- 577 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HERŞEYDEN ÖNCE MERHAMET
1996 yılının ilk baharı çiçekleriyle güneşiyle pırıl pırıl güzelliği ile Ankara’nın üzerine doğduğunda, insanlar baharın yüreklere getirdiği sevinç ve mutlulukla hafta sonu sabahın erken saatlerinde Atatürk Orman Çiftliğini doldurup, akşam havanın kararma vaktine kadar mangallarını yapıp, oyunlarını oynayıp evlerine döndükten sonra, günün hareketli kalabalığı caddelerden ve sokaklardan çekildiğinde TİGEM lojmanlarını çeviren dış duvarların yanında bulunan uzun kaldırım boyunca üzerleri yamalı ayakkabıları yırtık perişan halli bir kaç insan yavaş yavaş kaldırımda bulunan çöpe doğru yönelerek nasırlı ve kirli elleriyle bir umut karınlarını doyurabilmek için çöpe atılan artık yiyecekleri, çöplerden ayıklayarak yanlarında bulunan eski poşetlere doldurduktan sonra, yine aynı sessizlikle geldikleri yöne doğru kaybolurlar ve bir günde böyle biter.
Beyoğlu bütün hareketliliği ile yeni bir güne başlarken Beyoğlu lisesinin önünde güvercinleriyle bulanan yaşlı nine yoldan geçenlere güvercin yemi satmak için tezgâhını kururken, az ileride dört yolun tam ortasında üstü başı yırtık ve perişan bir halde 35 yaşlarında bir kadın boylu boyunca uzanmış kıpırdamadan yatıyordu, yoldan ve kaldırımdan araçlar ve insanlar geçmesine rağmen, yola boylu boyunca uzanmış kadına karşı her kez umursamaz davranış içindeydi, çarşı iznine çıkan bir askerdim o vakitler, yolda bulanan kadına yardım etmek amacıyla kadına yaklaşmak isterken, hemen kaldırımdan geçen bir şahısın müdahalesiyle karşılaştım –kardeşim ne yapıyorsun dokunma, sakın ha, ya ölmüşse, ya esrar almışsa üzerinde kalır, -adama dönerek, ya olur mu insanlık öldü mü, arkadaş, ya bir araba çarparsa ya hastanelik bir durumu varsa, ne demek üzerinde kalır, ne diyorsun sen diye cevaplarken, aynı şahıs bana dönerek, -galiba sen İstanbul’u bilmiyorsun bildiğin gibi yap benden söylemesi dedi ve umursamaz bir halde yoluna devam ederken, ben kandı yoldan güç bela tek başıma kaldırıp kaldırıma getirdim ve ambulansı arayarak yer tarif ettikten sonra, asker olduğum ve vakitte yaklaştığı için kışlamın bulunduğu Hastal’a gittim. Kimbilir o perişan kadının sonu ne oldu hep merak etmişimdir ve o kadının düştüğü o durumun hesabını bütün bir millet olarak boynumuzda taşıdığımızı gayet iyi biliyorum.
Tophane’den Bursa’yı seyretmek bir başka güzeldir, bütün yeşilliği ile Bursa kendini sunar insana ve lezzetli bir göz ziyafeti çektirir, insanlar dürbünle bu güzellikleri seyretmek için sıra beklerken, diğer yanda tophane çay bahçesinde bir grup insan çaylarını yudumlayıp neşeli neşeli konuşlarken, masalarına yaşlı bir teyze yaklaşarak, evlâdım Allah rızası için bana yardım edermisiniz diyerek bir umut elini uzattı, masada bulunan insanlardan biri ya git işine teyze Allah bize versin bizde sana yardım edelim diye çıkıştı yaşlı teyzeye, kadın bir umut uzattığı elini usulca yanına indirip boynunu bükerek masadan uzaklaştı.
Yukarı da, anlattığım olaylar bizzat yaşadığım ve şahit olduğum olaylardır.
Özellikle büyük şehirlerde ve son zamanlarda da Anadolu şehirlerinde kaldırımlara uzanmış kimsesiz insanlara rastlıyoruz, vurdum duymaz bir halde o insanları görmemezlikten gelerek, sanki yerde uzanmış biçare bir insan değil de, bir kedi bir köpekmiş gibi o insanlara karşı hissiz ve merhametsizce bir yaklaşımla, (değimli ki kedi köpek dahi olsa her canlıya yardım elini uzatmak insanın görevidir.) onları kimsesiz biçare halleriyle başbaşa bırakarak geçip gidiyoruz. Hangi birimiz şu an ki sağlıklı ve maddi yönden iyi olan durumumuzu bir ömür sürdüreceğimizi garanti edebiliriz. Bizler yaşadığımız şu an ki mutlu ve huzurlu hayatımızın biranda tersine dönüp de aynen o sokakların perişan ortamına düştüğümüzü düşünelim ve bu ortam bütün acımasızlığıyla üstümüze çullanmış olsun ve elimizden tutacak birileri bulunmasın, buna razı olabilirmiyiz asla, peki o zaman neden o zavallı, kimsesiz, yardıma muhtaç insanlara karşı vurdumduymaz davranıyoruz.
Erzurumlu Hayrettin KIZILOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.