Geleceğe mektuplar-7
GELECEĞE MEKTUPLAR – 7
DİYANET’İN KİRLİ ÇAMAŞIRLARI – 2
İSLÂM’I SULANDIRMANIN VE CAMİDEN KİLİSEYE GEÇİŞİN İLK ADIMLARI:
“ HER MÜSLÜMANIN MUTLAKA OKUMASI GEREKEN DİYANET’İN KİRLİ ÇAMAŞIRLARI!..”
“Kiminin cehaletinden, kiminin delâletinden, kiminin hiyanetinden dolayı; (devlet) babadan yetim, (Diyanet) imam ve ilgililerden öksüz, (müdavimleri) cemaatinden muzdarip, (yaşadıklarından dolayı) çağında GARİP ve de çok acayip.. bir hale gelen camilerin, camileri ve dini yönetenlerin hazin ve bir o kadar da gerçek hikâyesi!..”
Aranıyor!.. Bir hadis-i şerif de, Hz. Muhammed (s.a.v.) buyuruyorlar ki; “ ALLAH’DAN, ANCAK ALİMLER KORKAR.” Aşağıda okuyacağınız Diyanet’in Kirli Çamaşırları’nı yıkayacak (problemleri çözecek) bir alim (yani, Allah’dan korkan) sorumlular arıyorum. Alim olmayan (yani, Allah’dan korkmayan)lara, zaten söyleyecek bir sözüm yok.
Not: Müracaat yeri: Bu bölümdeki; yazı, resim ve videolardadır. İlgilenmek isteyenlere, Allah (C.C.) rızası için önemle duyrulur. munevveroglu@(www.surprizsite.com)
--- GİRİŞ ---
“İnsan haklarım, din ve vicdan özgürlüklerim adına!..
Giriş yazısının devamı, her bölümüm başında birer defa daha tekrarlamamak için; BİRİNCİ BÖLÜM’ün başında bulunmaktadır. Bu bölümdeki yazıları okumaya başlamadan evvel, mutlaka birinci bölümdeki “GİRİŞ” yazısının tamamını okumanızı, özellikle tavsiye ederim.
Çok önemli not: İslâm’ı düşman olarak kabul edenler ve savaşarak yenemeyenler; şimdi yeni moda bir metod geliştirdiler. “İslâm’ı, buldukları kişi veya kurumlar eliyle; “SULANDIRMAK” güncel tabirle, “LAYT”laştırmak, dejenere etmek..” ve böylece tarihten gelen “ÖCLERİNİ, İNTİKAMLARINI..” almanın savaşını vermektedirler. Cahil Müslüman’lar ise, bu gaye uğruna kullanılan bedava figürler olarak; bir çok önemle görevleri, bedava olarak ifa etmektedirler. Aşağıda bu hazin dejenerasyonunun delillerini, ibret ve şaşkınlık içinde okuyacaksınız.
İki hadis-i şerif: Resulullah (s.a.v.) ın; “camilerizi(n içini) sade yapınız,şehirlerinizi (ise) görkemli yapınız.” (Câmiu’s-Sagir) ve “Ümmetimin sonunda bir takım kavimler olur ki; camilerini süslerler, kalplerini ise viran ederler. Onlardan birisi, dinine vermediği ehemniyetten fazlasını elbisesine verir. Bunlar; dünyaları selâmet oldu mu, Ahiret işini kaale almazlar.” (Hakim)
“Bir zaman gelecek, sünnetimi öldürecek, dini bozmaya
çalışan kimseler çıkacak. Allah’ın melekleri ve bütün
halkın lâneti onların üzerine olsun.” Deylemi (Hadis-i şerif)
A) CAMİNİN İÇİNDE İMAMALARIN YAPTIKLARI HATALAR:
1)HER NAMAZDA “FATİHAYI ŞERİF”EYİ, YANLIŞ KIRAAT ETMELERİ: Ben İlahiyat eğitimi almadım. Ancak; imamların namazın her rekatında okudukları, “FATİHA SURESİ’nin, “İYYÂKE - NA’BÜDÜ’ayeti yerine; İYYAKE kelimesinin son iki harfi “KE”’yi, NA’BÜDÜ kelimesinin başına getirip.. İYYAKE’ye, sadece “İYYA” diyerek.. NA’BÜDÜ kelimesinide başına eklediği “KE” ile birleştirip, KENA’BÜDÜ” şekline “çevirerek manâyı değişmesine sebep olmaktadırlar. Türkçeden bir örnek. Meselâ; “BİZ ALİMİ SEVERİZ” cümlesindeki, “Z” harfini ALİM’in başına getirerek okursak, “Bİ ZALİMİ SEVERİZ” gibi cümlesinin tam tersine bir anlam kazandığı gibi. Veya; “ BEN AL’ı SEVERİM”deki N harfini AL’ın başına geçirirsek; “BE NALI SEVERİM’e dönüşmesi gibi. (AL kırmızı anlamında kullanılmıştır.)
2) İMAMLARIN; NAMAZDA, BAŞI AÇIK VEYA KISA KOLLU ELBİSE GİYİNMİŞ MÜEZZİNLERİ VE CEMAATİ UYARMAMALARI: Namaz sırasında ve bütün namaz kılanlar tarafından, başın ve kolların mutlaka ve bir şekilde örtülmesinin gereğini; aşağıdaki, “B-1 maddesindeki cami içinde fes takmama modası” başlığı altında ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Ancak cemaatin, başı açık olarak ve elbisesinin kollarının da kısa olarak namaz kılma modasına, müezzinlerin de uyarak.. hatta; ayrıca imamların da; “yazın sıcağı bahane edilerek, bir taraftan vantilatör ve bir taraftan da klimaları da olan bir camide (bizzat şahit olduğum, 22 Temmuz 2011 Cuma günü ve Cuma namazında, Uzundere istikametinde ve önünde eski camiden kalan yıkık taş duvarları olan bir büyük camide!) imamın kısa kollu bir cüppe ile cemaate, hem de Cuma namazı kıldırması beni şaşkınlığa düşürürken.. camide bir nev’i cemaate de, kısa kolla namaz kılmalarına öncülük etmesi, başı kapalı, kolları uzun ve zaten MÜSTEAP olan bu kurala uyan cemaatin de kafalarını karıştırıp; onlarında bu modaya uymalarına ve MEKRUH olan hareketleri taklit etmelerine.. dolayısiyle de, her geçen gün bunların sayılarının çoğalmaya başlamasına sebep olmaktadır.
Çok değil, 50 sene önceki cami imamları başlarını mezardan kaldırsalar, bu “kısa kollu cüppe giymiş, cami imamlarına, müezzinlerine ve cemaatlerine ” ne derler doğrusu merak ediyorum?!.. . Bu densizliğe ise, Diyanet’in, hoca (imam)ların müdahale etmeyerek, ses çıkarmaması; bu bidat salgınının, artarak her geçen gün daha da kökleşmesine sebep olmakta ve bir sünnet daha silinip giderken.. namazın ecri ise gittikçe azalmaktadır. Namazı bitiren hoca, namaz sonunda; vazifesinin eda ettiğini sanarak, bu namazın kabul edilmesi şartlarından birinin daha unutulmasına hizmet etmektedirler. Ne kadar feci bir hizmete, ne kadar kötü bir bid’ate ve ne kadar kötü bir akıma; (modaya) cami hocaları ve daha üst düzey sorumlu ve görevlilerin, hem de; imam ve yol gösterici sıfatiyle, öncülük etmektedirler. Ne kötü, bir yol kılavuzluğu!..
