- 1022 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Eksik Masal
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Akşamları bir başkadır bu şehir, hüzün bir bardak kıvrılır solunuza. Hele İstasyon’u adımlamak, yalnızlığa çakılmak gibidir. Ve sevdâ ancak böylesi şehirlerde ontolojiye kafa tutabilir. İçimde kendimden başka nefes alan kimselerin varlığını inkar edecek değilim. Bu ham yalnızlıktan yoğrulmuş masalın sonunu, evet bu masalın sonunu içimde o her an kaçıp gitmek arzusuyla yanıp tutuşan kıza kabul ettirmeliyim artık. O’na, kalkıp da ne dere tepenin düzlüğünden ne de develerle pirelerin akıl almaz işlerinden bahsedeceğim. Ki zaten "çok çok uzaklardan" öte aramak en evvel bir bakmak işidir. Bulmaksa bir görüş mesafesini sıfıra indirgemekten ibarettir çoğu zaman.
- Dinle beni, küçüğüm..
Eskilerin diline yerleştiğine göre birazdan anlatacağım bu masalın merkezi olarak gösterilen kent Kızılırmak’ın süt annesi, tarihin ebesi Sultan Şehir Sivas’mış. Deniz seviyesini bir hiç kabul edersek bu şehrin kıymeti neredeyse bin iki yüz doksan metrelere kadarmış. Şehirleri şehir yapan masallarıdır ya, bu şehrin masalını yazan kimseler de ana baba toprağını arkada bırakmak zorunda kalan iki genç imiş. Gurbette sıla türküsü söylemenin ne denli pahalıya mal olacağını hesaba katacak olursak ardında kimselerin "bir son" izlenimi veremediği eksik bir masal bırakıp kayıplara karışmanın en az bir destan yazmak yahut türkü olup dillerde dolaşmak kadar tehlike arzettiğini öne sürebiliriz. Bu eksik masalın fail-i meçhulları ise anlatılagelmiş yığınla hikayecikten çıkardığımız kadarıyla al yazmalı bir kızcağızla boyu pek de uzun olmamakla birlikte ruhunun yüceliği şânına aksetmiş selvi boylu bir delikanlıymış. (Kızın gözünde oğlanın boyu en uzun bir selvi kadarmış çünkü.)
Nihayet Anadolu’da toprağın bölünmekten toplanamaz bir hale gelip nadasa bırakılmak zorunda kalındığı bir güz mevsiminde, bu kızcağız ve oğlan köpüklerini savura savura gidişiyle nam salmış Kızılırmak nehrinde karşılamışlar. Kimi insancıklara göre bu bir tesadüf eseriymiş, daha muhafazakar bir kesime göre de tevafuk.
Şimdi sana küçüğüm bu minicik karşılaşmanın şimşekler çakıp yağmurlar yağdırmış, yeri yarıp göğü çatlatmış olduğundan söz edecek değilim. Bilakis öylesine sıradanmış ki bu tanış olma faslı, sıradanlığı imiş esasında içlerindeki tılsımı harekete geçiren mühimmat.. Sevdâ’nın zamanla bir alışmak dürtüsünden ileri geldiğini savunanlara inat bu iki genç günden güne birbirlerini keşfetmeye, keşfettikçe de hallerinin imkansızlığı üzre biz olamayışlarını yitip tüketmeye başlamışlar. İçlerine düşen bu kor, günden güne büyüyüp bir yangın halini alınca Sivas’ın zaten hiç var olmamış ağaçlarından mes’ul Orman Müdürlüğü bir endişeye kapılmış. Bu yangına çünkü ancak körükle gitmek çözüm olabilirmiş. Bu sevda dillere düşüp ayaklara dolana dursun, kızın endişe mekanizması bambaşka yönlere doğru kayıp gitmek mecburiyetinde kalmış. Bu menderesvâri zikzakların sebebi hatun kızımızın İzmirli olmasından ziyade biraz safça olması imiş. Öyle ki kalbindeki bu hareketlenmeyi gidip hemen anasına fısıldamış. Lakin anası sert çıkışmış; "Seni yâd ellere veremeyiz" diyerek. Babası da zaten biricik kızını yerdekilerden ziyade göktekilere yakıştırırmış. Çünkü o babasının biricik evladı, yegane maralıymış. Ancak tüm bu engellere rağmen bu sevmek dürtüsü nedense eksilmek bilmiyor, aksine arttıkça artıyormuş. Hasılı "biri diğerinden ölse ayrı düşmez" hali zamanla her iki gencin yüreğinde de ayrı ayrı hüküm sürmeye başlamış. Gönül denilen ferman dinlemiyormuş çünkü. Nerede görülmüş küsurat vermeksizin ikiye bölünmüşlüğü birin..
