- 1770 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞRU NAMAZ
Oğlum namazını kıldın mı? Diye seslendi.
- Hayır anne; şu anda namazı dosdoğru ve dikkatli kılmaya hazır değilim.
Misafir adam şaşırmıştı bu konuşmaya. İşte altı üstü bir namazdı. Ve biraz önce iki dakikada kılmıştı. Ne demekti çocuğun söyledikleri? Kendisi mi cahildi çocuk mu çok bilmişti. Ama kendisi niçin cahil olsundu ki. Yıllarca namaz kılmıyor muydu? Hatta bayağı bir ilmihal bilgisi de vardı. Şimdi bu çocuk ne demeye getiriyordu? Namazı kılmak için ayrı bir ruh hali mi gerekiyordu? Adamın içi içini yiyordu. Çocuğa da sormaktan ar ediyordu... Sabırla beklemeye başladı. Ama neden alınganlık gösteriyordu onuda bilemiyordu.
Az sonra çocuk elindeki işi bıraktı. Birden yüzünde ciddiyetle sevimlilik arasında bir hal belirdi. Bakışları yerde sabitleşti. Abdest aldı. Boş bir odaya girdi. Kâh sevinçle kâh ciddiyetle namaza hazırlanıyordu. O da bir bahaneyle o odaya girdi. Dikkatlice onu izliyordu. Oysa kendini öyle namaza vermişti ki izlendiğinin farkında değildi. Namaza durmadan önce kısa bir dua etti. Fısıltılı bir sesle dikkatli ve tane tane okuyordu ayetleri. Kimi zaman hafif tebessüm ediyor kimi zaman mahzunlaşıyor, kimi zaman ağlamaklı bir hal alıyordu. Kimi zamansa kaşlarını çatıyor korkan ve yalvaran bir hal alıyordu. Rükû ve secdelere öyle özenle gidiyordu ki sanki küçük bir hata yapsa cambazın ipten düşmesi gibi ipten düşecek. Sonra tespih. Öyle zikrediyordu ki her ağzından çıkanı bütün vücudu hissediyordu adeta. Tane tane ve hakkını vererek. Sonra dua. Yine namazdaki gibi mahzunlaştı, yakardı. Ve secdeye kapandı. Sonra kalktı seccadesini toplarken hala namazın etkisindeydi... Neden sonra misafirin odada olduğunu fark etmişti.
-Allah kabul etsin evladım.
- Amin, inşallah...
Sonra çocuk odasına çekildi ders çalışmak için. Adamsa kendince aklına takılan soruları cevaplamaya çalışıyordu. Heralde tarikat ehli diye geçirdi içinden. Bu kendine verdiği cevap ne kadar tehlikeliydi aslında ama farkında değildi. Çünkü tarikat ehlinin namazı ile kendi namazı arasındaki farkı kapatıyor ve kendi namazını da olumluyordu. Ama ikisinin de aynı olması gereğini kabullenmek zorluyordu onu. Canını sıkıyordu. Bu can sıkıntısından kurtulmak için tarikatçı diyerek onu ayrı bir kategoriye koyuyordu. Kendine yaptığı telkinle rahatlamaya çalışıyordu. Artık olayı çözmüştü alınganlığa hiç gerek yoktu. Hatta üste de çıkmalıydı. Hemen olayın magazin yanını kullanmaya başladı:
-Senin oğlun tarikatçı mı? Diye sordu babasına. Babası sesini çıkarmadan öylece baktı bu da nerden çıktı dercesine. Devamla, namaz kılışı onlarınki gibi de...
- Nasıl yani kötü mü iyi mi?
Şimdi köşeye sıkışmıştı. Çünkü insanların birçoğu net ifadelerden kaçarlar, sadece kafaları karıştıracak sözler ortaya atıp kenara çekilirlerdi. Oysa çocuğun babası net bir soru sormuştu. İyi mi, kötü mü? Ne diyeceğini şaşırdı.
-Ya şey... yani iyi de bu yaşta böyle tarikat filan...
- Oğlum tarikatta değil. Seni şaşırtanın ne olduğunu anlayamadım. Adam bozuldu. Yutkundu ve sustu.
Birkaç gün geçmişti. Misafirliğinin son günlerindeydi. Misafirlerini pikniğe götürmeye karar verdiler. Otomobile bindiler. Şehir dışında bir gölete gidiyorlardı. Yollarda köylülerin sebze ve meyvelerini sergiledikleri yerlerden geçiyorlardı. Biraz meyve almak istediler. Adam dedi ki:
-Durun meyveler benden olsun, hem ben iyi pazarlık yaparım.