3) İMAMI VEYA İMAMI GÖRENİ GÖRMEDEN, AYRI BİR MEKANDA VE İMAMIN HOPERLÖRDEN GELEN SESİNE UYARAK NAMAZ KILINMASINA SUSMASI: Namaz; Yeryüzü’nde her yerde, gerekirse tek başına da olsa, mutlaka ifa edilmesi gereken ve şart (farz) olan bir ibadettir. Ancak, bu tek başına namaz kılmayı değiştiren veya yasaklayan birkaç istisnası vardır. Bunlardan, özellikle tavsiye edilen bir namaz kılma şekli; hadis-i şerife göre; “cemaatle kılınan bir namazın, yalnız başına kılınan bir namazdan; 25 veya 27 kere daha sevabının çok oluşudur.” Bir diğer cemaatle beraber namaz kılma şekli ise, mecburi (şart) olarak kılınan namaz şeklidir ki; Cuma namazının farzı ve de vacip olan iki bayram namazı ve cenaze namazı.. gibi, bir şart olarak; bir arada kılınan ve yalnız başına kılınması mümkün olmayan namazlardır. Cemaatle kılınan namazlarda, namaza önce imama uyacak şekilde niyet edilerek başlanır ve mutlaka imama uyularak ve de imam, bizzat görülerek veyahut da, imamı gören en son kişi görülecek şekilde.. cemaatle namaz eda edilir. Bu bir sünnetin ötesinde, mutlaka uygulanması gereken bir farzdır.
Ancak, günümüzde cemaat; bilhassa en çok Cuma ve bayram günleri, “Cuma namazının farzını veya bayram vacibini, cemaatle kılmak için..” camiye gittiğinden, cemaat; camilerin içine sığamamakta ve cami bahçesinden, yollara kadar.. bulduğu alanlara yayılmaktadırlar. Fakat bu sırada cemaat, eğer; imamı bizzat görüyor veya göreni görüyorsa, bir sorun çıkmaz. Ancak sorun, şurada çıkar. İmamı en son göreni görmeden, anfiden gelen imamın elektronik sesine uyarak.. cami dışında, herhangi bir yerde durarak.namazı eda etmek. Diyanet’e iki soru sorarak, bu konuyu biraz daha açalım.
Soru 1) Mesela, imamı veya imamı en son göreni görmeden, anfiden gelen imamın elektronik sesine uyularak kılınanan namazlar sahih (kabul) olur mu? Cevabınız “EVET” yani, kabul oluyor ise ayni enlem üzerinde bulunan Kâbe ile İZMİR’in namaz vakitleri, ayni zaman diliminde olduğundan; önümüze bir T.V. cihazı koysak, Kabe T.V.yi açarak; oradaki imamın elektronik sesine uysam.. kıldığım namazım kabul olur mu? Çünkü; hem, her evde T.V. var, hem de; yalnız Kabe imamının yalnız sesini değil, üstelik bizzat kendisini ve de Kabe’yi fazladan görerek namaz kılmış olacağım. Eğer, kabul oluyor ise; o zaman, “bir ordudan daha büyük Diyanet Teşkilatına harcanan katrilyonlarca lira’ya yazık değil mi? Yok, eğer cevabınız; “HAYIR İSE” o zamanda, imamı veya imamı en son göreni göremeden namaz kabul olmuyorsa; imamı ve imamı en son göreni görmeden kılınan namazlar, nasıl oluyor da kabul oluyor? Eğer kabul olmuyorsa, bu konuda halka ve hükümete dönük ne gibi uyarı ve çalışmalar yaptınız? Bu soruyu, bu Dünya’da ve şimdi mantıklı ve delilli olarak cevaplamazsanız; “canınız sağ olsun,” derim ve ben de; “Ahiret’de ve defterlerin açıldığı günde, bu soruyu bir defa da orada ve o zaman bir defa daha tekrar sorarım” bunu iyice bilerek cevabı düşününüz. Ona göre hazırlanınız!..
Soru 2) Farzedelim ki; evim camiye yakın ve Cuma günü imamın hutbesini ve namaz kıldırdığı anfiden gelen sesini evimden duyuyorum veya evim camiye uzak fakat caminin anfisinden bir hat çekerek, imamın sesini camideki kadar net duyuyorum. Evde de, küçük bir cemaat oluşturup; Cuma veya bayram namazlarını evde kılsam; kıldığım namaz kabul olur mu? Şayet, kabul oluyorsa, o zaman her şehirdeki bir camide; bir imama Cumayı veya bayram namazını kıldırır, geriye kalan cemaat da; diğer camilerde veya evinde bir T.V. veya bir anfi başında bu imama uzakdan uyarak.. Cuma ve bayram namazlarını kılar. Böylece bir çok bakanlığın bütçesine de fazla olan Diyanet’in bütçesine de böylece, boşuna para harcanmaz. Yok eğer, bu evdeki oluşturduğum cemaatin KILDIĞI bu CUMA veya BAYRAM NAMAZLARI kabul olmazsa, o vakit, NASIL OLUYOR DA; CAMİNİN ALT KATINDA VEYA CAMİ İLE İLGİSİ OLMAYA VE ÜSTELİK DE, İMAMI VEYA İMAMI EN SON GÖRENİ DAHİ GÖRMEYEN CEMAATİN; SADECE ANFİDEN GELEN SESE UYARAK KILDIĞI NAMAZ KABUL OLUYOR? Bu akıl tutulmasına, eğer şayet bir cevap vermezseniz, ben cevabı alacağım yeri ve zamanı çok iyi biliyorum. Aynen sizlerinde çok iyi bildiği “O YER VE O Z
4)YÜKSEK ANFİ (HOPARLÖR) SESİ:
A) İMAMLARIN CAMİ İÇİNDE NAMAZ SIRASINDA ÇIKAN HOPARLÖR SESİNE SUSMALARI VE HATTA İMAMALARINDA BU HATAYI KENDİLERİNİNDE YAPMALARI: Camilere, imam ve müezzin seçilirken, mutlaka sesi “gür ve güzel olanlar” seçilir. Cami içinde de ses yankı yaptığı için, bu ses daha da güçlü çıkar. Mihrabın içinin yuvarlak, kenarlarına doğru (borazanın ağzı gibi) genişlemesinin nedeni, biraz da; bu sesi daha geniş alana yayması içindir. Eskiden büyük camilerde dahi, bu ses tonu ve gücü yeterli gelmekteydi. Çok çok büyük camilerde, sesin yetişmediği istisnai durumlar olunca da; ilk müezzinin sesini en son duyan ikinci bir kişi, müezzinlik görevi yaparak.. sesin daha uzaklara ulaşması sağlanırdı.
“Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.” hoparlör veya anfi icat oldu, “camilerin ses düzeni ve ahengi bozuldu.” Yani, sanki daha çok yüksek sesle bağırmak; daha çok sevap kazandırıyormuş gibi, müezzin; bazan imam da dahil; zaten gür olan sesine, bir de hoparlörün yüksek ayarlanmış çıkış gücüne katarak.. Allah ne verdi ise, Karadenizli bir arkadaşımın deyimi ile “böğrüne taş yemiş, dana gibi” sesinin bütün gücü ile bağırmağa başlar. Ne dediği, ne okuduğu, sesden ortaya çıkan yankı dolayısıyla bazan anlaşılmaz. Eğer, biraz da sosyetik takılıyor ise; (hoparlörlerin takıldığı ilk yıllar) bir de, anfiye biraz eko katarsa, sonunda namaz; ibadet olmaktan çıkarak, bir zulmete dönüşür… Bunu da, çokça rastlayıp yaşadığımdan yazıyorum.
