Zihnimin İçindesin Her Şekliyle
Bu yatak tek bedene sığsa krematoryuma benzemezdi; ben de uyurdum. Uykusuzluk hanesi beni bu denli germezdi ve sesim kesilirdi. Şimdi uyuyor olurdum. Vakit bir hayli geç amma; ben geceyi sayıyorum:
- Saygınlığın dibine suret oluşturmuş gölgeler peşimdeyken hem de.
Peşimi bıraksaydı, tırnaklarımı koparacaktım ve dilimi soluk boruma kaçıracaktım. Belki kesilse sesim, nefesim de kesilir’di. Öyle mi demişti biri?
Bu halimi görmesin, istemem. Gecenin dördü içime oturmuşken, aklımı dörde bölüyorum ve bu dört günün hesabını tutuyorum. Tutuyorum ki neresi fahiş, neresi cüzi anlayayım. Oysa anlamak haz vermiyor artık. Marsın çirkin toprağını gözlerinden öperken, üzerime meteorlar yağıyor gibi hissediyorum anlayınca. Ve anlayınca ben, öleceğim sanıyorum. Sanki yaşamımın bir kutsallığı varmış gibi... Zaten ölmek için büyüyorum.
Kaç fikir geldi aklıma uyandığımdan beri. Kaç saat oldu gözlerimi kapadığım? Kaç gün oldu uyumadım. Kaç sen neyse. Perdeleri kapalı bir yer burası. Grahambell ’in icadı kaç gündür defalarca çaldı, açmadım. İsimsiz bir yer burası. Dudakları sapsarı bir duvar ve sırtını bana dönmüş bir yatak hiç adımı anmadı. Korkunun gırtlağından aşağı, sanki odam cadılar kazanı.
//Günümün bu denli uzun olması, beni bobby sands’e benzetiyor hapishane çukurunda.* Kustuğum halının manzarasına dalıp çöl kumu olmak istiyorum şehrim, evim, eşyam, ülkem olmadan.//
"Bir şiir kitabının sonsözü olmak istiyorum. Dilini yakan acı bir biber yahut soyarken gözlerini yaşartacak bir soğan kıvamında. Belki o kitabı alırdın D&R rafından. Beni okuduğunda kendini bulurdun ve sahip olurdun kitapla birlikte bana." dedim kendime. Kül prensesi ablamız külkedisi kadar çok bilinmeyip, kurgusu daha sağlam, sadece senin bildiğin bir sonsöz olmak isterdim dedim. Bunu söylerken de gözlerim yaşardı. İçimden soğan geçtiğinden olsa gerek, kanımdan ve sonsözden...
Bunu senle beraber gören olsa, delilik derdi. Bunu senden başkası görse, deliliğin dik alası derdi. Bunu sen gördüğünde, tam burayı okurken, bana mı diyor deyip, gülümserdin. En azından "gülümserdin" dediğim için, istemdışı.
Birgün franz kafka bana: "Sen ödevsin. Ama görünürde öğrenci yok." demişti. Dün gibi hatırlarım. Ve birgün ben, senin ödevindim, sınavını hiç geçemediğin bir dersin. Keşke üstüme lavlar yağsaydı. Yağsaydı da sorumlu olduğun bir ödevin olmasaydı.
Hazır aklıma gelmişken, bilirsin ben pek radyo dinlemem. Ancak Nikola Tesla biraz övünce -ki o yaptığı her şeyi övüyor niye bilmem. Ona da deli diyorlar hem.- açıp dinleyeyim dedim. Orhan Atasoy’un Gemiler şarkısı çalmaya başladı. Diyor ya hani: "Sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice" diye. Bizim hiç öyle bir sahilimiz olmadı. Ne bir tatil ne de bir festival havası. Olmadı. Olmasını isterdim bunun. Denize bakan yüzündeki ifadeyi kendime kopyalayıp, elinden tutup, başını omzuma koymana müsaade ederdim. Belki çekirdek çitleyip senin mp3 çalardan açacağın şarkılarla mest olur, manzaraya dalar, dalar, boğulurduk...
Seni, seninle yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı özledim. Bu halimi görme.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.