Adam arabadan indi köylüyle konuşmaya başladı. Üzümlerin fiyatını sordu ve aldığı cevaba tepki göstererek:
-Olur mu canım. Az önce geçtiğimiz yerde senden daha ucuza satıyorlardı ama almadık. Hem onlar daha iyiydi.
-Abi hediyemiz olsun istersen.
- Yok, o başka; hakkını almalısın. Ben hak yemem. Hele sizin alın terinizin hakkını. Allah nasip etmesin. Şu fiyata verirsen alırım. Köylü üzümü verdi. Bindi arabaya söylenerek. “ kimsenin hakkını yemem ben” diyordu. Diğerlerinden ses çıkmıyordu. O da sustu. Piknik yerine gittiler. Yediler içtiler. Fakat adam farketti ki üzümü sadece kendisi yiyor. Acaba yanılıyor muyum deyip dikkat etti. Hatta salkımları tek tek önlerine koydu ve fakat kimse üzüme elini uzatmıyordu. “ya yesenize üzümü tek ben mi yiyeceğim?”
-üzüm benim karnımı ağrıtıyor dedi çocuğun babası. Annesiyse benimde mideme dokunuyor diyerek işin içinden çıkmışlardı. Adam her ikisinin de yüzüne baktı garip garip. Sonra çocuğa döndü;
-Eee senin nene dokunuyor? dedi biraz da bozularak.
- Hiçbir yerime dokunmuyor ve üstelik çok ta severim üzümü. Bu cevap üzerine anne baba hızlıca kalktı sofradan, az sonra kopacak fırtınayı sezmişlerdi...
- O zaman niçin yemiyorsun?
- Çünkü o üzümün helal olup olmadığı konusunda şüpheliyim.
-!!!!!!????
Adam buz kesildi adeta. Ama nerde hata olduğunu hala anlamamıştı. “ne demek, parasını verdim ya” diye döküldü cümleler ağzından. Ben hak yemem görmüyormusun namazımda ibadetimde bir adamım.
-Zaten bizi üzen ve garip gelende bu ya. Nasıl olurda namaz kılan bir insan bir menfaat için yalan söyler. Adam hala anlayamıyordu.
–Ne yalanı ben yalan söylemem.
- Söyledin ya az önce. Üzümleri alırken; az önce geçtiğimiz yerde senden daha ucuza satıyorlardı almadık dedin. Oysa geçtiğimiz yerde öyle bir şey olmamıştı ve sadece burada durduk. Bu yalan değil mi?
- Haa o mu. Yok canım. O pazarlık incelikleri. Pazarlık sünnettir.
–Pazarlıkta yalan mı söylemek gerekir?
- Ya nasıl anlatayım size bu yalan değil diyorum... Tabi siz ticaretle uğraşmadığınız için bunu bilmiyorsunuz. Çocuk cevap vermedi, oda bu suskunluktan ürkerek çocuğun anane babasına seslendi:
- Bak gördünüz mü ben size sormuştum bu çocuk tarikatten mi diye. Boşa dememişim demek ki. Meğer benim üzümleri haram diye yemezmiş... Bu çocuğun namaz kılışından belliydi zaten bir garip olduğu.
Anne baba susuyor sadece onu dinliyorlardı. Adamsa devam ediyordu.
– Bakın benden size tavsiye bu çocuk hayatın gerçeklerini öğrenmezse kafayı yer sonra. Ne ticaret yapabilir ne memuriyet. Çünkü memuriyette de bu kafayla giderse hiçbir yere uyum sağlayamaz...
Bu sırada ikindi ezanı okunuyordu. Aile dikkatli bir şekilde dinledi ezanı. Sonra ellerini açtılar çocuk ezan duasını okudu. Ve beraberce namazlarını kıldılar.
........
Ayrılık vakti gelmişti. Birçok konuda tartışmışlar ama anlaşamamışlardı. Misafirlerini uğurlarken çocuk seslendi:
- Aramızdaki fark namazı dosdoğru, dikkatli ve devamlı kılmak ile baştan savma kılmak arasındaki farktır. Namazı dosdoğru, dikkatli ve devamlı kılmayanlar hayatı da dosdoğru ve dikkatli yaşayamazlar. İkisi birbirinin ayrılmaz parçalarıdır...
Selahattin Cansız
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.