Evet, gönül denilen ferman dinlemezmiş dinlememesine de masalın tam da burasında, kızla alakalı bir sorun da var gibiymiş aslında. Ailesine olan bağlılığı onu bir adım atmak şöyle dursun bildiği, hissettiği, işittiği, gördüğü yahut düşündüğü ne varsa mütemadiyen rüzgara savurmak yahut belli hudutlar arası kara teslim etmek zorunda bırakıyormuş. Kış mevsiminin on bir aya kadar uzatmaları oynadığı bu soğuk şehirde çığ altında kalan hisleriyle kızcağız, gün be gün kalbinin tükendiğini hissediyor hatta atmaz denilebilecek şiddette bir nabız ile hayatını sürdürmeye çalışıyormuş. Hem sonra bu ikisinin birbirlerine olan aşkı dillere destan gibiymiş ya, neredeyse bu aşktan haberdâr olmayan yok gibiymiş ya; bu gibiymişlerden tek bir kişiyi tenzih etmek durumundaymışız.
- Kimi peki?
- Kızın ta kendisini tabi ki. Herkes biliyormuş ya bu sevdayı, kız da biliyormuş aslında onu ne çok sevdiğini, onun kendisi için atan kalbini.. Ama emin olamıyormuş, emin olamıyormuş işte. Çünkü güven denilen nalet bir kez sarsılmaya görsün, daha da yerine zor geliyormuş. Üstelik oğlancağız da bir yolunu bulup açılamıyormuş al yazmalı sevdiceğine.. Nedense! Kız biraz safçaymış dedik ya, sanki çevresindeki herkesin bu olaydan haberi varmış da bir tek kendisi bu duygunun cahiliymiş. Hissediyormuş, temiz olan kalpler doğruyu ta içinin en içinde duyumsarmış çünkü, lakin bazı hallerin tedavülde yerini bulabilmesi için yalnız hisler yeterli olamıyormuş ne yazık ki.
Oysa ne çok istermiş olan bitenden haberdar olmayı, arkasından ne oyunlar dönüp kendisi hakkında ne türden sözler edildiğini bilebilmeyi.. Fakat halk kızcağıza karşı diline bir pranga düşürmüş de bu halden dönmemek üzre and içmiş gibi mümkün olduğunca onlu mekanlarda cahil kesiliveriyormuş. Herkes böylesine suskun iken kızcağız da kendi yalnızlığında boğulmak üzereymiş. Şüphesiz bu tavırlar sürüp gittiği müddetçe de "o ve yüce yalnızlığı" çürüyüp gideceklermiş.
- Sonra..
- Sonrası mı.. Ne acı ki küçüğüm bu acayip masalın bir sonrası yok. Bu ve bunun gibi daha nice masal var ki, yarım kalmışlığına insanoğlunun bir sitem adeta. Sevmek mefhumundan o denli korkar hale gelmişiz ki bir müddet sonra masallarımız da sevmelerimiz gibi bir yerinden sonra kaydına devam edilememiş kasetler gibi belirsiz ve dahi en çok da yarım kalakalmış.. İnsanoğlu bir şeyden korkmaya görsün, zaten pamuk ipliğine bağlı olan güvenini oracıkta yitiriverir. Ve bundan sonra gündüzleri kısaltmaya başlar zaman, geceleri bambaşka masallar yeşertebilmek için.
- Bu mes’eleye bir çözüm getirilemez mi..
- Çözüm mü, çözüm belki de herkesin bir şeyler anlatmaya, söylemeye ihtiyaç duyduğu şu ahir zamanda dinlemesini bilmekte. Lakin bugün hangimizin durup da dinleyecek kadar vakti var, hepi topu dinlemek olan hangi masal en azından bir gökyüzü kadar kıymet görüyor ki.
İşte böyle küçüğüm bazı masalların sonu yoktur. Belki de bir sonu olmayışları, onları bir garîb kentin mimarı yapıyordur kim bilir. Artık beni anlamaya başladın sanırım..
- Ben mi, evet galiba.. Peki bu ne şimdi, yan yatmış bir sekiz?
- Hayır, sonsuzluğun rakamı o.
...
Leyla Gülaçar
YORUMLAR
Yazı hoştu çok. Fakat o sondaki ayvalar ve ardından gelen kafayı yedik cümlesi yersizdi bence. Bunca güzelliği barındıran yazının üzerine karabasan gibi çökmüştü. Ancak yazı ve derinliğinde sakladığı anlatısı öyle etkiledi ki, o sondaki hali yok saydırmaya yetmişti. Ben yine de yukarıdaki gibi düşünüyorum yalnız. Kırılmayın ne olur. Beğeniyle okuduğum yazıları ince eleyip sık dokuyorum işte bir de.