Genellikle, bir imam veya müezzin; camaat bir tarafa, caminin duvarlarını inletemiyorlarsa.. diğer camilerdeki meslektaşlarından ve “cami içindeki cemaatin kulaklarını patlatma yarışında geri kalmış ve görevini tam yapamamış gibi bir duyguya kapılıyor olmalılar ki, cemaatin kulaklarını sağır edecek derecede bu işe gönül vermişlerdir. Sanmayın ki; caminin dolduğu yalnız Cuma ve bayramlarda bu durum yaşanır. Cemaat sadece birkaç kişiden ibaret olsa da, yine sesler; mikrofondan hoparlöre, oradan da cemaatin kulaklarına doğru en yüksek perdeden akar da akar… Sonra da, hastaneler kulak rahatsızlıkları olan hastalarla dolar ve taşar. Bir açıklama: K.B.B. uzmanı, Prof. Dr. Bülent Topuz; yüksek desibelde müzik dinleyen gençlerde ileri derecede işitme kaybı tesbit ettiklerini belirterek, sesin 90 desibeli geçmemesi için uyarmaktadır.(Zaman 11-Eylul-2011) Camilerde ibadet ise gençlerin dinlediği müzikden çok daha düşük bir desibelde ve sakin bir ses tonu ile olması gereken sese; bir yetkili Allah’ın kulu çıkıp, bu kangren olmuş yaraya parmak basarak, bu rezilliğe ve eziyete.. bir standard getiremez mi?
(Not: Allah (C.C.) devletimize zeval, gereksiz ilaç masrafları dolayısıyla de, Maliye’nin kasasının boşalmasını bizlere göstermesin!..)
Soru: “Bu güne kadar, camilerdeki imamlar ve müezzinler, vazifelerini neden çok yüksek sesle yaparlar? Acaba, sesin desibeli arttıkça, sevabın derecesi de artıyor mu? Bilen varsa, lütfen beni de haberdar etsin.” ([email protected])
Not: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının gürültü yönetmenliğine göre, sanayi tesisleri ve fabrikalardaki iş makinaları için belirlediği ses (desibel) ölçümü, 80 desibeli geçince sağırlık ihtimaline karşı kulak tıkayıcı önlem alınması mecburi iken; camilerde ne böyle bir desibel sınırı var, ne desibel kanunu ve ne de, ne bu ölçümü yapan makam var! Çünkü cami cemaati kuzu gibi camiye gelir, namazı kılar ve gider. Ne; hakkının ne olduğunu bilir, ne de bu hakkını aramasını!.. Kulakları sağır mı olacak önemli değil, çünkü ne kendisinin ne de kılldığı namazın dahi farkında değilken, kulağının sağır olcağının farkına nasıl varsın? Hem nasıl olsa, camiye genelde yaşlılar gider. Onlarında çoğu sigortalıdır ve ilaç ile doktoru zaten devlet bedava karşılamaktadır!...
B) EZAN SIRASINDA CAMİ MİNARESİNDEN YAYILAN YÜKSEK EZAN SESİ: Bu rezalet çeşidini de, Milli Gazete’den 26 Temmuz 2013 tarihli ve M. Şevket Eygi’nin, “Avaz Avaz Hoparlör” başlıklı yazısındaki isyanından (özetle) dile getirelim. “.. yatsı ezanı okunmaya başladı, biz de camiye girdik. Aman ya Rabbi! Hoparlörler 150 desibel şiddetinde bağırıyordu… Kulaklarımız zonkladı ve zorlandı. Bir Müslüman ezandan asla rahatsız olmaz ama şiddetli hoparlörden rahatsız olabilir… Cami çok büyük… Bir saf cemaat vardı.
İmamın hoparlörü daha az şiddetliydi. Namazı huzur içinde kıldık. Tesbihat yine 150 desibel yüksek sesle yapıldı. Cami çın çın çınlıyor, inliyordu, kubbe Allah saklasın yıkılacak sandım. Duadan sonra okunan Kur’anı dinlemeden çıktım.
Camilerdeki hoparlörlerin ıslah edileceğine dair ümidim kalmamıştır. Sadece şikayet ve protesto için, bir tür emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmak için yazıyorum… Yazıklar olsun!.. Camilerin ses düzeni konusunda bile başarılı olamıyoruz…
Sabahleyin küçük bir camide namaz kılınıyor. Mihrapta sabit bir mikrofon, imamın yakasında seyyar bir mikrofon. On iki kişilik cemaat için bu mikrofonlara ne lüzum var? Cami ve minare mikrofonları fetiş haline geldi.
Kulakları rahatsız eden yüksek sesle ezan okumak, tesbihat yapmak, namaz kıldırmak hikmet ve akl-ı selîm sahibi Müslümanlara yakışmaz. Camilerdeki ses şiddeti bilemediniz 80 desibel olmalıdır. 80 desibelden yükseği ses kirliği oluşturur ve Kur’an kıraatine, Ezana, tesbihata, dinleyenlerin kulak sağlıklarına zarar verir.
Ezana, Kur’an tilavetine, tesbihata zarar veren, kulakları hırpalayan çok yüksek şiddetle bağırtılan hoparlörleri bir kere daha protesto ediyor ve ellerinde imkan olduğu halde bu aksaklığı düzeltmeyenlere hakkımı, bir Müslüman olarak helal etmiyorum.
Bu kadar basit bir aksaklığı düzeltemezsek, daha girift problemleri nasıl çözeceğiz?..”
Ben, M. Şevket Eygi’nin acısını birçok yönü ile çok iyi anlıyorum. Ah!.. Bir de Diyanet anlasa, Sayın Sağlık Bakanı ve en çok da, dini konulara çok hassas olan Sayın Başbakan bir duysa.. Ah, bir duyuran, ulaşabilen olsa!.. Ah, bir, olsa!..
