlerle sınıyor. Siz bu nimetlerden bize gönderiyorsunuz teşekkür ederiz. Allah kabul etsin. Bu sorumluluğunuzun en kolay kısmı? Öbürünü yapmazsanız benim gözümde bu yardımlarınız sadece bir tatmin aracı.
-Yine kalbimize ok attınız. Öbürü ne ki?
- Çocuklarınız. Çocuklarınızı nasıl eğitiyorsunuz. Biz kardeşiz. Benim, işte bu yaralı çocuğumla, senin çocuğunda kardeş. Kardeşin biri taş atmakla görevli öteki, yani senin çocuğunda güzel okuyup ve ama bu kardeşinin acısını hissedecek şekilde eğitiliyor mu? Yani Allah, siz okuyun, siz de çarpışın diye bir görev taksimi yapmış olmasın. Hani sizin bir şairiniz; “sen oradan kıracaksın zinciri ben buradan” demişti ya.
Bir hastalık başlamış savaş olmayan Müslüman ülkelerde. Savaşanlara, açlara, yoksullara yardım edelim, zekatımızı da tam verelim; ama çocuklarımız en modern okullarda okusun. Amerikada, ve avrupada. Ve onların bakış açılarını algılarını, sosyal hayattaki problem çözme yöntemlerini öğrensinler. Filistin, Gazze, Arakan bu mevzulardan uzak dursunlar ki kafaları karışmasın. Başlarına da bir hal gelmesin. Ve bu güzel ailelerin çocukları maalesef bu ailelere hiç de uymuyor. Peki ama hadi diyelim biz cennette kavuştuk sizinle, çocuklarımız nerede kavuşacak?
Ortam buz gibi olmuştu. Çünkü bu konuşmadan az önce bu insanlar çocuklarından bahsetmiş hangi batı ülkesinde ya da hangi kolejde okuduklarını birbirlerine anlatmışlardı. Bu ağustos sıcağında buz gibi ter döküyorlardı. Teşekkür beklerken çok büyük bir ders almışlardı bu adamdan. Uzun bir sessizlikten sonra bocalayarak durumu kurtarmaya yeltendi birisi.
—Şey… ee.. İlim…
-İlim müminin yitik malıdır; ilim Çin’de de olsa alınız sözünü mü hatırlatacaksın bana..
-ee yani öyle değil mi?
— İşte ben de tam bunu söylüyorum. Ama biraz önce çocuğunun Fransız kolejinde okuduğunu söylemiştin. Bu çocuklar ya ilk mektep çağında ya da ergenlik çağında. Onların kültürüyle yetişiyorlar. Nasıl kıyarsınız çocuklarınıza.
— Hayır hayır. Biz onlara dinlerini öğretiyoruz.
— Bu kadar yüzeysel nasıl düşünüyorsunuz şaşıyorum. Siz onlara bilgi öğretiyorsunuz. Kurandan da birkaç ezber. O okullarsa algılamayı, sosyal hayatındaki problemlere yaklaşımı yani bakış açısını şartlandırıyorlar. Bakış açısı olması için bir yerde durmak gerekir, işte duracakları yeri ezberletiyorlar. Bilgi mantık malzemesidir. Ama insanlar hayatlarını mantıktan çok duygu, alışkanlık ve tecrübeleriyle sürdürürler. Onun için İslam hal dinidir. Hali olmayan bilgi bir yüktür.
- Ee şey evet bazı hatalarımız olabilir. Ne yaparsın laik bir ülkede yaşıyoruz.
Hayır, hayır bu sizi kurtarmaz… Mademki bilinçli bir Müslümansınız laik bir ülkede yaşıyorsanız daha dikkatli olmanız gerekmez mi? Ama sorun Müslümanların sistemin laik olmasından kaynaklanmıyor. Müslümanların laik olmasından kaynaklanıyor.
—Yani biz laik miyiz? Bu iddia çok abartılı değil mi?
