- 1918 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ERZURUM HATIRASI
İşte terminalde idik nihayet, yıllar sonra memlekete gidecektik, Yusuf çok heyecanlıydı , daha çok küçüktü terk ettiğimiz de Erzurum’u, kızım daha ilkokul birinci sınıf da bir haftalık öğrenci idi, o vakitler, kızım hatırlıyordu Yusuf’umun hatırlayamadıklarını, yıllar nasılda hızlı geçmişti, halbuki çok şey götürmüştü benden, önce amcamı, cenazesine yetişemediğim babamı, genç yaşta Rahmetli olan amcamın oğlu Abdulvahap ağabeyimi ve gurbetin bize saydırdığı postun kıllarını, hepsi birer birer film şeridi gibi geçti gözümün önünden, muavinin Dadaş yolcuları kalmasın sesi getirdi beni kendime, otobüse bindiğimiz anda Erzurum’un havası esmeye başladı; Erzurum’un insanı her zaman bulunduğu yerin havasını değiştirir, oraya bir güzellik, bir ahenk, bir kültür verir, koskoca otobüs yolcuları büyük bir aileye dönüşüverdi birden, Erzurum’a varmadan Erzurum’da gibi hissetti yolcular kendini , insanların yüzlerinde memleket hasreti okunuyordu ve heyecanlıydı fıtraten insanlar, bu yüzden koca yol uzadıkça uzuyordu, çünkü menzilde sıla vardı, olsun zamanda esirdi neticede ve bitmek zorundaydı , nihayet uzun saatler sonra, göründü Erzurum ufuktan ve gurbetten gelenlerin yürekleri heyecanla atmaya başladı, bize ilk hoş geldini uzaklardan başı dumanlı palandöken dedi, birde eteklerinde yan yana yatan babamla amcam, kafamda her şeyi tasarlamıştım, çocukluğumun, delikanlılığımın geçtiği sokakları tek tek gezecektim, çocuklarımı doğduğum köye götürecektim, nasılda özlemişim Erzurum’u, bana kırgın duruyordu, yüzünü asmasının sebebi buydu, aslında Erzurum’da beni seviyordu ama gidişimi kabullenememişti bir türlü, lâkin ben gitmeliydim, kızımın sağlığı için bu gerekliydi, otuz dört yılımın geçtiği şehrimi terk edişimin buydu sebebi, kolay mıydı Erzurum’dan ayrılmak, kolay mıydı ana baba kardeşten, eşten dosttan arkadaşlardan, hatıralardan ve diğerlerinden ayrılmak, bağrıma taş basa basa çıkmıştım; Erzurum’dan, yağmurlu bir akşam üstü ayrılmıştık, gözlerimdeki yaşları eşim ve çocuklarımdan saklamak için çok zorlanmıştım.
Anılardan sıyrılarak Muavine döndüm;
-kardeşim Dadaş kent de bizi indirir misin
-tamam abi
Ve nihayet indik Dadaş kent de.
Ayağımız yere basmıştı işte Erzurum da idik yıllar sonra. Şükürler olsun Rabbime şükürler olsun kavuşturana.
İlk hafta Erzurum’da kardeşlerimi annemi ve diğer akrabaları ve birde Rahmetli babamla Rahmetli amcamın kabrini ziyaret ettik ve bir hafta sonra, çoluk çocuk köyde idik, kızımı ve oğlumu çocukluğumun geçtiği köye götürmüştüm, ilk kez köylerini görüyorlardı, harman yerinde idik, onlara küçükken sarı beyaz güzel renkli bir köpeğimizin olduğunu, buruda onunla nasıl oynadığımı anlatıyordum. Kartal yuvası gibiydi köyümüz, harmanın bitimindeki tepeye çıkarttım çocuklarımı, yukarı çıktığımızda, dağlar ayaklarımızın altında idi, kızım heyecandan müthiş bir çığlık attı babaaaaa burası ne güzel, uçakta imişim gibi geldi bana, oğlum ise bacaklarıma sarılmıştı, rüzgâr yüzümüzü yalıyordu şefkatle, yönümü köye döndüm insanın bir köyünün olması ne güzeldi , uzaklardaki köy benim köyümdü Hamd olsun uzakları yakınlaştırana, Hamd olsun bu günleri gösterene.