5) DARMADAĞIN SAFLAR VE ACİZ İMAMLAR: Gerek yukarıda yazdığımız, gerekse aşağıda yazacağımız her maddeyi; ayet ve hadisler ile tek tek açıklamamız, yerimizin sınırlı olması dolayısiyle münkün değil. Ancak; hiç olmazsa bu maddede; ayet ve hadisleri temel alarak, camide farz namazı sırasındaki “SAFLARIN SIK ve DÜZ OLMASININ ŞART OLUŞU”nun nedenlerini; önce ayet-i kerime ve sonra da hadis-i şeriflerin gösterdikleri istikâmetlerin doğrultusunda inceleyelim. (Ayet ve hadislerin kaynağı; 01 Temmuz 2011 Zaman) Saff suresi 4. ayet de, deniyor ki; “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi, “SAF BAĞLAYARAK” kendi yolunda savaşanları sever.” Bu savaş kelimesini gerçek savaş içinde alabilirsiniz, namaz içinde. Çünkü namaz, zaten nefse ve Şeytan’a (cinler ve şeytanlara) karşı verilen bir savaş değil midir? Yine Saffat suresi 1. Ayet de, Allah (C.C.); “SAF SAF DİZİLEN (melek)LER” üzerine yemin ederek başlarken.. Nebe suresi 38. Ayetde de; “O gün, Rûh ve melekler; SAF SAF SIRALANIR. Rahmanın izin verdiklerinin dışında asla konuşamazlar. Konuşanlar da, yerli yerinde söz söyler.” diyerek, Allah (C.C.) ın, ayet-i kerimeler ile, SAFLARIN sık ve DÜZ OLMASI”na verdiği önemi belirtir… Resulullah (s.a.v.) ise, safların sık ve düzgün olmasına azami itina göstererek, bizzat kontrol ve gerektiğinde müdahale de ederek, safların düz olmasının önemini şu hadis-i şerifler ile ortaya koyar. “SAFLARIN, karışık ve düzensiz olmasının; saf tutan mü’minlerin kalplerine, İTİLAF VE KARIŞIKLIK SOKACAĞINI” ifade buyururlardı. (Müslim, salât 122) Yine, bir başka hadis-i şerifde; “Ya, SAFLARINIZI düzeltirsiniz ya da (yaptığınız bu karışıklıktan dolayı) Allah, kalplerinize itilaf atar!” (Buhari, Ezan 71) “Safları sıklaştırın!..Birbirine bitişin!.. Allah’a yemin ederim ki; boş kalan aralara, Şeytan’ın girdiğini görüyorum.” (Nesai) “Allahü teâlâ safı doldurana rahmet eder; safta boşluk bırakana da; gazap eder.” ( Nesai) “Saftaki boşluğu dolduranın günahları affolur.” (Bezzar) Ve de, emir kipi ile gelen, son bir hadis-i şerif de ise; “SAFLARINIZI DÜZGÜN TUTUN, omuzlarınızı bir hizaya getirin, boşlukları doldurun, SAF’a girerken kardeşlerinize hafifçe dokunun, Şeytan’a açık yerler bırakmayın. (her) kim SAFLARI sık tutarsa, Allah; onu hayra eriştirir. (her) kim de, SAFLAR arasında boşluk bırakırsa, Allah onu hayra eriştirmez.” (Müslim, Salât 4 ve Ebu Davut, Salât 93) buyurarak; safların düzgün ve sık olmasının önemine değinmişlerdir. (Din adamları bilmez lakin; ayet ve hadis-i şeriflerdeki, bu dizilmenin, bir de bilimsel açıklaması vardır.) Yakın tarihe kadar, camilerde farz namazı başlamadan imamlar, sıkça tekrarda bulunur ve cemaati şöyle uyarırlardı. “SAFLARINIZI, SIK VE DÜZGÜN TUTUNUZ. Allah’ın rahmeti ve bereketi üstünüze olsun…” Günümüzün imamlarına gelince; artık, bu sözler genellile ve sık sık duyulmadığından imamlar, arkalarına bakmadan bir an önce mihraba geçerek namazı kıldırıp.. bir an önce de camiden dışarı çıkma isteği yüzünden; ne yazık ki bu İslâm hasleti ve emrine de, artık bir çok camide hasret kaldık ve sonuç itibariyle de; camaatin, aralıklı ve bozuk saflari ile sık sık karşılaşır olduk. Ayet-i kerimelerin ve hadis-i şerifinlerin de dediği gibi; KALPLERİMİZDE İTİLAF VE KARIŞIKLIK BİR TÜRLÜ BİTMEMEKDE ve İslâm alemi; diğer sebeplerinde eklenmesiyle sürünmeye devam etmekte ve bir türlü ayağa kalkamamakta, İTTİHAD-I İSLÂM bir türlü gerçekleşememektedir… Çünkü: “Safları sıklaştırın! Birbirine bitişin! Allah’a yemin ederim ki; boş kalan aralara, Şeytan’nın girdiğini görüyorum.” (Nesai) gerçeği haykıran hadisine dahi uymuyoruz. Üstelik de, daha bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerife rağmen. İslâm ‘a ilk, “nereden ve kiminle başladık!” ve “şimdi kimlerin ve nelerin eline!” kaldık.. Ve de, nereye doğru savrulmaktayız?..İlgililerin ve sorumluların, bu hatadaki payları nispetinde “kulakları çınlasın!” Çünkü; gerek kişisel, gerekse genel Kıyamet’e ve o büyük terazinin ortaya çıkmasına çok zaman kalmadı.
6) İMAMLARIN, JET ÇAĞINA UYGUN NAMAZ KILDIRMASI;
A) İMAMLARIN “JET TERAVİ NAMAZI KILDIRMASI: Her Ramazan ayının girişi ile beraber, yatsı namazının son sünnetinden sonra “Teravih namazı” kılınır. İlahiyat Prof’u Y. N. Öztürk, adeti olduğu üzere her zaman yaptığı gibi; “İslâm’da teravih namazı yoktur ve Resulullah (s.a.v.) böyle bu namazı yasaklamıştır…”(olmayan şey nasıl yasaklanır, gerçekten Dünya çapında çok büyük bir buluş. Fakat konumumz Öztürk’ün iddaasına cevap olmadığından) Diyanet işleri başkanlığı’nın Öztürk’e; “İslâm’da, teravih namazı vardır ve Resulullah (s.a.v.)ın bu namazı yasaklaması iddası akla ziyandır..” diyen sert açıklamasına karşı; (Zaman, 13 Ağustos 2011) yıllardır dillerden düşmeyen, “jet hızında ve bir türlü; salli’yi okuyanın, barik’i ve her yeni ikinci rekat başındaki okuduğu “süphaneke’yi”, bir türlü yetiştiremediği ve nefesi tıkanarak YARIM-YARIBUÇUK kıldığı.. ‘ 20 rekatlık TERAVİH NAMAZI değil, teravi işkencesi cezası ve şikâyetine, bir türlü çare bulamaması” kılınan namazların sıhhatini engellemekte ve büyük çapta acizliğini de ortaya koymaktadır. Aynen; tesbihatta yaptıkları hataları gibi.
B) İMAMLARIN; JET TESBİHAT YAPMASI VE CAMİ CEMAATİNE DE YAPTIRMASI: Camilerde, her namaz sonrası çekilen ve bırakın dil ile tesbihi, el parmaklarının bile çekmekte yetişemediği; tebihatın, “tesbih çekme bölümü”nde olduğu gibi. Haşr 7 ayetinde ;“Peygamber; size ne verdiyse alın, Size neyi yasak ettiyse ondan sakının..” diyor. Şimdi soruyorum? Peygamber (s.a.v.) size, “ jet teravih ve jet tesbihatı mı verdi?” ve de sizi “normal teravih ve normal tesbihat’tan yasakladığı için mi?” siz bu uygulamayı seçdiniz? Yoksa, ayete karşı mı çıkıyorsunuz? Ne dersiniz? İslâm adına bir cevabınız var mı? Ey imamlar ve daha üst düzey yetkililer! İşte bu yüzden; cemaatin hem nefretini kazanmakta ve hem de hakkını çiğnediği için.. büyük vebale girmektesiniz. Hesap günü ve en azından ben, kendi adıma; “hakkımı ve hukukumu!..” arayıp soracağımı iyi bilesiniz.
