- 564 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Odadaki Vampir (4. kısım)
O gün ilk defa rüzgarı arkama aldım. Hızlı yürüyordum. Arkama bakmadan, nereye gittiğimi bilmeden, beni tanıyanların nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum. Önümde, yakınımda olan insanları sollama çabam vardı. Bir yere yetişmeyecektim. Ama telaşlıydım. Rüzgarın akış yönünü takip ediyordum. Daha sert rüzgarlar çıkmasını istiyordum. O rüzgara tutunup daha uzaklara, daha hızlı gitmek istiyordum. Dün gece rüyamda hortum görmüştüm. Hortumlara alışkın olmayan bir ülkenin çocuğunun rüyasında hortum görmesi pek hayra alamet değildir. Üstelik rüyamda bilgiçlik taslıyordum. Yanımda olan ve kim olduğunu hatırlamadığım birkaç kişiye hortumun çıkacağını daha hortum çıkmadan söylemiştim. Bulutlar bir garipti. Çift yönlü bir trafik vardı sanki gökyüzünde. Farklı yönlere giden bulutlar vardı. Dönen rüzgar kütleleri vardı. Siren çalmıyordu. Zaten çalmazdı da. Hortumlara alışkın olmayan bir ülkedeydim rüyamda. Ama kulağım çınlıyordu. Bakın diyordum. Bakın! Şimdi hortum çıkacak. Birkaç saniye sonra bulutların altından küçük bir huni büyüyerek aşağıya doğru sarkmaya başladı. Çok alışkın gibiydim bu duruma. Tepki bile vermedim. Hemen kafamda hortumun hangi yöne gidebileceğini hesapladım. Sonra da ters istikamette yola koyuldum. Rüyamda bilim adamıydım galiba. Ve ben uzaklara gitmek istiyordum. Hortum çıksa fena olmazdı aslında. Kim bilir belki beni bulutlara götürürdü. Bulutların üstünde sıradan insanların bilmediği bir dünya vardır belki de. Hatırlar gibiyim. Çocukken izlediğim bir çizgi film vardı. Dev bir yeşil sırıkla bulutların üstüne çıkıyorlardı kahramanlar. Bulutların üstünde hayat vardı. Saçma olabilir. Yer altı dünyası kadar farelerle dolu da olabilir belki. Yer üstünde yürürken o an bulutları hayal ettim. Sonra kafamı kaldırdım. Bulutlara baktım. Gökyüzü trafiğini inceledim. Gözüme tek yön tabelası çarptı. Moralim bozuldu. Arkamdan esen hafif rüzgarla yetinmek zorundaydım. Rüzgar henüz beni bildiğim yerlerde dolaştırıyordu. Oysa ben kaybolmak istiyordum. Bilmediğim bir sokağa girdim. Sokak ileride yokuşa dönüşüyordu. Canım o yokuşu çıkmak istedi. Biraz yürüdüm. Yokuşu çıktıkça rüzgar sertleşiyordu. Kulağımın soğuktan yandığını hissettim. Biraz daha yürüdüm. Sümüğümü çektim. İnsanlar azalmaya başladı. Sollamam gereken insanlar. Telaşa gerek kalmadı. Hızımı kestim. Düşünmek istedim. Düşündüklerimle kendime zarar vermek istedim. En utandığım anları kafamdan geçirmek istiyordum. Bir film şeridi gibi. Tek yönlü bir şerit, trajik de bir film olsun istiyordum. Önce aklıma küçük utançlar geldi. Telaffuz edemediğim kelimeler, saçmaladığım cümleler, yaptığım sakarlıklar, inandığım insanlar, bana yalan söyleyenler, benim yalan söylediklerim, ahlaksızlık ettiklerim bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Hiçbirini yeterince trajik bulmadım. Doğru düzgün düşünemiyordum bile. Aklıma gelenleri de büyük bir kendini beğenmişlikle beğenmiyordum. Daha derinlere inmeliydim. Bu sıra da daha yukarılara da çıkmalıydım tabi… Yokuş hiç bitmeyecek gibiydi. İnat ettim. Bu yokuşu çıkmaktan vazgeçmeyecektim. En üste, doruğa çıkmalıydım. Başladığım bir işi de bitirmeliydim. İnatçı biri değilimdir. Ama bu kez inat ettim. Zirveye çıkmalıydım. İnatlaşmalarımda pes eden taraf genellikle ben olmuşumdur. Zaten hayır demesini de pek beceremem. Kendimi çok kere istemediğim durumlarda, istemediğim yerlerde buldum. İnatlarımda yenik düştüm. Kırıldım. Belli etmedim. Kırılmasın dedim. Kabul ettim. Kırıldım dedi. Şaşırdım. Konuşmadı. Sustum. İnat etti, konuşmadı. İnat ettim sustum. Sustu. İnadıma yenik düştüm. İnadına devam etti. Özür diledim. Kırgın değilim dedi. Özrümün sebebini söyleyerek bir kez daha özür dilemek istedim ama sebep bulamadım. Bekledi. Bekledim. Sustu. Ağladım. Görmedi. Görmesini istemedim. Onu da anlamadı. Sigara yaktım. Yandı. Yenik düştüm. İnat ettim. Vazgeçersin dedim. Bu inadından da vazgeçersin dedim kendime. Küfür ettim. Yürüdüm. Yokuşa da küfür ettim. Aklıma utandığım anlardan biri geldi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.