- 1462 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
BEN HİÇ ARDIÇ KUŞU GÖRMEDİM...
Yaz sonuydu...
Sonbahar yapraklarının düşmesini beklemeyi yıllar var ki unutmuş, biraz dikkatle bakılınca, sanki bir yaz debdebesini daha kazasız belasız derdest etmiş olduğu için mutluymuş hissi uyandıran, eski ve köhne ve terkedilmiş bir çay bahçesinin tahta masasında ellerim birbirine kenetli oturmuştum.
Bilmediğim bir sahil kasabasıydı, deniz ne yana düşüyor henüz keşfedememiştim. Oturduğum yerden göremesem de kokusu geliyordu derin maviliğin, iyot balık ve yosunla harmanlanmış. Hatta kulağımdaki bu tanımsız çırpınış sesleri de belki martıların kanat sesiydi, bilmiyordum, merak da etmiyordum. Çünkü deniz değildi buralarda olma sebebim. Beklediğim, niye beklediğimi çok da bilmediğim, benim onu beklediğimi de tabii ki hiç bilmeyen bir kuştu. Bütün sevdaların içinde neden geçtiğini merak ettiğim halde bir türlü öğrenmeye çalışmadığım, hayatımda hiç görmediğim, neye benzediğini bilmediğim bir ardıç kuşuydu, o sahil kasabasında ellerim birbirine kenetli bir tahta masaya oturmamın sebebi.
Zamanın, kimbilir hangi savruk yaşamışlığıma denk gelen ve bu nedenle hatırlamadığım tarih olmuş bir diliminde, kimbilir kimdi onu da bilmem, biri demişti ki ‘aşık olursan bir gün, içinde ardıç kuşu geçen hikayeler yazmalısın, yazamasan da bulup okumalısın, olmadı bir şiir belki, ama ardıç kuşuyla ilgili bi’kaç cümlen olmalı’. Tuhaf ve saçma bir cümleydi, anlam da cevap da verememiştim. Ama bunların yerine, o zamanlar içtiğim sigaradan derince bir nefes alarak dumanı, zihnimin ve vücudumun tahrip edilmemiş hiç bir noktası kalmasın diye yapabildiğimce derinlere yollayıp, yetmez, bir de nefesimi tutarak ve böylece her hücreye mührünü vurmasını sağlayarak tekrar geri salmış, bu cümleyi edeni de cümlenin kendisini de göz gözü görmez bir dumana boğmuştum.
Sonra ben bir gün aşık oldum. Yok, tam böyle değil, baştan alıyorum, ben bir gün tek başıma aşık oldum. Kimse yoktu aşkımın içinde benden başka, hatta civarında da, hatta uzak ve yakın herhangi bir coğrafyasında da. Yalnız ve serkeş ve sarsak, öylesine başıboş ve bir başına ve işte söylemesi can yaksa da gerçeği bu, pek zavallı bir aşktı. Şehrimin bütün caddelerinde rastlardım ona. Gecesinde, gündüzünde, kuşluk ve ikindi vakitlerinde, en çok da sabaha karşı gün ağarmaya az vakit kalanda o hep karşıma çıkardı. Adını bilmez ama seslenirdim ardından, Aklıma gelen her güzel adı sıralardım, bildiğim, dilimin döndüğü bütün isimler bitince dilimin dönmediği ve bilmediğim isimleri de seslendim sonraları. Bir keresinde kendi adımla bile seslendim. O hiçbirine dönüp bakmadı.
İlk aşkımdı, seslenişime bir kez olsun dönmediği için yüzüme çarpan ilk yalnızlığımdı.
İçimdeki ilk baharın, sabrının sonuna gelmiş pozlar takınarak gitmelere kalkışması tam o vakitlere rastlar. Kelebekleri ömürsüz, çiçekleri solmaya yeltenmiş de olsa ilk hoşgelmiş baharıydı içimin, bırakamazdım. Nitekim kapıya geçip yol vermediğim, zorla ikna edip, elinden bavulunu alıp, pencere kenarına güç bela oturttuğum, pembe mavi yeşil uçuşan şımarıklığıyla bana acıyan şıllık, köpüklü kahvesini içerken elbet çekip gideceğini, aşkın böyle bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyordu. O vakitler içtiğim sigaranın dumanını az önce anlattığım ritüelle içimde gezdirdikten sonra bugün bile bana hala manasız gelen bir cesaretle, aklımca şaka yapıyorum halleriyle yüzüne üflemiştim. Gülmemişti elbet.