Ve sizlere iki soru; 1) Bir ayeti inkâr edene veya hükmünü bildiği halde uygulamayana ne denir? 2) Dinde BİDAT nedir? Not: Amel edilmeyen ilim, sahibi için bir vebaldir. (Hadis) Ve ey Müslümanlar! Üç hadis-i şerifde deniyor ki; “1) İbadetlerini bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir. 2) Bizim yaptığımıza benzemeyen her amel merduddur. 3) “Ümmetimin sonunda bir takım kavimler olur ki; camilerini süslerler, kalplerini ise viran ederler. Onlardan birisi, dinine vermediği ehemniyetten fazlasını elbisesine verir. Bunlar; dünyaları selâmet oldu mu, Ahiret işini kaale almazlar.” (önemsemezler)
C) İMAMLARIN; “TESBİHAT BAŞLARKEN OKUDUĞU, AYET-EL- KÜRSİ’DEN SONRA BOŞLUĞA ÜFLEMELERİ VE CEMAATİNE DE BÖYLE YAPTIRMASI: Gerek enerjilerin bilimi, gerekse din ile bilimin birbirlerinden hiçbir yerde ve hiçbir şekilde ayrılmadıklarının ilmi üzerine uzun zaman emek verip kafa yorduğum için ve de Kur’an-ı Kerimin, bırakın bir ayetini, her harfinin de ayrı bir enerji değeri olduğunu ve bir de üstelik içinde “özel olarak “ ŞİFA AYETLERİ’nin bulunduğunu bildiğimden; camide müezzinlerin, evde veya tek başına namaz kılan Müslüman’ların, namaz sonunda okuduğu Ayet- el Kürsi’nin sonunda bu ayet-i kerime’den hasıl ve bir şifa olan bu pozitif enerjiyi; önlerine ve yere doğru üfürmeleri kendileri için “cehaletlerinin birer belgesi olsa da,” bunu taklitçi Müslüman’larında tekrar etmesi; din adına bir utanç ve sıhhat adına ise büyük bir şifa enerjisini boşa harcamalarına sebep olmaktadır. Şifa için, suya Kur’an okur hastaya içirirler de, en büyük şifa kaynaklarından biri olan Ayet-el Kürsi’yi; hem de her namazda okudukları halde, yere üfürürler de; sağ omuzdan başlayıp, sol omuza doğru vücutlarına (bedenlerine) üfürmez cemaate de kötü misal olmaktan kurtulamazlar. İşte, bir bilim dini olan İslâm’ın, zırcahil hocalar yüzünden getirildiği acıklı son durumunun hali ve pür-melali.
D) YATSI NAMAZININ SON SÜNNETİ İLE TERAVİH NAMAZI ARASINDA AZICIK DA OLSA ARA VERMEMELERİ:Bazı camilerin imamları, namazı bir an önce bitirip, cami dışına çıkabilmeleri için, Yatsı namazının son sünneti ile Teravih namazı arasında, adeta bir koşuya girmiş gibi hiç ara vermeden kılmakta ve arkalarındaki cemaati de; zamanında tesbih ve duaya yetişmek için soluk- soluğa bir namaza mecbur bırakmaktadırlar. Bir camide bir defa rastlasam üstünde durmazdım.. Fakat, ne yazık ki, artık geneli kapsar bir duruma gelecek kadar önem kazandı. Cemaatin içinde, elbette işi acele olanlar vardır. Lâkin, bunlara karşılık; yaşlılar, hastalar, güçsüzler.. de, daha çok vardır. Daha da önemlisi, namazı kılış hızında ve namaz aralarında da; kendine özgü az da olsa bekleme şartları vardır. Ne yazık ki, bir çok imam; bu namaz aralarına hiç değer vermeden, namazı değil, başladıkları namaz koşusunu bir an önce bitirme gibi bir yarış içindedirler. Çok üzücü fakat, sık-sık tekrarlanan bir imam hatası olarak; bir çok camide, aralıksız sürüp gitmektedir.
7) PERŞEMBE GECESİNDE VE YATSI NAMAZI SONUNDA YAPILAGELEN “GÜNAHLARA TÖVBE VE NİKAH TAZELEME” DUASINI TERKETMELERİ; Eskiden; “imanınızı, “La ilahe illallah sözü ile yenileyin” hadis-i şerifine mashar olmak için; Perşembe geceleri yapılan çok hoş bir adet vardı. Yatsı namazını bitiren imam, geçen son bir haftanın günahlarının affı için bir TÖVBE ve İSTİĞFAR DUASI” (tecdid-i iman duası) yapardı. Duanın sonunu ise, yine son bir hafta işlediği günahların, dini nikahlara verdiği zararı izole etmek adına da; bir “NİKÂH YENİLEME DUASI” (tecdid-i nikah duası) yaparlardı. Şimdi bir çok camide, artık bu sünnet’de kalkdı. Böylece imamların, “zaten ağır olan iş yükü biraz daha hafifledi!” ve camide kalma süreleri de biraz daha azaldı. Cemaat ise, kendi haline bırakılıp ve günahları ile nikâhına zedeleyen zararlar ile baş başa bırakıldı.
8) İMAMLARIN; NAMAZ BİTİMİNDEN HEMEN SONRA, MİHRABI VE CAMİYİ ALEL ACELE TERKETMELERİ: Namaz bitiminde, sanki acele dışarı çıkılması için; bir siren çalmış gibi, günümüzde namazı bitiren imamların büyük çoğunluğu; kendisini bir an önce cami dışına atmak için, camiden ilk çıkan cemaatle, adeta bir yarış başlatmış gibidir. Kimse bir şey sormasın, kimse vaktini almasın. Bu davranışa, Allah razı olmasa da; “aylığını veren Diyanet razı olsun yeter” fikri ve davranışı ön plana çıktı ve bu günleri de gördük!..
9) CAMİLERDE KLİMA İŞKENCESİ: Kışın ısıtmak, yaz gelince de, ısınan havayı soğutmak için, cemaatin KESESİNE müracaat edilerek hemen hemen bütün camiler klimalar ile donatıldı. Ancak; kışın soğuk, yazın da sıcak hava girmesin diye, namaz süresince
pencereler sıkıca kapatılır oldu. Bu işlem, Teravih namazı hariç; iyi ve normal bir uygulamadır. Fakat Teravih namazının ortalama 25 dakika ilavesi ile cami içindeki cemaatin nefesinin gittikçe artan oranda havaya karışması sonunda, nem oranı arttıkçe ve klimada bu çok namli havayı soğuturak cemaate geri gönderdikçe .. hava dayanılmaz ve solunmaz bir hale gelerek, nefes almayı zorlaştırıp.. adeta bir işkenceye dönüşür. Cemaat Ramazan’da daha fazla sevap kazanmak ve sünneti devam ettirmek için kıldığı teravih namazı da böylece büyük bir “SOLUNUM İŞKENCESİ’ne dönüşür. Böyle durumlarda imamı uyarmak ise, bazı cahil cemaatinde arka çıkması yüzünden; oldukça riskli ve tehlikeli bir iş’tir! Camide tartışmaya.. sebep olur. İmamı uyarmasan , eğer bir de (benim gibi) solunum yolundan bir rahatsızlığı varsa, o Teravih namazı bitmez bir işkenceye dönüşür. Diyanet’e önemle duyrulur!
10) SECDEYE GİDERKEN İKİ ELLERİYLE PANTOLONLARINI ÇEKEREK, NAMAZI İFSÂD ETMELERİ: Bir Müslüman’ın elinde (evinde) mutlaka bir “İLMİHAL KİTABI” olmalı ve ibadetlerini tam ve kusursuz yapabilmesi için ara sıra açıp bilmediği konularda bu kitaba bakmalıdır. Bu ihmihal kitaplarında, der ki; Namaz sırasında yapılan rükü ve secdeler sırasında, eller (pantolunu yukarı çekme veya cüppeyi toparlama..gibi) bir yere dokunmamalıdır. Aksi taktirde, namazın fâsit olması (bozulması) söz konusudur. Allah korusun bunu yapan kişi, tek başına ise kendisinin, eğer imam ise; kendisine uyan bütün cemaatin de namazını bozar. Cemaat de, namazını imama uyarak farz namazını kıldığını ve 25 veya 27 kat gibi büyük bir sevap kazandığını sanarak.. kendisini kandırır. Gittiğim her camide, daima ön safın en solunda durur; imamın ellerine dikkat ederim. Çünkü biliyorum ki; namazımın kabul edilmesinin bir şartı da, imamın ellerininin hareketine bağlıdır. Ancak, ne yazık ki; imamların bir kısmı, “daha havalı ve moda olduğu için!” dar pantolun giymekteler ve rükuya, en çok da secdeye giderken.. pantolonlarını, yukarı çekiştirip durarak.. (veya cüppelerini toplayıp) hem kıldıkları ve kıldırdıkları namazların bozulmasına ve hem de, cemaatini, dar pantolonda giyilebilir imajıyla, yeni bir bidate ve cemaatinde dar pantolon ile namaz kılmasına alıştırmaktadırlar. (Verilecek ne kadar çok hesap birikti!)