Çıktığımız gibi indik tepeden, çocuklar zorlandı tepeden inerken, fakat bir hatıra kazınıyordu beyinlerine, ömür boyu unutamayacakları bir hatıra, az ilerde Hulusi amcamın oğlu Ali Mehmet ağabeyim yanıma gelerek atından indi ,
-Selamun Aleyküm emi oğlu hoş geldin
-Aleyküm Selam ağabey hoş bulduğ
Hoş sohbetten sonra yanımızdan ayrıldı önündeki büyükbaş sürüyü dağlara sürmeye başladı.
Az ilerde kadınlar oturmuş bize bakıyorlar ve aralarında konuşuyorlardı, çocuklarla onların yanına gittik.
Gençler kaçıştı, orta yaş ablalar yaşmaklıydılar, çocuklar toprakla oynuyarla dı yanakları al aldı, onlar hormonsuz çocuklardı, en köşede, Rahmetli Hulusi amcamın eşi Güleser anam oturuyordu, köyün en yaşlı insanı o idi, bu bir makamdı saygıda kusur edilmeyecek bir makamdaydı, kadınlardan biri eğilip kulağına sesli bir şekilde
- ana emimin küçük oğli gelmiş Aydın’dan,
-oğul Henifi’mi ?
-yoğ ana onun ufaği
Hayrettin’mi?
He ana Hayrettin
-hee ana gurban hoş geldin dedi bana
eğildim elini öptüm,
oda benim gözlerimden öptü
kulağı ağır işitiyordu
-hoşbulduk ana, nasılsın
-Hamd olsun oğul eyem eyem, aha bu gulağlarım duymir sedece, oda önemli degil çoğ eyem oğul, çoğ eyem şükürler olsun Allah’a.
Bir müddet kaldıktan sonra yanlarından ayrıldık, çocuklar diğer amcamlara doğru annelerine gittiler.
Köy ne kadar sakinleşmiş böyle, evler aynen duruyordu ama benim çocukluğumdaki insanların çoğu yoktu, kınalı saçlı, belinde Osmanlı kuşağı sarılı nur yüzlü babaannem hani nerede idi, hani onunla sözümüz vardı balkonlu bir evimiz olacaktı, benim yanımda kalacaktı, bırakıp beni gitmişti işte, balkonlu bir evim vardı ama kınalı saçlı babaannem yoktu, vuslat başka bahara kalmıştı.
Az ilerde dört tane çocuk koşuyordu, dikkatle baktım bunlarda kimdi aa!... şaşırarak onları izliyordum.
-Bunlar amcamın çocukları idi, bu nasıl olur, ya dördüncüsü o bendim ve hep beraber holle çelik oynuyordular, fakat beni neden görmüyorlar, işte karşıdan emim geliyor Yıldırım emim Rahmetli olmamışmıydı , işte kapının önünde babaannem oturmuş çocukları izliyor ve sesleniyordu çocuklara oğul gözlerize dikkat edin vurmayın çeliği, annem elinde bir kap, süt sağmaktan geliyor, nasılda yorulmuş anacığım, babam şehirde dükkan işletiyor, işte Henifi abim önüne davar sürüsünü katmış köye giriyor, işte koyunların yanında sarı beyaz renkliköpeğim ama beni neden görmüyor hiçbiri.
-babaaaaa
Diye bir ses uyandırdı hayalimden beni
Yusuf un sesiydi bu
-noldu oğlum
-annem sesi sesliyo yemek yiyecekmişiz.
-siz yiyin oğlum ben daha sonra gelirim.
Yönümü köy mezarlığına çevirdim, onlara Fatiha okudum ve dualar ettim. İşte Rahmetli Gazi Hakkı dedemin kabri hayal mayal hatırlıyorum, Rahmetli Hacı Hakkı Dede mi uzun boylu dimdik yürüyen beybeyaz uzun sakallı ve beyaz sarıklı bir adamdı Rahmetli Gazi Dedem 90 küsür yaşlarındaydı o vakitler. Uzaktan onu seyretmek bana, o çocukluk ruhuma derin bir haz verirdi, onu seyretmek mutlu ederdi beni, yanına gittiğimde başımı okşardı, kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyormuş gibi bakırdım nurlu yüzüne, dağ gibi gelirdi sanki o heybetli hali. Dedem Kurtuluş Savaşında savaşmıştı, yedi yıla yakın ömrü harp meydanlarında geçmişti, yunanı İzmir’de denize döküşlerini, gururla anlatırdı bizlere çocuktuk daha o vakitler, yıllar sonra Rahmetli dedemin savaştığı topraklara göçeceğimiz gelirmiy di o vakitler çocukluk aklıma. Yeni açılmış mezarlardan tutun da, izi kaybolmuş mezarlara kadar, koyun koyuna hep orda idi hatıralarımın bir çoğu ve atalarım, ölüler diyarında mekanları Cennet olsun, aralarında bir Avni babam birde Necati amcam yoktu. Onların toprağı Palandökenden alınmıştı çünkü; Erzurum’da Abdurrahman Gazi türbesinin eteğin de koyun koyuna yatıyorlardı. Ne adamdı amcam dünyayı gezmişti, her gittiği ülke ve şehirden bana anılarını hediye getirirdi, birde babama mavi büyük bir bidonla maden suyu Zigana dağından.