Sabahında rastladığım aşkım, şehrin bütün caddelerinden yine hızla yürüyüp, kimbilir ne için, neye, kime, nereye telaşlar ederken, kalabalığın içinden uzanıp elini tutmayı denemiştim. Hissetmemişti ama irkilip boynuna götürmüştü sanki o ince parmaklı esmer tenli elini. Bence ümitvar bir haldi, içimdeki ilkbahara göz kırptım ama ilgilenmedi, ojesini kurutmak için parmaklarına üflüyordu.
Paketteki sondan üçünü sigaramı yakıp, şehrin en eski mahallesinde bir türbe duvarına yaslandım ve aşkımla bir daha karşılaşmak için bekledim, ellerimin sıcak şefkatini ve heyecanını ve sevda yüklü vaadlerini farkettiği anda, adlarından birine dönüp bakacak, bana kader gibi çarpacak ve içime ilk kez gelmiş baharın çekip gitmesine sebep de kalmayacaktı. Iki paket sigara ve bir aysız geceyi ciğerlerime nefes almaksızın çekmiştim ki, şehrin bu en eski mahallesinde hiç bir ayak sesi duyulmayacağına, bütün parke taşları ile birlikte ikna olmuştuk artık sabah ayazı bastırdığında.
O gece, gün doğumuna çok az kala, kapı usulca açıldı ve kapandı, merdivenlere sürtülerek indirilen bavulda ne vardı hiç bilmiyordum, bir kez olsun bakmadığım aklıma geldi gülümsedim. Bir bahar, ilk kez konuk olacağı bir kalbe böyle tıklım bir bavulla ne getirmiş olabilirdi ki. Bilmem, zaten gitmişti işte. Gitsin umurumda değil..
Yine sabah..
Şehrin caddelerine deli divane düşmüş, aşkımın kokusunu ararken, ki işte az ilerde, en sevdiğim eski semtlerden birine doğru yokuş yukarı çıkıyordu, yine telaş içinde ama bu kez nedense saatine çok da bakmayarak yürüyordu. Bu defa hızlanarak önüne geçmekti niyetim, yokuş ve sigaranın körelttiği yetmeyen nefesimle erkek adımlarına yetişmek kolay değildi ama yetiştim. Önüne bile geçtim. Eline uzandım, yine bir sürü isim saydım, sanki benden taraf kısacık bir an baktı ve sanki gülümsedi, çekik gözleri vardı, hiç görmemiştim daha önce, Allahım ne güzel gözleri vardı. Durmadı, çok yoruldum ama ben de durmadım. Elimi eline yanaştırdıkça o karşı tepelerdeki ağaçların arkasında kayboluyordu. Yetişip önüne geçiyordum, yine gülümsüyor, esmer elini yüzüme uzatıyor ama dokunmuyor ve çekik gözlerini gözlerime hiç denk getirmiyordu. O an, takatsiz kaldığımı kabullenmenin çaresizliğiyle, beni bir türlü görmeyen bakışlarını ve ah o ne tatlı gülümseyişini avuçlarımın içine almak, hoyratça hapsetmek, dudağının kenarına yaslanmış yüz ifadesindeki o çerkes duruşa bütün hayatımı teslim etmek için geldiğimi söylemek istedim.
Şehrin en güzel tepesinde, bütün duaların kanat takıp etrafında uçuştuğu minarelerin ve kubbelerin rahmani efsununda, aşağısında alabildiğine maviliklerle hayatın derinliğine kulaç atan iksirli suyuyla, masal kitabından çalınmış bir resimli sayfadaydık sanki.
Yerden, ya da gökten, ya da cennetten, ya da şehrin bilmediğim uzak ve tuhaf bütün semtlerinden, veya bütün bunların hepsinden gelen bir ses, savruk anılarımdan bir hayali çekip aldı ve ona ardıç kuşundan bahset diye kulağıma fısıldadı.
