HEDİYE
Rüzgar esiyordu. Tutunmaya çalıştı bir süre dalına. Gücü kalmamıştı artık daha fazla. Korksa da bıraktı kendini boşluğa. Sürükleniyordu. Uzaklaştı kaç zamandır bağlandığı ve kopmamak için gayret sarf ettiği parçasından. Şimdi giderek uzaklaşıyordu başına neler geleceğini bilmeden. Yok yok düşmüyordu. Düşmek böyle değildi. Bu gitmek gibiydi kendi yoluna. Gitmek ama öyle ardına bakmadan değil aslında. Doya doya izleyerek geldiği yeri, uzun uzun veda ederek gitmek gibiydi sanki. Durdu en sonunda ya da çarptı belki de. Ve uzun bir bekleyiş başladı artık onun için. Onu koparan rüzgarların daha niceleri esti. Uzaklardan tozlar getiren rüzgarlar... yağmur yağdı epeyce. Islak toz parçaları getirdi o yağmurlar da. Sonra bir zaman bir beyazlık oldu. Rüzgarı, yağmuru biliyordu; görmüştü ama bu tuhaf beyazlık pek tanıdık gelmemişti. Korktu. Islak, kuru, donmuş toz parçacıklarına tutunmaya çalıştı. Bekledi, bekledi, bekledi. Ne kadar çok beklediyse o kadar çok tutundu altındaki koyu kahverengiliğe. Nihayetinde özlediği güneş ona bir tutam ışık gönderdi. Korktuğu beyazlık artık sanki ona iyi geliyordu, onu besliyordu belki. Mutlu olmuştu hem de nasıl. İçi içine sığmaz olmuştu. Gerçekten içi içine sığmıyordu. Meraktan değil mutluluktan çatlamıştı. İçinden bir şey, güneşe daha yakın olmak için ona doğru sürekli bir uğraş içindeydi. Güneş her akşam gidince hüzünler içinde kalıyor, her seherde yeniden bayramı oluyordu. Bu döngüye iyice alışmıştı. Yıllar yılları kovaladı. Artık ne korktuğu beyazlık ne onu dalından koparan rüzgardan korkuyordu. Daha büyük, daha dayanıklıydı. İçi eskisi gibi yumuşak olsa da dışı sertti. Kim zarar verebilirdi ki ona bundan sonra. Korkmadığı rüzgar tersten esmeye başladı bir gün. Kabuğundan daha da sert bir şey geldi ve önce çok güvendiği kabuğunu sonra da nispeten daha yumuşak içini kopardı. Gürültüyle devrildi her gün güneşle, rüzgarlarla, kuşlarla sarmaş dolaş olan bedeni. Biraz daha acı çektirdiler olay yerinde ona ve en kalın kısmını alıp götürdüler. Varlığını öyle incecik parçalara dönüştürdüler ki o rüzgar tekrar esse savurur yeni beni diye düşündü. O bildiği beyazlık kadar beyazdı şimdi. Çok sürmedi bu temizliği. Bir şeyler oldu. Tuhaf bir şeyler... Biraz yanmak gibi... Biraz gıdıklanmak gibi... Biraz ezilmek gibi... Emin değildi. Üzerinde lekeler oluşmuştu zifiri. Belki tamamını birden görmese lekelerin bunalıma girerdi; ama lekeler belli bir düzen içinde ve ahenkli duruyorlardı. Bazı yerleri ağırdı sanki, bazı yerleri mutlu, bazı yerleri içli... Bir süre bir rafta bekledi. Rüzgar olmasa da yine o tanıdık toz parçacıkları buldu onu. Bu defa tutunamadı onlara. Belki de tozlar tanıyamamıştı bu yeni ’’o’’ nu. Derken harekete geçti. Paketlere girdi. Karanlıktı. Hareket ettiğini hissediyordu. Onun kabuğunu parçalayan şeyin sesine benzeyen sesler duruyor ve hafiften titriyordu. Ve durdu. Paket açıldı yavaşça. Nazikçe yeniden aydınlatıldı üzeri. Dikkatlice ona bakıyordu eski dalları rengindeki iki yuvarlak şey. Önce biraz yakına bakıp kaşlarını çattı, sonra biraz daha uzaklara bakıp bir tebessüm kondurdu yüzüne. Bir şeyler- hatıralar belki- gelmişti aklına. Ama mutluydu besbelli.
Biraz hediyeydim galiba onun için ve biraz şaşkınlık, biraz sürpriz. Hepsi bir araya gelince ve beni yollayan onun için -ne kadar sitem etse de- pek kıymetli biri olunca otomatik olarak benim de kıymetim artmıştı kat kat tabii. En az onun kadar mutluydum. Yolculuğumun çilelerinin böyle biteceğini bilsem şikayet eder miydim hiç. Şimdi bana dikkatle bakacak ve acaba yollayıcının hangi lekeli bölümünü daha çok beğendiğini düşünecek. Merakla çevirecek her bir parçamı muhtemelen. En sonunda beni de alıp dışarı çıktı. Bİr ağacın gölgesine oturdu ve gözlerini bana çevirdi. Sonra birkaç parçamı çevirdi. Derken yeniden tanıdık bir rüzgar esti. Benim o rüzgarı tanıdığımdan, onunsa -belki de- benim lekelerimin güzelliğinden içi ürperdi. Beni kapadı ve içeri girmeye karar verdi. O an gördüm oturduğumuz ağaçtan bir tohumun koptuğunu. Yolculuğu başlayacaktı onun da. Ona, inşallah benim kadar şanslı olursun demek isterdim. Yolun açık olsun demek.