- 2046 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
SİNEMACI fikret - 42
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir yerden kaçarcasına, diğer bir yere yetişmek istercesine hızla koşuyordu kahvelerine doğru. Soluk soluğa girdi yan taraftaki kapıdan. Çocuğun bu haline çok şaşıran babası, az daha elindeki çayları dökmek üzereydi.
’ Ne oldu oğlum ? Nedir bu halin ? Kimden kaçıyorsun sen ? ’ Hemen cevap veremedi çocuk. Heyecanlıydı, yorgundu.. Nefesi daralmıştı. Onun bu hali adamı daha da çok meraklandırdı. Elindeki çayları ilerideki masaya aceleyle dağıtıp yanına geldi çocuğun. İki koluna sımsıkı sarılarak tekrar tekrar sordu.
’ Neler oluyor oğlum ? Anlatsana ; nedir bu halin ? ’ Yavaş yavaş rahatlamaya başlayan çocuk nihayet konuşmaya başladı.
’ Babacığım ; Müzeyyen teyze para verdi bana, bak ! ’ deyip, elindeki içinde para olan mendili uzattı. Merakı iyice artmıştı adamın.
’ Ne parası oğlum ? Müzeyyen teyzen ne parası verdi sana ? ’
’ Makine parası baba ! Sinema makinesi almam için borç verdi bana ! ’ Yavaş yavaş anlamaya başladı adam. Mendili açıp, içindeki paraları da görünce, tamamen anladı meseleyi. Sakinleşti, çocuğun kollarını bıraktı. Mendilden çıkarttığı paraları cüzdanına yerleştirdi.
’ Tam ikibin lira var burada. Şimdi bu parayı Maça’ya verip, makineyi geri mi alacağız ? ’ İsteksizdi bu soruyu sorarken.
’ Hayır baba ; yenisini alacağız. Darfilm’de, yenisini ikibin lira peşinle veriyorlar. Onlarda da taksitler ayda beşyüz. Ne diye Maça’nın külüstürünü alalaım ki ! ’ Babası en çok da bu söze sevinmişti. Öyle ya ; ne diye onun külüstür makinesine para vereceklerdi ki ! ’
Baba oğul, heyecandan pek uyuyamadılar o gece. Yatakta uzun süre ertesi gün almaya gidecekleri makineyi ve ondan sonraki sinemacılık günlerini hayâl ettiler. Baba taksitlerin ödenmesinden endişeliydi biraz da.
’ Ayda beşyüz kazanabilir miyiz bu işten gerçekten ? Zorlanmayalım oğlum. Ele güne rezil olmayalım . ’ Çocuk kendinden emindi. Hiç şüphesi yoktu, rahatça ödeyebileceklerinden.
’ Sen merak etme babacığım. Ben ne zamandır bu işin içindeyim. Çok daha fazlasını kazanıyorlar, inan bana. ’ İnanmıştı adam. Geç de olsa , baba oğul huzur içinde uykuya daldılar.
Sabah ezanında kahveyi açmak için kalkan babasından hemen sonra uyandı çocuk da.
’ Oğlum, daha çok erken. Biraz daha uyu sen. ’ Çoktan giyinmeye başlamıştı bile çocuk. Pantolonunun kemerini bağlarken cevap verdi.
’ Erken olur mu baba! Bayramımız bu gün bizim. Sefaletten kurtuluş bayramımız. İstanbul yolcusuyuz. Sinema makinemiz olacak bu gün bizim. ’ Bu sözleri söylerken gülen gözleri, adamın gözlerinde yaşlanmaya neden oldu. Fakat onunkiler de mutluluk yaşları idi.
Sobayı yakmak için yardım etti babasına. Dışarıdan kütük taşıdı. Sobadan çıkan külleri dışarıya taşıdı. Biraz sonra çay demlenmiş, soba yakılmış, kahve müşterileri karşılamaya hazır hale gelmişti. Bakkal İbrahim ağa dükkânı açar açmaz bisküi almak için koştu.