11) İMAMALARIN CENAZE NAMAZI İÇİN, NAMAZ SONU TESBİHATI SÜNNETİNİN ŞEKLİNİ DEĞİŞTİRMELERİ:Bir cenazenin namazını, Müslüman’ların sadece bir kısmının kılması, farz ve bu namazın namaz vakti de, beklenmeden az da olsa bir küçük cemaat tarafından hemen acele olarak kılınması ise müstehapdır. Bir farz namazının sonunda, Âyet-el Kürsü okumak ve tesbih çekmek sünnetdir. Cenazenin sahibinden bahşişi fazla koparmak için, müstahap olan;”cenazenin namazı bekletilerek.. cami içinde kılınan farz namazı sonunda, ÂYET-EL kürsüyü ve tesbihleri terk ederek.. cemaati cenazenin başında toplamak; bir sünneti, bir müstehaba terk etmek demektir ki; bu tatbikatın hiçbir delili ve kaynağı yoktur. Üstelik de; cemaati çok olsun diye, cenazenin namazını, vakit namazı sonuna kadar bekletmek mekruhdur. Sonuç itibariyle; Resulullah(s.a.v.)ın bir sünneti daha, maddi çıkar için, (varsa başka nedeni lütfen açıklayın) bir müstehab aleyhine katledilmekte ve namazı bitiren cemaatin de, yarım kalan tesbihatından dolayı, tam sevap alamama sorumluluğuna girilmektedir.
12) İMAMLARIN AŞAĞIDAKİ B MADDESİNDEKİ YAZILI OLAN VE CEMAATİN YAPMIŞ OLDUKLARI HATALARINA SUSKUN KALMALARI: Hep kendime sorarım!.. Devlet, camilerdeki imamlara ve müezzinlere neden aylık.. v.b.ücretler öder? Eğer, sadece bir günde beş vakit namaz kıldırmak içinse; masrafa yazık. Çünkü, her camide bu vazifeyi (Allah rızası için) sevabına yapacak, bir veya birkaç kişi çıkar. Eğer, Cuma, bayram ve teravif namazlarını da kıldırdıkları içinse, bu işi de sevabına veya az bir ücrete yapacak her camiden bir veya birkaç kişi yine çıkar. Böylece bir çok bakanlığın bütçesinden, bir çok devletin ordusunun sayısından daha yüksek olan bu teşkilat niçin vardır? “Sebeb-i vücudunun hikmeti nedir?” Aşağıdaki hataları yapan bilgisiz ve taklitçi bir cemaati, bilgilendirmiyor ve hatalarını giderme yolunda bir katkıları olmuyorsa! Ne dersiniz? Yoksa ben yanlış mı düşünüyorum? Bana da, yol gösterecek ve bu konuda beni aydınlatacak kişilere peşinen teşekkürlerimi sunuyorum.
B). CAMİNİN İÇİNDE CEMAATİN YAPTIĞI HATALAR: Soru: İmam ve müezzinlerin vazifesi, cami içinde sadece namaz kıldırmak mıdır? Yoksa, cemaate en azından, “iman İslâm ve ahlâk..” konusunda, bilmediği ve yanlış yaptığı işlerde bir pusula olmak mı? Ne dersiniz?
Günümüzdeki çoğu imamları, namaz kıldırma, hutbe okumak ve hutbede para toplama anonsu yapmak hariç, cemaate hiçbir konuda faydaları ve irtibatları.. yoktur. Bu yüzden de, “cami içini dolduran cemaat, namaz da dahil olmak üzere, her konuda bilinçli olması gerekirken; tam tersine dini ritüellerini dahi,”NE YAZIK Kİ” birbirine bakarak “TAKLİTLE yapar hale geldi.” Halbuki en azından; dinini, ilmini, usûlü ve adabı..” imamlardan öğrenerek ve imamlar da, bu eksikleri öğreterek.. ayrıca, yaptığı ibadet, boşa gitmemesi için, yakınındaki kişilerde gördüğü yanlışlıklarda da, sorumluluk hissedip bu yanlışlıkları yapanları da, kibar ve medeni bir dil ile bizzat uyararak.. bir mü’mine yakışır şekilde ikaz etmesi gerekir. Böylece yapılan “ibadet, TEORİK OLARAK kabul edilme şartlarına en uygun şekline gelmiş olur.” İşin, “GERÇEĞİNE ve PRATİĞİNE” gelince; ne yazık ki, teorinin tam tersi olmakta ve imamlar da; gördükleri eksikleri, cemaatlerine, tam olarak söylemediklerinden.. çoğu namazlar ve ibadetler boşa gitmekte.. en azından, Allah’ın emrini yerine getirmeyi.. dolayısıyla de, sevap kazanmayı ve nefsini eğitmeyi.. isteyip VE DE UMUYORKEN! Bilgisizlik, bilinçsizlik ve bir camide din adına Devlet’den maaş alanlar tarafından uyarılmamaları sonucu, ortaya “eksikler, hatalar ve de rezaletler.. çıkmaktadır! İşte bunlara, küçük de olsa bir demet:
1) CAMİ İÇİNDE NAMAZDA FES TAKMAMA MODASI: Her ne kadar, namaz kılmanın zaruri şartı; erkeklerde,
setr-i avret (dizkapağı ile göbek arasını örtmek) ve kadınlarda, ziynet (el yüz ve ayakları hariç) bütün vücudu örtmek ise de; namazın ve namaz kılacak kişinin, sünneti, ilmi, irfanı, edebi ve erkânının bir gereği olarak, bir takımyükümlülükleri vardır. Bunlardan birisi, erkeklerin; namaz, Kur’an-ı Kerim tilaveti, tesbih çekme, dua etme.. gibi ibadetler sırasında, başlarını mutlaka; sarık, kavuk, kalpak, fes, takke, poşu, taylasan .. gibi bir örtü ile örterek; namaz sırasında aldıkları ve ayrıca kendilerinden üretip, Kâbe (Hacer’ül esved taşı) vasıtasiyle Sidret’ül Münteha’ya gönderdikleri, pozitif enerjiye; vücudun içinden (nefis ve aklın ürettiği) kötü düşüncelerden ve ayrıca dışarıdan ( Siriüs, şeytan, ve diğer kaynaklardan..) yayılan, negatif enerjinin karışmaması için; (cima sırasında da, ayni sebeple örtünmesinin şart oluşunda olduğu gibi) bu negatif enerjiyi, engelleyen bir örtü ile örtmek bir zarurettir. Namazda kazınılacak sevabın (pozitif enerjinin, en az negatif enerji ile ve en saf katıksız pozitif enerji olması açısından) derecesini yükseltip, ayrıca namazın konsantrasyonun da artmasını sağlar. Yani; bir taraftan namazın kabul derecesini artırırken, diğer taraftan namazı tahrimen mekruh olmaktan kurtarır. Buradaki tahrimen mekruh (şayet keraat yani vakit çıkmamış ise) namazın iadesi gerektiği anlamına gelir.