Sesi o da duymuştu, seslediğim hiç bir adını duymamıştı ama o sesi duymuştu. Gülümseyen yüzü bir an heyecanlandı, merakla bana döndü, çekik gözlerini çevreleyen kirpikleri ilk defa beni görmek için aralandı, bakışları, ondan bana doğru uzanan ışık huzmesini bir tayftan geçirerek, gökkuşağı renkleriyle geri yansıttığını zanneden ufak, çipil ve derinliksiz gözlerimde durdu ve ne diyeceğimi bekledi. Ardıç kuşundan bahset ona. Hadi ardıç kuşundan bahset bana, küçük bir hikaye, olmadı bir şiir, hadi. Ardıç kuşu mu, ama ardıç kuşu neye benzerdi ki? Ben hiç ardıç kuşu görmemiştim ki. Ben hiç ardıç kuşunu yazmamıştım, yazamıyorsam da okumamış, hiç bir şiir biriktirmemiştim ki. Aman Allahım, aman Allahım..
Bu ilahi anın sonsuza kadar sürmesi için, minareler ve kubbeler etrafında kanat çırpan bütün duaların kalbime aktığını hissediyordum. Ağzımın kıpırtısızlığına birkaç saniye daha sabrettikten sonra ardıç kuşuna ait hiç bir hikayem, hiç bir şarkı ve hiç bir şiirim olmadığını anlayan aşkım, bir daha yaşanması imkansız o anı terkederek bakışlarını sonsuza kadar benden yine geri almıştı. Yine caddelere ve şehrin en sevdiğim eski semtlerine ve sabahın erken saatlerindeki telaşlı yürümelerine dönmek üzere beni omuzlarıma yüklediği başedilmesi artık imkansızlaşan yokluğuyla yapayalnız bırakarak uzaklaşmaya başladı.
Gözleri gözlerime değmişti, gülümsemesi dudağıma dokunup geçmişti, dudağının kenarına yerleşen o en serkeş en çerkes en dayanılmaz kıvrıma hayatımın geri kalanını adamıştım artık. Gidemezdi. Uzandım. İlk defa dokunmuştu ellerim ona, ince bir kumaş üzerinden de olsa esmerliğini parmak uçlarımda hissettiğim tenine ilk kez bu kadar yaklaşmıştım, avuçlarım kor gibiydi, belki bana acıdığından belki bir anlık şaşkınlığından belki de umursamadığından bakmadı arkasına. Kalbimin vurgun yemiş çarpıntısı ellerime sirayet etmiş, parmaklarım titriyordu. Bir an belli belirsiz okşadığım sırtında fazla oyalanmadan iki elimle göğsüne doğru uzanmak, kollarımı sımsıkı sararak başımı sırtına, kürek kemiklerinin arasına gömmek ve beni bırakma diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Dayanamaz, muhakkak ki döner, beni kollarıyla sarar, göğsünde saklar ve gözyaşlarımız dinince buralardan giderdik.
Şehrin en güzel tepesindeydik, hiç birini yapmadım, ben yapmayınca o da yapacaklarını yapmadı. Ellerim sırtında bir an beklemedi ve onu, taammüden cinayet benzeri bir deliliğin geri dönülmez ruh kaybolmalarına saklanarak hızla aşağı iteledim. Derin ve uzak maviliklere ulaşmak için tepenin bütün taş ve kaya ve çalı çırpılarına çarparak aşağı düşen o taptığım bedeni de, ah o güzel gülüşü de, bir daha başka bir göze değil bakmaya, bakmaya yeltenmeme bile izin vermeyecek o çekik gözlerindeki bakışları da, nedenini hiç bilemeyeceğim beni istemezliğiyle birlikte yok olup gidiyordu. Ufak, çipil ve derinliksiz gözlerim suskun duruşuma inat, çağlayan köpürmeleriyle dolar taşar, şehrin en güzel tepesinden sel olup akar diye bekledim, tek damla yaş yoktu.