’ İbrahim amca ; Müzeyyen teyzem bana borç verdi ya, birazdan gidiyoruz babamla makine almaya. ’ Bu işe pek de gönüllü olmadığını çocuğun anlayamadığı adam ;
’ Haydi bakalım hayırlısı. Göreceğiz hakkından gelip gelemediğinizi. O parayı da geri ödemeyi unutmayın sakın, tamam mı ? ’ diye cevap verdi çocuğun istediği bisküileri sararken. Çocuk neşesinden hiç bir şey kaybetmeden, kâğıda sarılı bisküileri adamın elinden kaptı. Kapıdan çıkarken ,
’ Sen hiç merak etme İbrahim amca ; kuruşuna kadar öderiz evvelallah ! ’ diye cevap verdi. Pek umudu olmadığını anlatmak ister gibi başını iki yana sallayıp ’ Göreceğiz bakalım. ’ dediğini çocuk duymamıştı bile.
Kahveyi her zamanki gibi emanet edecekleri İsmail efendi çoktan gelmişti bile.
’ Vay ufaklık. Sonunda makineyi alacaksın he ! ’
’ Evet İsmail amca. Müzeyyen teyzenin sayesinde alacağım inşaallah. ’
’ Haydi bakalım, hayırlısı olsun. ’ Hızla yemeye başladıı bisküileri. Bir an önce yola çıkmak, makinesine kavuşmak istiyordu.
’ Bu gün okulun ne olacak senin ? ’ Çocuğun heyecandan unuttuğu okul, babasının bir anda aklına gelmişti.
’ Bu gün de gitmeyivereyim baba. Bir günle hiç bir şey olmaz. ’
Az sonra baba oğul minibüse binmişlerdi bile. Pendik’ten trenle Haydarpaşa’ya, oradan vapur ile Karaköy’e geçtiler. Alt geçidin sonunda, yüksek kaldırımdaki taksi durağından Galatasaray dolmuşları ile İstiklâl caddesine, Galatasaray lisesinin yakınına kadar geldiler. Az yürüyüp sağdaki sokağa girdiklerinde, Galatasay lisesinin yan sokağında , sinema makinesi satılan darfilm mağazasına vardılar. Vitrindeki makineleri seyrederken, daha önce Şeyhli muhtarı ile onun ortağı Özcan öğretmende gördüğü Ukrayna sinema makinesini görür görmez gözleri parladı çocuğun.
’ İşte baba ! Alacağımız makine bu ; Ukrayna ! ’ Adam şöyle bir baktı makineye.
’ Güzelmiş. haydi bakalım hayırlısı ! ’ deyip başını salladı.
Baba oğul darfilm mağazasının kapısından girdiklerinde, onlarda pek müşteri hali göremeyen yetkililer, kuşku ile seyrettiler önce.
’ Hayrola , ne istiyorsunuz ? ’ diye sordu masa başındaki , orta yaşlı, gözlüklü , yarım kel yetkili.
’ Biz sinema makinesi almaya geldik . Ukrayna ! ’ diye atıldı çocuk. Yetkilinin tavrı aniden değişti. Öyle ya ; para ile imanın kimde olduğu belli olmazdı. Yerinden kalkarak, karşısındaki koltuklara buyur etti onları.
’ 16mm. lik Ukrayna soruyorsunuz herhalde değil mi ? ’ Baba, bunları hiç bilmiyordu. Ne makineden anlardı, ne de 16mm.’ in ne olduğundan. Her soruya çocuk cevap veriyor, bu da yetkillerde şaşkınlığa, biraz da hayranlığa sebep oluyordu. Hep birlikte, film, tiyatro izler gibi izliyorlardı onları. Kırklı yaşlarda, köşeli kasketli, kalın ceketli, kirli yakalı gömleği ve üzerinde eski, kirli bir kazak giymiş, ağzındaki tüm dişlerinin çürük olduğu çok belirgin, üzerinden yoksulluk ve cehalet akan bir adamla, oniki onüç yaşlarında, zayıf, küçük başlı, ince boyunlu, ön dişleri çürük, kısa boylu, düşkün giyimli, fakat konuşmasından, hareketlerinden çok zeki olduğu anlaşılan, bakımsız olması bile güzelliğini engelleyemeyen bir çocuk.