İkisi de Rahmetli olmuştu, babam köyün en yiğit adamı idi, amcamsa en yakışıklısı, aklım keseli hep, babamın maceralarını yakınlarımdan, büyüklerimden dinlemişimdir ve onunla hep gurur duymuşumdur, tam bir Osmanlı adamı idi babam zalimi sevmez ve zulmüne asla izin vermez di, toprağın has adamı idi, kartal bakışlı onurlu bir adamdı, başı dumanlı dağ gibiydi, sırrını kimseler bilmezdi Allah’dan gayrı, yardım severdi, bembeyaz çok güzel bir sakalı vardı, hele ihtiyarlık hali, bir insana ihtiyarlık anca bu kadar mı yakışırdı, onu görenler fehmine tutulurdu, ferasetliydi, Osmanlıcayı su gibi okur ve yazardı, derya gibi bilgiye sahipti ve şiir de yazardı, sert görünümünün altında yufka bir yüreğe sahipti, hastalandığı vakitler halinden asla şikayet etmezdi anlatamam bir tane idi benim babam, küçük evladı sevmek Hz.Yakup (a .s.)’ın sünnetidir derdi ve beni Hz.Yakup’un Hz.Yusuf’u sevdiği gibi severdi, çünkü Aydına gelmeden onunla yalnız kalmıştık, babamla vedalaşırken baba istersen gitmeyeyim, dilekçemi geri alırım, hayır git oğlum dedi ben yaşlıyım, senin çocukların küçük ben bugün varım yarın yokum, baba dedim gönlünden gitmemi istemiyorsan dilinden diyorsan bileyim deyince, gönlümden de git diyorum Allah yolunuzu açık etsin, Allah dert keder vermesin dedikten sonra bana küçük evladı sevmek Hz.Yakup (a.s.) Sünnetidir, sen yıllarca işsiz kaldın bir kere kimse gelip oğlunun bu hatası var, bana borcu var demedi, yüzümü kara çıkarmadın, hakkım helal olsun demişti. Ben ayağa kalkarak babamın yüzünü ve sakalını öptüm, babam elini kimseye öptürmezdi, film şeridi gibi geçmişti hatıralar gözümün önünden.
Sayılı gün çabuk geçer derler ve bir Erzurum ziyareti böyle bitti, dönerken uğurlayanların yanı sıra gurbetçilerinde gözleri yaş dolmuştu ve otobüsümüz Dadaşların Yurdu, güzel insanların şehri, Vatanın kalkanı ve bükülmez bileği Türk’ün has evladı Erzurum’dan uzaklaşırken, yüreğimi ve yüreklerimizi bir hüzün kapladı, ne kadar kabullenemesem de, yüreğimin sağ yarısını Erzurum’da bıraksam da, gün gibi aşikârdı bizde gurbete düşenlerin kervanında idik. Ve kim bilir tekrar dönüş nasip olacakmıydı.
Benim nefesim yayılır
dadaşlar diyarından
Anadolunun bağrına
ben çift başlı kartalım
dedem Selçuk bey,
babam Osman gazi
pirim Ahmet Yesevi
benim pençemin korkusudur
düşmanı sindiren haini ürperten
Ben yurdumun çelikten kalesiyim
al bayrağın al kanıyım
Babamın en küçük oğlu
Erzurum’un dadaşıyım...
02/03/2012 H.K.
YORUMLAR
Yahu,
gerçekten böyle bir yazıya ihtiyacım vardı sanki benim.
Günün karmaşıklığı arasında,
gerçekten soluk almak gibi bir şey oldu bu güzel çalışma.
Severim Erzurum'u, Erzurumluyu.
Kendi memleketim gibi bilirim.
Bir başkadır Erzurum insanı.
Güzeldir, misafirperverdir, yardımseverdir.
Kızımı da bu nedenle orada okuttum çokça itirazı olmasına rağmen.
Çok maceralarım vardır Erzurum ile ilgili.
Çokça yazılarım da.
Güzel şehir.
Güzel insanların şehri.