Yaz sonu, sonbahar gelmeye az yakın, terkedilmiş sahil kasabalarında görürsün dedi sonra birileri. Kimdi, yine bilmiyorum, dinlerken yine sigara içtiğim vakitlerdi, ve dumanını yine içimde hapsediyor ama tek fark, artık zerre kadar bile geri salmıyordum. Bütün baharların içimden çekip gittiği, yaz mevsimlerinde hayatın karanlık ve soğuk dehlizlerine saklandığım, kışların bile uğramaya üşendiği ömrümün dar vakitlerine geçmiştim.
Yaz sonuydu.
Yollarını hiç bilmediğim bir sahil kasabasında, eski ve köhne ve sanki hayatı çözmüş gibi feylosofça durup duran bir çay bahçesinde, ellerimi birbirine kenetleyerek oturduğum bu tahta masada neyi bekliyordum. Bütün sevdalı hikayelerin ve şiirlerin içinde geçen o ardıç kuşu muydu beklediğim. Evet, ama gelmedi.
Akşamın serini çökerken kasabanın tanımadık ayak sesleri kesilmiş, ben hiç de merak etmediğim sahile inmiştim. Ellerimi tutan yalnızlığım, tanıdık bir hiçlikle çağrıldığım suların sesini duymayayım diye bana kumruları, kırlangıçları, ispinozları anlatıyordu. Geceye ay uğramayacaktı, belliydi. Sular karanlık, kalbim karanlık, mevsim karanlıktı.
Yalnızlığım yüzünü bıkkınca düşürerek son kez yolculadığı bedenimi tanımadık bir sahilde tanımadık bir denize uzatırken, beni hep uzak duvar diplerinden takip eden umut, bu kez geri dönüşsüzlüğüme sanki hiç üzülmezmiş gibi umarsızca uzaklaşıyordu kıyıdan. Beni beklemeyen aşkıma giderken bu kez bir şiirim, bir hikayem olsun istemiştim, yine olmamıştı. Ufak çipil ve derinliksiz gözlerim, yabancı bir sahilde hiç de yabancı olmayan bir çaresizlikle sonsuza kapanırken, kasabanın kimbilir kaçıncı derin uykusunu bölmeye çekinerek de olsa, sabahın en telaşsız vaktini kimseden habersiz kucaklayan tatlı ve küçük bir şakıma sesi geliyordu ta uzaklardan. Ben duymamıştım ama duyanlar ardıç kuşu olduğuna yemin etmişlerdi..
Ardıç kuşu mu?.. Haklısınız evet..Sadece çok sevilenlere görünürmüş ...
YORUMLAR
Uzayıp giden kaldırımlara belirginlikten uzak çizgiler bırakır zaman. Verevine yaşayan ışıltıların aydınlatabileceği çizgilerdir bunlar. Ancak sadelik saygı duyar ve katılır ahenkle. Bazı yazılar ille de söyletirler işte. Şu ana dek okuduğum tüm yazılarınız gibi. Utanarak kül tablasına bıraktım sigaramı. Fakat malesef yeniden geri almak üzere. Yazıda çoktan cayılmış ömür karartıp parmakları sarartan o illetten ne hoş. Cayılmamalı ardıç kuşunun dahiliyetine rastlamaktan yalnız. Tebriklerim ve sevgimle.
Nihavend Şarkı
Ve ardıç kuşları dahlolmak istemediğinde hayatınızın an be an uzaklaşan baharlarına, rastlamak için beyhude dolaşıyorsunuz ..uzak sahil kasabaları ve terkedilmiş çay bahçelerinde.. Yine de, güne uyanmanın şükründen fazla uzak düşmemek gerek belki..gece uyumuyorsanız da, e işler zorlaşıyor biraz daha :)
Teşekkürler ediyorum ziyaretiniz ve beğeniniz için..
genelde uzun yazılar pek tercih edilmez bu saatlerde, bir kaç paragrafa bakar geçersin. ya da başlığa bakarsın sadece. evet ben de başlığa aldanıp geldim buraya. ardıç kuşuna. pişman da olmadım tabii.
ardıç kuşunu hep sevmişimdir. bana göre kadim çağların, antik hikayelerin tek şahididir kendisi. o şarkı gibi şakıyışından kelimeler yakalamaya çalışır insan. sanki yitip gitmiş bir dilde bir şeyler anlatıyormuş da, biz anlayamıyormuşuz gibi gelir.
bu yazıda da -aslında belki de film demeliyim çünkü anlatılanları okurken bir yandan da izledim zihnimde- asıl yaşanmışlığı, mecazları, duyguları çok merak ettim. bu bilge kuşun hikayesinin, bu her paragrafı enfes olan yazının ardında neler vardı. tabi öğrenmek istediğimden emin değilim, çünkü bu haliyle uç bir hayalperest olan bana yaşattıklarını tahmin edemezsiniz.