’ Evet efendim. 16 mm.lik Ukrayna sinema makinesi almak istiyoruz. ’
’ Peki paranız var mı ? Tam dokuz bin lira almak istediğiniz makinenin fiatı. ’
’ Yok, dokuz bin liramız yok. İki bin liramız var. Kalanını ayda beşyüz beşyüz ödemek istiyoruz. Muhtar amcalar da öyle almışlar sizden. ’
’ Hangi muhtar amcalar ? Nerelisiniz siz ? ’
’ Biz Kurtköy’lüyüz. Şeyhli muhtarı ile ortağı Özcan öğretmen. Sizden almışlar makineyi. Ben de onların yanında öğrendim. ’
’ Demek, makineyi çalıştırmasını biliyorsun. ’
’ Evet efendim. İki yıldır bu işin içindeyim. Hem Tetra, hem de Ukrayna makine kullandım, bilirim ben. ’
Adamların hayranlığı artmaya başlamıştı. Yüzleri gülmeye başladı hepsinin. Çocuğun da cesareti artmaya , yüzü gülmeye başlarken, babası umutsuzlanmaya başlamıştı. Özellikle, insanların onlara gülmesi hoşuna gitmiyor, kendileri ile eğlendiklerine inanıyordu. Az sonra, gülmeler yavaşlayıp, yüzler daha ciddi bir havaya bürünmüştü.
’ İki bin lira peşin, ayda beşyüz taksitle olabilir ama kefiliniz olması gerekiyor. Muhtarın kefili Özcan öğretmen olmuştu. Sizin kefiliniz var mı ? ’ dediğinde, her zaman aklına geldiği gibi yine İlhan öğretmeni gelmişti çocuğun. Fakat, ikinci sınıfta kaldıktan sonra utancından ona gitmeyi kesmişti. Uzun süreden beri de görüşmüyoırdu. Şimdi birden işi düştüğünde yine ona gitmeye yüzü yoktu. Babanın yüzü asılmış, umutları tükenmişti.
’ Burada kefili nereden bulacağız oğlum ? Haydi kalk gidelim. Köyden birini bulursak, sonra alıp geliriz. Belki İbrahim ağa olur. Keşke akıl edip de alıp gelseydik.
Çocuğun birden gözleri parlamaya başladı. Pes etmeye, oradan eli boş dönmeye hiç de niyetli değildi.
’ Var bizim kefilimiz elbet. Olmaz mı hiç ! ’ Babası şaşkın, insanlar gülmekli. Çocuk devam etti.
’ Hem de Merkez Bankası’nda çalışıyorlar, karı koca. Babasının kimden söz ettiği aklına gelmişti. Kafasına yattığı için itiraz etmedi. İnsanlar halâ gülmekte.
’ Ramiz Eker, Ülkü Eker ! İkisi de merkez Bankası’nda memur. Onlar bize kefil olurlar. ’
Yetkili bu isimlere çok şaşırdı.
’ Ramiz Eker, Ülkü Eker ! Siz onları nereden tanıyoırsunuz ? ’ Bu sorunun cevabını bildiği halde susmaya devam etti baba. Bu alışverişi sonuna kadar çocuğa bırakmaya kararlıydı.
’ Benim Mukaddes ablam var. Onların annesinde evlâtlık. Onlar bize kefil olur. ’
’ Peki, haberleri var mı ? Kefil olmaya razı oldular mı ? ’
’ Sormadık, haberleri de yok ama olurlar, olurlar. ’ Adam başını iki yana sallayarak, hafifçe de gülümseyerek ayağa kalktı.
’ Siz biraz bekleyin bakalım. ’ Mağazanın içindeki merdivenlere yaklaştığında, dönüp sordu çocuğa.
’ Adın neydi senin ? ’ Çocuk heyecanla, büyük bir adammış gibi cevap verdi yine.
’ Fikret efendim, Fikret. ’
’ Adam az sonra mağaza satış müdürünün odasındaydı. Durumu ona anlattı. Adam telefona sarılıp Merkez bankası’nı aradı.
’ Ramiz dayı. Bir çocukla babası gelmiş Kurtköy’den. Mukaddes’in kardeşi olduğunu söylemiş. Sinema makinesi almak istiyorlar. Ayda beşyüzlük on dört tane senet. Sizin kefil olacağınızı söylemişler. Böyle bir şeyden haberiniz var mı ; ne diyorsunuz ?