—İddia değil hal. Laiklik bütünü bölmektir. Sünnetullah zincirinin bir halkasını koparmaktır. Bir halka kopunca o zincir, zincir olmaktan çıkar. Müslümanlarda bunu yapıyorlar işte. Zekâtlarını veriyorlar, ibadetlerini yapıyorlar, bol bol da dua ediyorlar ama örneğin din başka ticaret başka diyebiliyorlar. O başka bu başka diyebiliyorlar. Bunu açıktan diyen insanlar değil bahse konu olan. Çünkü bunu dillendirmek cüretkârlık, dahası edepsizliktir. Bu cüreti göstermeyen, edepsizlikten de korkan kardeşlerimdir beni üzen.
- Yani biz mi?
- Bunu bir düşünün. Çocuklarınızı yabancı okullarda okutmakla laiklik arasındaki ilişkiyi düşünün. Özellikle üniversite öncesi çocuklarınızı. Kız çocuklarınızı göndermekten korktuğunuz bazı okullara erkek çocuklarınızı hangi cesaretle gönderirsiniz bunu da düşünün. Kılık kıyafetinizi de bir düşünün. Eşleriniz ile kızlarınız ve gelinleriniz arasındaki uçurumu düşünün. Örtünüyor musunuz tesettüre mi giriyorsunuz? İbadet mi ediyorsunuz, tapınıyor musunuz? Tapınırsanız namazı sadece kılmış olursunuz. İbadet ederseniz namazı ikame etmiş olursunuz. Kıldığınız namaz sizi yukarda konuştuklarımızdan vazgeçiremiyorsa bir problem vardır. Dualarımız kabul olmuyor diyorsanız bir problem var demektir. Düşünün inceden inceye düşünün. Namazı ve duayı Allah için yaparsınız da neden Allah’ın istediği ve öğrettiği şekilde yapmazsınız. Sizi engelleyen ne ki.
Sizi farklı kılan ne ki! Hz. Ömer nasıl iman etmişse, Hz ali nasıl iman etmişse öyle iman etmek zorunda değil miyiz. İmanımız davranışlarımıza yansıyacak güçte değil mi?
- Yardımın nasıl yapılacağını da Allah öğretmiyor mu? Arta kalanlardan değil canınızı acıtacaklardan değil mi? Bir düşünün isterseniz bunca yıllık hayatınızda canınızı acıtan kaç yardım yaptınız? İhtiyacınızdan artanlar değil. Çünkü sizin ihtiyaç listeniz hiç kapanmaz. Sizin öncelilerinizle bizim önceliklerimizi bir karşılaştır; aradaki uçurum vicdanına ne söylüyor ya da şeytan kulağına ne fısıldıyor.
Ayrılık vakti.
- Bir dakika; siz acıyı nerden bileceksiniz deyince sizi belki çok kırdım ama bir şeyi itiraf etmeliyim: Siz yaklaşık doksan yıldır savaş görmediniz. Oysa biz; siz buralardan çekildikten sonra iki yakamız bir araya gelmedi. O zamanlardaki milliyetçilik akımına bizde kapıldık. Babalarımız dedelerimiz Osmanlıya çok hata etti. Fransız ve İngiliz gavuru Osmanlı askerinin midesinde altın lira var diye laf yaymış. Dedem anlatırdı; ne çok Osmanlı askeri kesmişler. Aklıma geldikçe vücudumu ter basar, yumruklarım kitlenir, kalbim fırlayacak gibi olur.
Yıllarca ziyaret ederim CABER Kalesindeki Türk Şehitliği’ni. Dua eder helallik dilerim. Özür dilerim dedelerimizin yaptıklarına. Bilirsiniz burası halen Türk toprağı sayılır. Bence bir araştırın dünyadaki Türk şehitliklerini o zaman anlarsınız fedakârlık ne demekmiş, acı ne demekmiş. Japonya, Arakandan tutunda Bosna’ya kadar 30 civarında ülkede şehitliğiniz var Yemen’de Çanakkale’den daha fazla şehit verdiniz./verdik. Tam 300 bin can. Türkü, kürdü, arabı, alevisi, çerkezi koyun koyuna yatıyorlar. Ne ki biz hata yaptık.
