- 616 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sessiz Şehrin Küçük İnsanı-Bölüm 2
Göz kapaklarımı delip geçerek gözlerime ulaşan güneş ışığı ile tekrardan sabahı gördüğümü anladım. Gözlerimi açmamla etrafımda toplanan şaşkın bakışlı sessiz şehrin insanlarını görmek beni oldukça sevindirmişti! Hayat yine pis pis sırıtıyordu yüzüme karşı. Karanlıkla buluşmak üzere havanın kararmasını ve sessiz şehrin insanlarının ışıklarını söndürmelerini bekleyecektim. Istırap dolu bir gün beni bekliyordu. Aklımdaki düşünce buyken karşımdaki horlamalarıyla ünlü insanlar ne düşünüyordu acaba! Anlamak zor olmadı: “Nefes alıyor mu?”, “Yaşıyor mu?”, “Bak bak gözlerini açıyor”, “Bilinci yerinde mi?”, “Yaşadığı için çok şanslı”…
Ah! Sessiz şehrin insanları… Birini yerde görmek ve bu klasik cümleleri sarf etmek için bekleyen insanlar… Aynı duygu ve düşünceleri paylaşmıyoruz maalesef! Ben sessiz şehrin küçük insanıyım. Küçükler anlaşılamaz! “Evet evet!” denilip geçiştirilir. Ne anlatayım size be insanlar. Dinlemeyeceksiniz zaten.
Üstümde ve etrafımda bulunan, ıslaklığın vermiş olduğu belirsiz bir koku ile deterjan kokusunun iğrenç bir şekilde ahenk oluşturduğu bu çamaşırlar da neyin nesiydi? Yüzümde ve vücudumda bulunan çizikler hafif derecede sızlıyordu. Bu da benim, sessiz şehrin insanlarını gördükten sonra ki, halen dünyada olduğumun göstergesiydi. Lütfiye teyzenin balkonundan sarkan ipler, hesaplayamadığım bir durumu gözler önüne seriyordu. Oysaki yaşamım boyunca hep ayrıntılarla boğuşmuş ben, bunu göz ardı etmiştim. Lütfiye teyzenin çoğu zaman içeride asmış olduğu çamaşırlarını, benim günüm olacak günde dışarıya asması da hayatın bir oyunu olmalıydı.
Yere çakılmama az bir mesafede, lütfiye teyzenin çamaşırları beni yavaşlatmış ve bana hafif bir iniş sağlamış olmalıydı. Yüzümde ve vücudumda bulunan çizikler, çamaşırları tutan iplerin eseri olmalıydı. Lütfiye teyzenin çamaşırlarına varmadan bayılmış olmalıydım ki o sahneyi hatırlayamamam bunu gösteriyordu. Ah! lütfiye teyze, kirayı almadan bir yere gitmeme izin vermemişti yine. Ne zaman tatile çıksam kirayı peşin alır daha sonra gönderirdi beni. Yine yapmıştı yapacağını. Yağmurun çiselemesine rağmen çamaşırlarını içeriye almaması bunu gösteriyordu!
Uzatılmış bir el…
Samimi bir gülümsemeyle, sadece kaldırma amacıyla uzatılan bu el bu şehre ait olamazdı. Sessiz şehrin insanlarının sahte gülümsemesini tanıyordum. Bu onlardan farklıydı. Gülümserken, elmacık kemiğinin tam üzerindeki yüz bölgesinde çizgiler oluşuyordu. Gülümseyişi hayata döndüren cinstendi. Karşılık verdim, elini tuttum ve doğruldum.
“Bir şeyin var mı? İyi misin? Acıkmış olmalısın? Biraz da susadın sanki. Al biraz su iç.” Dedi ve elindeki yarısı içilmiş suyu bana doğru uzattı.
Şaşkın bakışlarla ona bakıyordum. Birkaç gündür boğazımdan bir şey geçmemişti. Susamış ve acıkmıştım. Bunaldığım son günlerde bunu fark edememiş, hayata geri dönmemle hayati belirtiler göstermeye başlamıştım. Fakat bu adam da kimdi? Benim susadığımı ve acıktığımı nerden anlamıştı.
