- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sessiz Şehrin Küçük İnsanı-Bölüm 3
Beynimdeki soru işaretleriyle, o adamla ertesi gün buluşmak üzere, mekândan ayrıldım. Evime giden yolda beynimi istila eden düşünceler sessiz şehirde eşlik ediyordu bana. O adamın verdiği tavsiye de beynimi kemiren düşüncelerin başını çekiyordu: “Düşünme, yap. Seni bu hale getiren düşünmen değil mi zaten?” İtiraf etmem gerekirse hayatım boyunca sorunların çözümünde hep düşünmüş, çözüm bulamayınca da küsmüştüm sessiz şehrin insanlarına. Düşünmemenin bir çözüm olabileceği aklımın ucuna bile uğramamıştı. Tavsiyesindeki doğruluk yüzdesinin yüksekliği beni çaresiz bırakmıştı. Dediğini yaptım ve düşünmemeye çalıştım. Çalıştım, çünkü düşünmeyeceğim konusunda emin değildim. “Kaygı, insanları düşünmeye zorlar. Düşünmek istemeyen insan kaygının zorlamalarıyla çatışır. Sonuç: Uyku…” Kulaklıklarımı taktım ve müziğin eşliğinde başka bir dünyaya yelkenimi açtım. Onu içten içe takdir etmeye başlıyordum. İsmini bile sormayı akıl edememiş bana, kendince bir şeyler yaptırmayı başarmıştı.
Apartman girişinde karşılaştığım lütfiye teyze, yine o güzel gülümsemesiyle ve sevgi içeren bakışlarıyla karşıladı beni! Müziğimin sesini yükselttim ve yoluma devam ettim. Dinlemedim onu. Yeterince görüntü kirliliği yapmıştı zaten. Bu, onun için yeterliydi! Gürültü kirliliği onun için fazla gelirdi! Küçük dertleri vardı bana göre. Küçük dertleri büyütmüş, derdi kendinden büyük kadın… Dudaklarını hızlıca oynatması, bir şeyler anlatmak istediğini gösteriyordu! Bu da sessiz şehrin insanına ait bir özellikti. Odama girmemle kendimi yatağıma attım. Sadece uyudum, düşünmeden, buluşacağımız saatin vakti gelinceye kadar. Sabah 05.00’da buluşmamızı istemişti. En sessiz zaman o zamanmış ona göre. Alarmı kurmadım, çünkü bende heyecan yaratacak bir duruma vücudumun hassasiyeti kurardı alarmı. Ben de kurmadım, sadece uyudum…
04.30’da uyandım. Uyandığım gibi buluşacağımız mekânın yolunu tuttum. İçeri girmemle masanın üzerindeki çayın buharını ve masaya yeni gelmiş kahvaltılıkları görünce şaşkınlık koleksiyonuma birini daha ekledim. Benim geleceğim saati, hatta saniyesini bile tahmin etmişti. Doğal olarak ben de sordum,
“Benim buraya geleceğim zamanı nasıl tahmin ettin?”
“Senin buraya tam zamanında geleceğini tahmin etmeye bile gerek yok. Saatine bak, şu an saat tam 05.00. Senin mükemmeliyetçiliğinin yanında dakikliğinin de olmasına şaşmamak gerek.”
İnsan her söylediğinde haklı olabilir mi? Bu da neyin nesiydi!
Ukalalık yapmasından rahatsızlık duyduğumu hissettirerek, ondan anlatmaya başlamasını istedim.
Anlatmaya başladı:
“Sana hayatım boyunca unutamadığım bir sahneyi anlatacağım. Yaşımın iki haneli olmadığı zamanlardan, beni oldukça etkileyen ve yatmadan önce düşüncemden fırlatıp atamadığım bir sahne. Bu sahne bir rüyadan alıntı mı? Yoksa gerçek hayatta yaşamış olduğum bir sahne mi? Bilemiyorum. Tek bildiğim benim hayatımda önemli bir rol oynadığı konusundaki kesin düşüncem. Sahne şu; Sobanın, sıcaklığıyla kapladığı bir odada, hemen sobanın yanında rahat bir döşeğin üzerinde uyanan ben… Bir şeyin yolunda gitmediğini ve garip bir duygu seline girdiğimi hissetmiştim. Sobanın yaymış olduğu sıcaklık, yüzümdeki ter taneciklerinin yanağımdan süzülerek çenemden kendilerini bırakmalarının sebebi olarak gözüküyordu. Fakat durum öyle değildi. Beni terleten, korkunun ta kendisiydi. Altımdaki ıslaklığın sobanın sıcaklığından kaynaklanmasını isterdim. Fakat öyle olmadı. Altımdaki ıslaklık, vücuttan atılması gereken idrar torbasından gönderilmişti. Hem de benim iznim olmadan. Daha vücudunu bile kontrol edemeyen ben, nasıl olur da hayatta kalmayı başaracaktım. O duyguyu tarif etmekte zorlandım hayatım boyunca. Uyandığımda ilk gördüğüm yüz annemin yüzüydü. Sanırım ilk utandığım insan da annemdi.”
“Bana bu sahneyi niye anlatıyorsun ki. Altını ıslattığını anlatıyorsun ve benden de hayatımla alakalı karşılaştırma yapıp, benzerlik bulmamı istiyorsun. Sence de biraz saçma değil mi?” Diye kendinden emin olmayan bir edayla söylendim. Emin değildim, çünkü yine haklı çıkacağı korkusuyla söylemiştim sözlerimi. Yine ukala bir tavırla cevap verdi,
“Bu sahnenin benim hayatımı şekillendirdiğine inanıyorum. Bu yüzden anlatıyorum. Senin de gerçek hayatta ya da rüya âleminde bir şekilde yaşamış olduğun bir sahne vardır. Ve bu sahne, hayatını sen farkında olmadan şekillendirmiştir. İyi düşün. Sahnenin aynı olmasına gerek yok. Hayatı şekillendiren bir sahne itibariyle benzerlik yaşayabiliriz. Bu günlük bu kadar yeter.”
“Bu kadar mıydı yani?”
“Evet, bugünlük bu kadar yeter. Benim sahnem buydu. Şimdi sana düşen görev kendi sahneni düşünmen ve bulman. Çözüm burada yatıyor. Yarın görüşürüz…”
Muhammed İşler
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.