önceki yazılarınızdan cevheri hissetmiştim, bu yazıyla zirveye çıktınız gözümde..
elinize sağlık efem, hayırlı geceler olsun.. ardıç kuşu yoldaşınız olsun :))
not: fazla bilgi göz çıkarmaz. ardıç ağacı da ardıç kuşu olmadan yaşayamaz, bunu da dipnot olarak ekleyeyim dedim.
Nihavend Şarkı
Ardıç kuşu nazlı, ardıç kuşu naif, ardıç kuşu ..ne hayal ettimse artık..sanki kanat çırpıntıları pek uzak.. lütfedip gelirse yoldaş ederiz elbet .. Belki de dediğiniz üzre, iltifatına mahzar olmak için ardıç ağacı mı olmak lazım gelir nedir :)
Sağolun varolun..teşekkür ediyor, sabah-ı şerifleriniz hayr'olsun diyorum..
Sevgili.....
Sevgili Nihâvend Şarkı...
Size şu an, kendi isminizle seslenmeyi öyle isterdim ki... Bu yazıdan aldığım ve bu yazının bana geçirdiği hisleri bilmem ki hangi cümlelerle anlatabilirim... Nutkum tutuldu benim!
Yazı öylesine naif, öylesine içten ve yakın ki, bizzat tarafınızca yaşanmışlığın uzantısı gibi geldi bana... İçimi acıttı satırlar... Öylesine ki, birden o sahilde, o çay bahçesinde avuçları heyecandan terleyen ve sabırsızlıkla sevdiğinin gelmesini, en azından kendisine doğru küçücük bir adım atmadını bekleyen bir yanı ezgin bir genç kız oluverdim!
Edebî açıdan ve üslûp bakımından kusursuzdu...
Dil kuralları bakımından da kezâ öyle...
Yani..
Diyeceğim o ki...
Sizi okumak gerçek bir ayrıcalık; tam bir şölen...
Üzerine başka yazı okuyamayacağım sanırım günlerce.. Okusam dahî, hiçbiri beni bu denli acıtmayacak.. Ve bu denli doyurmayacak; eminim bundan...
Çok teşekkürler paylaşım için...
Sonsuz saygım ve hayranlığımla...
savaşçı tarafından 3/9/2014 1:50:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
Nihavend Şarkı
Haklınız elbet..Yazılanlar kurgulanıyor gibi dursa da, ne çok yaşanmışlıktan süzülüyor aslında.. Can yangıları suskunluklarla birleşince, nefes alabilmek için tek çıkarı kaleme dökülmek oluyor galiba..
Yazarken hüzün doluydu içim, son cümlemde hatta gözlerim dolmuştu, akabinde gelen satırlarınız ise, gözlerimi yaşarttı alabildiğine..edebiyat defterinin mürekkebi dağılacak diye korktum bir an ..
Ve şu anda gülümsüyorum sanki..
Sağolun varolun..
Geceyi bal eylediniz..
Sevgilerimle..
Özlem Tarhan
Hayatım boyunca hiç korkmadım imrenmekten; hele ki imrendiğimi, hayran kaldığımı belirtmekten hiç imtinâ etmedim... Hani yani şu an elimde bie megafon olsa, tüm şehre duyurmak istiyorum bu yazının beni ne denli heyecanlandırdığını... :)
Takdir etmeyi severim cümle güzelliği; hak edenin hakkı verilmelidir ki, daha çok güzel yazılar okuyalım...
Tanımadan sizi, bir köprü oldu yazdıklarınız yüreğime..
Eksik olmayın...
Bir sonraki yazınızı merak ve iştiyâkla bekliyor olacağım...
:)
Sonsuz sevgim ve saygımla yeniden...