SURETİNDEN SOYUNAN AŞK İÇİN
Kırık bir divan sazı kaldı kucağımda. Gönül dilinden söyleştiğimiz zamanların hatırası.
Açıldığı anda hissedilmeyen yaraların sancısı, daha sonra… Gölgesinden kan tüküren yaralı bir hayvanın ölüm ayini gibi doldurur kulakları. Sunaklarına adak olarak bir gövde bıraktığın tanrılar can çekişenlerin feryadını işitmek istemez.
Can yıkılır mermer soğuğunda, bir baksan yüzüne bir dil yapışır. Çamur, kar ve kan gibi öfke bulaşır.
Sen baktığında, kirlendiğim yerde bir iğne deliğinden geçecek şimdi utancım. Yası bile tutulmayan yaralı hayvanın son nefesidir o sıcak, ensenizde.
Son feryat büktü bileğimi. Son âhh gözyaşımı dondurdu, yas sırasında. “Vur” emriyle hükümler giydim. Tunçtan bir top mermisinin yıktığı son kale de düşünce… Attım kendimi gümüş kabzalı bir silahın önüne.
Bıraksaydın toplayaydım saçlarını güneşin. Bu oyunda yerime zırh giyinmiş bir asker koyaydım. Söküp alaydım son kez, yüreğimi koynundan ateşin.
Bak bir süvari düşürdüm yola. Ulakların iletmediği bir ferman buyurdum, adının her harfi için. Diz kırıp boyun büktüm. Sanma saymadım ânı akmayan zamandan. Hesabını sorsa idim asırlar sürerdi uykusuz hüznün.
Niyaz edip baş koyduğumda yoluna, inan yorgun değildi dizlerim. Çirkin olan hiçbir şeyi yakıştırmadım, yaklaştırmadım diye yitti güzellik gözlerimin önünde. Kapıma düştü bir güvercin ölüsü. Kanat açıp uçmayı tatmadan toprağa küstü.
Tuttum içimde bir türlü çıkmayan o son nefesi. Dönülmez sokaklara girmedim, hasret vurursa bağrımdan pişmanlıkla af dileyeceğim için…
Oysa… Kök salıveren bir ağaçtım ben, konduğum toprağa. Toprak yuttu beni. Su tuttu. Zaman unuttu. Mahkum oldum saklandığım limanda durmaya. Dalgalar vurdu beni karaya.
Kimseye zarar vermemek için kendi içini oyan gümüş saplı bir bıçaktır ellerim… Toprak bir testiyim içinde alevden sular saklayan… Hep sesini susan bir ağız durur çehremin ortasında. Satılık cesedim köledir, yalanlar pazarında. İnandım derim kendime, kandım derim. Her yıkılışta bir daha vaz geçerim iç dökmelerden.
Yokluğunda avunacağım şarkılar bırak bana giderken, sen yokken okuyacağım şiirler söyle. Sen sustuğunda konuşsun benimle hatıran. Seni hatırlatacak türküler kalsın. Yüzünü seyredeceğim çehreler bırak avcuma. Sen yokken saracağım yaralarım olsun, içinde adın kazılı. Sen yokken sayayım öğrettiğin çiçek adlarını. İsmini anmak istediğimde nergis diyeyim, manolya yahut petunya… “Sen” diye başladığımda bitmeyen cümleler kurayım, sözcükler sürsün yüklemin izini.
Bitmeyen şiirlerle dolsun defterim. İçinde sen ol tek, güzelliğin olsun. “Kapı” de, “yol” de, ben eşikte kalayım. Yeter ki sor “kim?” diye, ben kölen olayım. Yeter ki “kal” de, “kul” de, “kül” de ben ayaklarına kapanayım. Bin yıl bük boynumu, sonra “bizim” de, avunayım.
O yaralı hayvan işte şimdi can çekişmede. Tanrıların sunağında bir adaktır gövdesi. Tıkayın kulaklarınızı ölümün hırıltısına. “Sen” diye başlayan cümleler kuruyor, deyin leşinden yüz çevirerek…
Avuçlarımda kararan gümüş bir paradır çünkü şimdi aşk/Yitip giden hiçbir can’ın bedelini bir türlü ödeyemedim.
YORUMLAR
Sevgili arkadaşım;
Ne güzel, ne içli bir dökülüştü bu...
Harika bir iç sesin var; dışarı çıktığında tufanlar koparan..
En azından ben öyleyim şu an; bir tarafım tufan, diğer tarafım yangın; kim galip gelecek bakalım; ama ikisi de kavuracak beni, biliyorum..
Olsun; râzıyım!
Çok sevgim, kalemine hayranlığım ve muhabbetimle dâimâ...
tudefus
Çok teşekkür ederim.Sen duyduğun için...Yazını hükmü yazandan değil, işitendendir.Sağ ol, var ol. Bâki muhabbetle...