’ Tamam Uçkun. Sen senetleri hazırlayıp gönder bana ; imzalarım ben. Ver makineyi, korkma . Namuslu insanlardır, öderler. ’
Biraz sonra elinde senetlerle dolmuş durağına doğru koşuyordu çocuk. Yüksek kaldırımdaki, çoğu zaman yanından geçerken gördüğü Merkez Bankası şubesine vardığında kapıdaki güvenlik görevlisi , orada böyle birilerinin çalışmadığını söyleyince şok oldu , inanmak istemiyordu. Israrla , Ramiz Eker, Ülkü Eker isimlerini tekrarlıyor, Merkez Bankası’nda çalıştıklarından emin olduğunda ısrar ediyordu. Neden sonra görevli, Unkapanında da bir Merkez Bankası şubesinin olduğunu, aradığı kişilerin orada olabileceğini söyledi. Daha önce hiç gitmediği semti tarif etmesini rica etti adamdan. Daha sonra da dolmuş falan sormadan koşarak gitmeye başaldı. Köprünün üzerinde koşması herkesin dikkatini çekse de o etrafına bile doğru dürüst bakmadan, adeta denizi bile görmeden koştu, aradı ve bankayı buldu. Doğru gelmişti. Oradaki güvenlik görevlisi tanııdı sorduğu kişileri. Az sonra Ramiz beyin yanına varmıştı. Adam senetleri isteyip bir çırpıda imzalayarak geri verdi. ’ Haydi bakalım, hayırlı olsun .’ deyip gönderdi çocuğu. Yine koşarak Galatasaray dolmuşlarına kadar geldi. Kısa süre sonra darfilm’e , makinesine kavuşmuştu.
Mağazanın salonunda kurup, bir de film takarak hem denemek hem de kullanmayı öğretmek istediler. Çocuk onları doğru dürüst dinlemedi bile. Bir an önce alıp köyüne gitmek istiyordu.
’ Ufaklık, film kısmına git de film al bakalım. Herhalde film almadan köyüne gitmek istemezsin ! ’
’ Sizinkiler bana film vermezler efendim. Bizim köyler için sadece Şeyhli muhtarına veriyorlar. Prensipler öyleymiş. Hem depozito da isterler. Biz veremeyiz. Başka yerden film alırız herhalde. ’
’ Verirler oğlum verirler. Sen git benim selâmımı söyle, depozito da almasınlar senden. ’ Yine koşarak gitti çocuk. Yandaki binanın bir üst katındaydı film şubesi. Derdini anlattı, film istedi. Kurtköy ve yukarı köyleri Şeyhli muhtarından alıp ona verdiler. Durumu muhtara da anlatacaklardı. Depozito almamaya da razı oldular. Kısa boylu, hafif tombul, Karadeniz’li Erdem bey ısrarla tavsiye ettiği John Wayne’ın Kahraman Süvariler adlı kovboy filmini başlangıç olarak ona verip gönderdi.
Büyükçe bir bavul şeklinde - içine film sarma kolları, filmler, kablolar, sinema perdesinin de konabildiği- opörler, ağırca bir metal kutu içinde trafo, anfi kısmının konduğu siyah deri kaplı sandık, filmlerin takıldığı kolların, onları çeviren motorun, projektör lâmbasının ve objektifin bulunduğu diğer kısmın konduğu , yine siyah deri kaplı sandıktan oluşan, toplam dört ağır parçadan ibaret makinelerini ellerine alan baba oğul, heyecanla oradan ayrılıp taksi durağına gittiler. Oradan vapura, trene, köy minibüsüne derken, yorgun ama heyecanla vardılar köylerine.
Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Fakat o akşam mutlaka başlayacaktı sinemacılığa. Zevkle, heyecanla kurdu makinesini kahvelerinin köşesine. Sinema olduğunu belli edecek , plâk çalacak bir pikabı yoktu henüz ama makineyle verilen küçük bir mikrofonu vardı. Makineye takıp eline aldı onu. Başladı konuşmaya.
’ Dikkat, dikkat ! Bu akşam sinemamızda şahane bir Amerikan kovboy filmi oynayacaktır. Kahraman Süvariler, Kahraman Süvariler. Baş rolde John Wayne ! Dikkat, dikkat ! Bu akşam sinemamız herkese ücretsizdir ! Duyduk duymadık demeyin ! Bu akşam sinemamız herkese ücretsizdir ! ’
Devam edecek.
Fikret TEZAL
YORUMLAR
o kadar içten anlatımki..... sabırsızlandık.... eeeee hadi başlasın film usta ...çaylarda benden artık adında değişti....SİNEMACI FİKRET hoşgeldin saygılarımla
Fikret TEZEL
Gerçekten çok heyecanlıydı.
Yazarı da, gerçek heyecanını aktarmış satırlara.
Büyük cesaret,
inanılmaz bir azim.
Ama,
sanıyorum tahsil işine sekte vuracak bu olay.
Yine de enteresan bir meslek seçmiş ufaklık kendine.
Güzeldi.