. İşte bu sebepledir ki; Resulullah (s.a.v.) “Müşriklerle farkımız, takke ve üzerindeki sarıklardır.” diyerek.. (Ebû Dâvut) pozitif ve negatif enerjilerin bilinmediği bir zamanda dahi, ibadet sonucunu böyle “çok ilmi, çok sevaplı ve çok kârlı” durumuna dikkatlerimizi çekmiştir. İşte bu sebepledir ki; hiç olmazsa namaz sırasında mutlaka ve mutlaka başımızı bir şekilde ve bir şeylerle örtmeliyiz. . Ancak; bu gün Türkiye’nin camilerinde bu başları örtme kuralı, ne yazık ki, cemaat tarafından sadece (yaklaşık) yüzde onbir oranında uygulandığını, İzmir/Buca’da bir Cuma namazı çıkışı, bir camide bizzat sayarak tesbit ettim. Yalnız, burada bu bid’atı ve bu laubaliliği işleyen tek suçlu, yalnız cemaat değil; her üç müezzinden birisi de, başı açık olarak müezzinlik yaparlar da; ne ilgili caminin hocası, (imamı) ne de; Cuma hutbelerine yazan ve yönlendiren “ilgili ve yetkililer!” tarafından, en ufak bir uyarı dahi gelmez. (hancı şarhoş yolcu şarhoş misali) Bu yönetici Diyanet yetkilileri, bu noktada sekülerleşmiş Yahudi’lerden ve Hıristiyan’lardan bile utanmazlar. Çünkü Yahudiler, sinasgoglara; Hıristiyanlar kiliselere kesinlikle (ebadı çok küçük de olsa) takkesiz girmezler. . Bu durum, din adına bir cehalet ve dinin uygulamalarından sorumlu olanlar içinde, bu Dünya’da; eğer bilirler ise, büyük bir rezalettir. Ahiret hesabı ise, elbetdeki vardır ve en azından, “o ilâhi mahkemede, davacı olarak ortaya çıkarak ben yerimi alacak ve hakkımı arayacağım. Bunu şimdiden, böylece biline!..
. Resulullah Efendimiz (s.a.v.), bütün ömrü boyunca (ihramlı olduğu zamanlar dışında) bir kere bile başı açık olarak namaz kılmış değildir. O zaman, hani sünnet, sünnet diyerek farz manazı borcu olanlar bile, “ille de sünnet namazına devam ..” diyen sünnet meraklıları, hani nerede kaldı sizin sünnet samimiyetiniz?.. Fes takmayanlar, kimin sünnetini uyguluyor? Veya sünnet, fes takmaya gelince; neden hafife alınıyor ve o mübarek ağızlarınız açılıp da, hiçbir şey konuşmuyor?. Efendimiz, (s.a.v.) ne buyuruyor: "Beni nasıl namaz kılar görürseniz, siz de öylece kılınız..." Niçin Resulullaha itaat etmiyoruz, niçin onu taklid etmiyoruz? Niçin bu sünneti hafife alıyoruz? ...
. Önemli not: 1) Fes’siz namaz, televizyonlardan gördüğüm kadariyle Çin zulmü altında yaşayan Müslüman’lar bile takkeli namaz kılarken, bir tek Türkiye’de bu iş; bir utanç vesilesi olarak, mualasef artık iyice ayağadüşmüştür.
. Önemli not: 2) Gerek Hıristiyan, gerekse Yahudi din adamları da, başlarına; çok küçük bir fes takarlar. Bunlara benzememek için böyle küçük fes giymekten de (onlara benzememek için) kesinlikle sakınmalıyız. Hatta; Resulullah (s.a.v.)ın; “ sarık ile kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan yetmiş misli faziletlidir” hadis-i şerifine mashar olamaya çalışmalıyız. İslâm’ı, imanı ve ibadetleri; birbirimizden gördüğümüz ve bu görme sonucu yaptığımız taklit ile değil, basiretle ve ilim ile yani; okuyup, öğrenerek ve sorarak.. uygulamalıyız. 2) NAMAZIN KISA KOLLU GÖMLEKLER İLE KILINMASI MODASI: Ayrıca fes konusunda olduğu gibi, kısa kollu ve üzerinde marka yerine resim olan gömlekler, yine resimli tişörtler ile namaz kılmak için, ey camiye gelen cemaat! Üstünüzde taşıdığınız bu resimler ile bilhassa yazın, boyu kısa gömlek ve düşük kemerli pantolonlar ile secdeye varıldığında, bütün kaba etlerinin dışarı çıktığı, dolayısiyle de; ibadet bir tarafa, büyük rezilliklerin ve günahların faili olduğunuzu bizzat şahit olarak; hem kendinizin, hem cemaatin namazını bozduğunuzu ve sevap yerine günaha girdiğinizi de hesaplayıp.. dolayısiyle olgun bir Müslüman yakışır gibi davranmanız, daha çok sevap kazanma adına, daha çok günaha girmemeniz açısından, bu şartlara özellikle uymanız, önce kendi menfatiniz içindir. Mümin; ibadet ederken, saf ve taklitçi olmaz. Basiretli ve bilgi ile mücehhez olur ve kendisine lazım olan ilmi taklit ederek değil, ilmihal kitaplarından öğrenir. Hani, nerede kaldı, Kur’an’ın o ilk emri olan “OKU” ayeti kerimesi!..