Şaşkınlığa bir de korku eklenmişti. Aklımdan geçenleri okuyordu sanki. “Susma orucu tutacağım ve onunla konuşmayacağım. Beni anlayamaz ki zaten. Niye anlamak istesin ki?” diye düşünürken,
“Seni anlıyorum. Benle gel, yemek yiyelim. Sohbet de ederiz birlikte.”
“Sen de kimsin? Benim acıktığımı nerden bildin? Düşüncelerimi mi okuyorsun?”
“Hayır. Sadece tahmin edebiliyorum. Birbirimize çok benziyoruz.”
“Nasıl yani? Daha önce görmediğin birine nasıl oluyor da benzetiyorsun kendini?”
“Sonuç kısmına bakarsak benzediğimizi söyleyebilirim.”
“Sonuç kısmı mı?”
“Evet. Aynı hayatı yaşamadık fakat aynı şeyi istedik. Bu da en büyük benzerliğimiz. Hayata karşı mağlup olduk. Fakat çabuk oldu bu olay. Bu, hayatın hoşuna gitmedi ve bize bir şans daha verdi. Şimdi hayat denen kâbusu yenmek zorundayız. Merak etme, bunu birlikte başaracağız.”
“Kim olduğunu bilmediğim birine neden güveneyim ki?”
“Merak etme ben de sana güvenmiyorum. Sorun da bu zaten. Güvenmediğimiz ve korktuğumuz insanlardan isteğimiz doğrultusunda bir şeyler bekliyoruz, olmayınca da kaçma içgüdüsünü kullanıp uykuya çekiliyoruz.”
Bir yandan konuşuyor, bir yandan da beni kolumdan tutarak onunla yürümemi garantiliyordu. Karşı koyamıyordum. Belki de karşı koymak istemiyordum. Etrafımı saran sessiz şehrin insanlarından farklıydı ve bana benzeme olasılığı vardı. İnsan, kendine benzeyen insanların çokluğu içinde yaşayabilir. Aksi halde yaşama karşı yabancılaşır. Onun bana benzediği olasılığı benim hayatta kalma olasılığımı artıracaktı.
“Sonuç kısmını irdelediğimizde benzer olduğumuz konusunda hemfikir olabiliriz. Fakat ben daha çok benzer yanımızın olduğunu, yani giriş ve gelişme kısmında da benzer yanlarımızın olduğunu düşünüyorum. Senin bana olan güvenini düşünecek olursak, ben sana tüm hayatımı anlatacağım ve senden de birkaç isteğim olacak. Hayatlarımızda olan benzerlikleri gördükçe senin bana güveninin artacağını düşünüyorum. Ben, hayatımı anlatırken beni dikkatle dinlemeni ve anlattıklarımı hayatınla karşılaştırmanı istiyorum. Bu karşılaştırmayı yaparken benzer duyguları hissettiğimizi ya da benzer olayları yaşadığımızı düşünürsen, bunu benimle paylaşmanı istiyorum. Fakat bu kararı sana bırakıyorum. Çünkü senin bu güvensizliğin, etrafında bulunan ve sana benzemediğini düşündüğün insanların çokluğuyla alakalı. Sana benzeyen birilerini gördükçe ki benle başlayacaksın buna, hayatla alakalı bakış açılarında değişmeler olacak, buna hazır olmalısın. Kabul etmenle alakalı fazla düşünmemeni tavsiye ederim. Sadece yap. Seni bu sonuca düşünmen getirmedi mi zaten?
Söylediklerinden etkilenmiştim. Rahatlatıcı ve akıcı bir konuşması vardı. Benden sadece dinlememi istiyordu. Benim konuşmamı da istemiyordu zaten. Tersi olmuş olsaydı hemen orayı terk ederdim. Ayrıca hayatıyla ilgili merakım da gitgide artmaya başlamıştı. Çünkü hayata tutunan ve sessiz şehrin insanlarına benzemeyen tek insandı benim gözümde. Söylediklerini mantık süzgecinden geçirdim ve kabul ettim.
Gidip dinlenmemi ve ertesi günü buluşmamızı önerdi. Ben de kabul ettim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.