Başını öne eğmişti. Sonra birden kaldırdı, uzaklara sabitlediği gözlerindeki yaşı gizlercesine onlara bakmadan sözlerine devam etti.
-Biz hata ettik… Hırçınlığım ve sizlere kırıcı gelen sözlerim aslında size değil kendime. Ben tarih öğretmeniyim, tahsilimi Türkiye de yaptım, ninem Türk. Biraz da bu yüzden içimi boşalttım. Hakkınızı helal edin. Şu ülkemin haline bakın. Fıransızın, İngilizin cetvelle çizdiği büyük Osmanlı coğrafyası işgal altında. Petrolü çok olan yerlerin sınırlarını küçük tutarak, şeyhlikler emirlikler adı altında parçaladılar. Nüfusları az olsun ki devamlı batıya muhtaç kalsınlar. Milyarlarca dolarda batı bankalarına yatırılsın. Şii nüfusun fazla olduğu yerlere Sünni, Sünni nüfusun fazla olduğu yerlere şii aileleri yönetici olarak koydular. Koydular ki fitne ateşi hiç sönmesin. Yalnız bu günlerde yine o cetveli görüyorum ellerinde.
Sustu. Bir süre hiç kimse konuşmadı. Arabaların çalışmasıyla sessizlik bozuldu.
-Hadi gidin selametle gidin de çocuklarınıza sahip çıkın, kıymayın onlara. Sonra tekrar ufka yöneldi, sözlerine tane tane devam etti.
-O çocuklarınızda bizim ümidimiz. Haydi gidiniz; biz bütün mazlum insanlarımızla bir gün sizin gemilerinizin gelmesini bekleyeceğiz. Gözlerimiz hep ufuklarda olacak.
- deyip gözyaşlarını gizleyerek arkasını dönüp gözden kayboldu.
…….
- Adeta şamar yemiş gibiydiler. Yaşadığı şehirde parmakla gösterilen bir hayırseverdi. Bir gurup arkadaşıyla komşudaki yangına su serpmeye gelmişlerdi. Dönüş sıkıntılıydı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sınırı geçince birden rahatlama hissetmişlerdi. Günlerdir doğru dürüs bir yemek yememişlerdi. Gelirken kaldıkları otele yerleştiler. Bir gün dinlenip İstanbul’a geçeceklerdi. Hamam sauna yemek ve uyku. Ertesi gün dinç ve biraz neşeli çıkmışlardı yola. Ama henüz utangaçlıkları geçmemişti yüzlerinden. Birbirlerinin gözlerine bakamıyorlardı.
Snırın ötesi ve berisi duygularımızı nasıl bu kadar etkilemişti. Sınırı geçince neden rahatlamıştık. Birbirimizden saklamaya çalışsakta hepimizin içinde gizli bir sevinç vardı. O lafları da etmeseydi o adam şimdi tatmin olmuş bir şekilde ne güzel dönecektik.
Selahattin Cansız
YORUMLAR
Bir ötelere ses verebilsek,seslenebilsek tarihe geri geri diye.Ey sınırın ötesinde tarihiyle hesaplaşan,Osmanlıyı hala yanlış anlayan zihniyet!Tarih en güzel dersi zaman içinde verir ki anlayana.
Medeniyetin Doğduğu topraklar kimsesiz,acı,fakir,hüzünlü neden?Ey Mezopotamya ! Fırat ile Dicle duymuyor artık seni...Senden ayrılan niceleri ölümle pençeleşiyor her devrin çocukları gibi.Nedir senin suçun,neden hala tenin siyah elbisen beyaz?Ben duyuyorum her bir çığlığı,ben yanıyorum her bir zulümde,ben ölüyorum ölen her bir çocukta.
Saygılar Sevgiler Ustada.
selahattincansız
saygı ve sevgiler.