3) CAMİ İÇİNDE DÜNYA KELÂMI KONUŞMAK: İnsan, ilimden yoksun olunca; hem kanun, kural.. bilmez ve uymaz, hem de, çenesi düşer ve diline bir türlü hakim olamaz. Azı doluya, çoğu da boşa; konuşur da, konuşur… Cami içlerinde Dünya ile ilgili bir şey konuşmak, o anda ibadet veya zikir edenlerin konsantrasyonlarını dağıtacağı ve cami içinin adabını ve muaşeretini bozacağı için, susmak gerekir. Hatta susmak da, başlı başına bir zikirdir. Ancak; bu ilmi ve kuralı, ilim sahipleri bilir ve uyarda; konuştukca, dili açılan ve etrafındakiler edeplerinden, sadece sussun diye, bu gevezelere baktıkça.. bu bakış, kendisinin ve sözlerinin önemli olduğunu zanneden gevezelere, bir iltifatmış gibi gelir ve de daha da çok konuşmalarına sebep olur. Allah’ım! Sen, her konuda insanlığı; bilmediğini bile bilmeyen, böylesi bütün cahil, çenesi düşük edebsizlerden koru. (Amin)
4) CAMİ İÇİNDE VE NAMAZ SIRASINDA YAPILMAMASI GEREKEN HAREKETLERİ BİLMEMEK VEYA BİLDİĞİ HALDE UYMAMAK: Şimdi sıra geldi her bir maddenin sınırları ve muhteviyatı, bir veya birkaç hadis-i şerif ile çerçevelenmiş, cami içinde ve de bilhassa namaz esnasında uyulması gereken.. fakat bir gün olsun, imamlar tarafından yapılan hutbelerde; her konuda konuşmalar yapılırda, üzerinde hiçbir şekilde konuşma yapılmayan, cami içinde, namaz ve diğer ibadetler sırasında “yapılması veya yapılmaması” gereken diğer kanunların yer darlığından sadece bir kısmının başlıklarına: 1) Gereksiz yere, sağa- sola bakmak, 2) Başı kaldırıp, semaya bakmak, 3) Zaruret olmadan gözleri kapamak, 4) Yerde veya kıble duvarında , zihni oyalayacak bir şeyler bulundurmak, 5) Köpek gibi, dizini yukarı dikip.. kıçının (poposunun) üstüne oturmak ve secde sırasında, ellerinin yerine kollarını ve dirseklerini yere dayamak, 6) Elleri, bir şeylerle meşgul etmek, 7) Sıcakda yelpaze sallamak, soğukda ısınsın diye elleri ovuşturmak, parmakları kenetlemek veya çıtlatmak, 8) Elleri bel’e koymak, 9) Namaz esnasında bir şeyler; yemek, içmek, koklamak, 10) İbadetleri, büyük ve küçük abdeste sıkışık olarak yapmak, 11) Biraz uyuyup, biraz namaz kılmak, 12) Keyfi olarak Fatiha suresini iki defa üstünde okumak, 13) Elbiseleri yere savurarak veya ağızı kapatarak ibadet yapmak,14) Saç, kol veya bir başka şeyle oyalanmak, 15) Namazı, zaruret hariç bir yerlere dayanarak veya tutunarak kılmak, 16) Namazı; çöplükde, yol ağzında veya kavşağında, kabristanda, ağılda, hamam veya mezbahanede.. kılmak, 17) Namazda esnemek (ağıza şeytan= negatif enerjinin girmesi,) 18) Kıraat sırasında surelerin Kur’an’daki sırasını, tersine olarak bozmak, 19) Namaz sırasında, alnı ve burnu yere değdirmeden boşluğa namaz kılmak, 20) Namaz sırasında; el, ayak, kaş, göz.. işaretleri yapmak ve 21) Sağ ayak baş parmağını, namaza niyetten sonra; namazın sonu selâm verinceye kadar, sanki çivilenmiş gibi, hiç oynatmak… 5) CAMİLERDE TOPLU NAMAZ BOZULMASI VE İMAMLARIN FRANSIZ (NÖTR) KALIŞI: Siz hiç, ”Camideki cemaatin namazı, toptan nasıl bozulur?”diye düşündünüz mü? Ya hiç, cemaatin namazı bozdunuz mu? Veyahut da, çoğu defa; kıldığınız namazların, aslında başkaları tarafından bozulduğunu biliyor musunuz? İslâm’ın ilmi, edebi ve ahlâkı.. ile hiç bağdaşmayan, beni de; cami içinde en çok kızdıran ve korkutan, en çok da, cami içinde sürekli tekrarlanan.. sonuçda ise, bir kısım namaz kılanların namazlarını da bozan.. camiye gelip de, sevap işlediğini sanıp, bozduğu namazlar yüzünden belki bin katı da günaha giren.. bir aymazlık, bir cehalet ve rezaletin öyküsü! Namazda, şayet bir öndeki kişinin sırtı, namaz kılan kişiye dönük ise, kılınan namaz geçerli ve kişilerin yüzleri birbirlerine dönük ise o kılınana namaz bozulur. Çünkü insanların, birbirlerinin yüzlerine (veya yanlarına) secde etmeleri; bir puta secde etmeleri ile eşdeğerdir. Misal: Binlerce insan ayrı ayrı veya saf tutarak, birbirlerinin sırtı istikâmetinde namaz kılsalar, namazları kabul olur. İçlerinden sadece birisi, yan dönse ve yüzünün yarısı veya tam geri dönerek yüzünün tamamı cemaate dönse; o kişiyi gören cemaatin, tamamının namazları bozulur. Çünkü; hadis-i şeriflerin bildirdiğine göre, insan yüzüne secde yapmak haramdır. . Ancak, bir kısım kendini bilmeyenler; namazda ilk (1. 2. 3...) safların, diğer safların sevap derecesinin daha yüksek olmasını bilmesi yüzünden, namazını ön saflarda kılar; fakat, ya işinin acelesinden veya sanki mecburmuş gibi ve biraz da gecikerek.. kalkıp namaza durmuş kişilere yüzünü dönerek, salına salına.. ya dışarı çıkar veya arka saflara geçer. Bu sırada, yüzünü döndüğü için; namaza durmuş bulunanan kişilerin namazlarını bozar. Sonuçda, hem kendisinin kazandığı sevabın bir çok katı günaha girer, hem de yüzünü dönerek, karşı karşıya kaldığı kişilerin namazlarının bozularak.. boşa gitmesine sebep olur. Bu cehalet tiyatrosu, bütün camilerde her gün ve her namazda bir veya birkaç kişi tarafından oynanır da; bu güne kadar, bir tek imamın dahi, bu yanlışı düzeltecek bir tek kêlam ettiğine şahit olmadım. Ancak para toplamak için, imamların ikaz ve uyarı sesleri, oldukça sık ve gür çıkar… 6) İDRAR DAMLAMASI VE ZARARLARI: Basit ve sıradan sanılan idrarın korkunç zararı: Casiye suresi ayet 26 nın baş kısmında, der ki; Allah, (C.C.) sizi, diriltir, sonra öldürür.” Bu dirilme kabirdeki dirilmedir. “Tövbe suresi, ayet 101 deki; “onları iki defa azaba uğratacağız” uyarısındaki iki azabın, ilki kabirdedir. Sonuç itibariyle; ölen insanlar, kabirde diriltilerek.. büyük hesabın görüleceği, Mizan günü’ne kadar (ruhları) bir azap ile karşılaşır. Bu azabın büyük çoğunluğu ise idrar sıçramasından olduğunu şu hadisden öğreniyoruz. “Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçramasından olacaktır.” Bu kısa ve özlü bilgiyi, ne cemaatin çoğu bilir ne de imamlarımız; bir gün olsun, bu basit fakat çok tehlikeli azaba karşı; “mübarek ağızlarını(!) açıp da; bir cümle, bir ayet, bir hadisden veya uyarıdan.. bahsetmezler. İmamlar; bazan hutbe içinde, çoğunlukla da hutbe sonunda; para toplamak için, her zaman çığırtkanlık yaparlar da, yılda bir defacık bile olsa, insanı kabir azabından kurtaracak olan; “İDRAR DAMLAMASI”nın zararlarından, hiç ama hiç bahsetmezler. Aynen namaz sırasında dirsekleri yere yapıştırmak.. gibi. Gerçekden, “din ve ilim adına” utanılacak bir durum. Ayrıca; yukarıda, “GELECEĞE MEKTUPLAR – 3” de de ayrıntılı olarak yazdığım gibi, Araplar namazı Fatiha suresinin bir ayeti olan “en AM” te yi, en em’te şeklinde okudukları halde; bizim Diyanet ise, “en AM’te” şeklinde okutarak, yani “AM” kelimesini Allah’ın huzurunda devamlı tekrar ettirerek.. imamlara sözde namaz kıldırması ile “Din’e mi yoksa dinsizliğe mi hizmet ediyorlar?” hâlâ anlamış ve çözmüş değilim. İsteyen kişiler Diyanetin kendi resmi sitesinden, Mekke ve Medine’den canlı namaz yayınları izleyerek bu rezalete bizzat şahit olabilir.
Not: Diyanetin Kirli Çamaşırları” dizi yazısı, çeşitli rezaletler ile devam edecekdir. 19/03/2014
Mürsel Münevveroğlu
[email protected]
Surprizsite.com ve Has-gül vakfı.com
Genel Yayın Yönetmeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.