- 1013 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
KINASI GÜZEL GELİN
1857 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü’nde dünyaya geldi.
Çocukluğunu gelenek ve göreneklerin öğretildiği bir ortamda geçirdi.
Henüz on sekizine basmamıştı ki köyünden Nalbant İbrahim’le baş göz ettiler. Elindeki kına o güne kadar görülmemiş bir güzellikteydi ve “Kınası güzel gelin” dediler o günden sonra.
İlk çocuğunu oğlan doğurmanın mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Yusuf koydu adını.
Henüz yirmisindeydi kızını kucağına aldığında.
İlk çocuğunda acemiliğini ve korkusunu atmış ikinci çocuğunda tecrübelenmiş olarak anneliğinin tadını çıkaracakken ülkede hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fısıldadı köyün yaşlı kadını.
Kayınpederi Sıhhiye Fatih Çavuş’la paylaştığı evin kapısından dışarı fırladı. Bahçede oturan Fatih Çavuş gelinine baktı soran gözlerle.
Sessizce dedi diyeceklerini kınası güzel gelin; Ruslar buraya geliyormuş.
Sıhhiye Fatih Çavuş biliyordu savaşı ve savaşta olanları, gözlerini yere eğdi. Gelinin gözlerinden akan yaşlar öfke seli gibiydi. Ben gâvurun elinde çocuklarımın ölümünü seyredemem dedi.
Akşama Nalbant İbrahim geldi eve. Ev yastaydı sanki. Ne babası ne de karısı konuşmuyordu.
Ne oldu hele bir deyin, nedir suskunluğunuz? diye sordu.
Bir solukta anlatıldı her şey ona da. Kolu kanadı kırılmıştı sanki. Olduğu yere yığıldı. Bir beşikteki kızına, bir de divanda gözlerini açmış etrafına gülücükler saçan Yusuf’una baktı.
***
Takvimler 1877 yılının ekim ayını gösteriyordu. Rusların, Erzurum’un müdafaası için kurulan Deveboynu istihkâmları ve Aziziye tabyalarına kadar ilerlemesi şehir halkını tedirgin etmişti.
Savaşı artık iyiden iyiye hissediyorlardı. Ya Vatan elden giderse, ya gavur köylerine de gelirse, ya anlatıldığı gibi çoluk çocuk demeden, yaşlı, genç, kadın demeden onları da öldürürlerse kim savunacaktı vatanı… İşte bu düşünce köyde yaşayan herkesi paniğe sürüklüyordu.
Sıhhiye Fatih Çavuş, köyde sözü dinlenen, dediğine itibar edilen biriydi. Burada oturmakla olmaz, gâvurun gelip bizi asmasını, kesmesini mi bekleyeceğiz. Bir gün içinde toparlanın Erzurum’a savaşmaya gidiyoruz dedi köyün erkeklerine.
Erzurum’a gitmeye hazırlanan Sıhhiye Fatih Çavuş’a oğlu Nalbant İbrahim’de eşlik edecekti ama kınası güzel gelini durdurmak mümkün olmuyordu. Onu ve çocukları da alarak Erzurum’a geldiler.
Her tarafa sessizlik hâkimdi. Sanki savaş yok gibiydi. 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, bölge halkından Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyasına girerek bu sessizliği bozdular. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Her taraftan yandım anam sesleri yükseliyordu. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri kalleşçe yapılan saldırı sebebiyle hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı.
Erzurumlular, yaşlarına, kadın erkek olmalarına bakmadan silaha sarıldılar. Ellerine Tüfek, tırpan, satır, sopa, balta ne geçirdilerse, toplandılar. Sıhhiye Fatih Çavuşun kınası güzel gelini bu kafileye satırla karıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyasına doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Bir avuç Erzurumlu, Aziziye Tabyasının kapısını kırarak içeri girdi. İki binden fazla Rus’u sopa, bıçak, tüfek ve elleriyle öldürdü. Tabya geri alındı. Türkler, bin kadar şehit vermişlerdi. Bir kısmı da yaralandı. Fatih Çavuş’un kınası güzel gelini de yaralılar arasındaydı.
Vatan için gece başlayan mücadelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephane taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı kınası güzel gelin.
Evliliğini ve anneliğini dahi yaşayamadan savaşa giden kınası güzel gelin NENE Hatun’dan başkası değildi.
O günleri söyle anlatıyordu Nene Hatun;
Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da üç aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden ‘Moskof Aziziye’ye girdi’ diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, ‘Seni öldüreni öldüreceğim’ diye ant içtim. Yavrularımı Allah’a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye’ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.
***
Sıhhiye Fatih Çavuş, Nalbant İbrahim Nene Hatun ve çocukları savaştan sonra köylerine dönmediler. Erzurum’a yerleştiler. İlerleyen senelerde eşini ve diğer yakınlarını kaybeden Nene Hatun hayatını çocuklarıyla devam ettirdi. Son büyük acıyı Çanakkale Harbi’nde oğlu Yusuf’u şehit vererek yaşadı.
Yaşamını sürdürdüğü Erzurum’da 22 Mayıs 1955’de zatürre hastalığından dolayı 98 yaşında vefat etti Nene Hatun. Kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyasına defnedildi.
Vatanı her koşulda savunan sadece Nene Hatun değildi elbette.
I. Dünya savaşında kocası Subay Suat Derviş ile birlikte Kafkas Cephesinde savaşmaya giden ve General Trikopis’in birliğine esir düşen ama sonrasında kurtularak Mehmetçikle omuz omuza savaşarak destan yazan, Kara Fatma lakaplı Fatma Seher’in,
Milis kuvvetlerine yardım ederken Yunanlar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenen bilgi vermeyince de türlü işkencelere maruz kalan Nafize Kadın’ın,
I ve II İnönü savaşlarına oğulları ile birlikte katılan ve iki oğlunu da cephede şehit veren İzmirli Ayşe Hanım’ın,
Kocası ile birlikte çete kurarak dağlara çıkan 17 Mart 1922 yılında başından aldığı tek kurşunla şehit olan Gördesli Makbule’nin,
Erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılan ve sekiz düşman askerini öldüren Bitlis Defterdarının Hanımının,
Fransızlara yanlış yol göstererek sözüm ona kılavuzluk yapan ve Türklere esir düşmesini sağlayan Kılavuz Hatice’nin,
Ve ismini burada sayamadığım Savaşın Kahraman Türk Kadınlarının önünde saygıyla eğilerek 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Kutluyorum.
Tarihi Bilgiler için Kaynak: Yeniçağ, 25 Mart – 8 Nisan 2013 tarihli sayıdan alıntı yapılarak hikayeleştirilmiştir.
Hülya Türk BOYACIOĞLU
Mart/2014
YORUMLAR
Elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık diyorum.
8 Mart Kadınlar günü, ancak bu kadar muhteşem bir şekilde kutlanabilirdi.
Bu gün ve yarın,
muhtemelen buralarda çok yazılar olacak o güne dair ancak,
hiç biri bu kadar güzel olamayacak.
HÜLYA TÜRK
Teşekkür ederim ilginize.
Yalnız kadınlar günü için değil, ülkemizin yaşamakta olduğu Cumhuriyet tarihinin en karanlık günleri için de çok anlamlı bir yazı.
Bize bu canım ülkeyi kanları pahasına bağışlayan tüm ecdadımızı minnetle yâd ederken, onlara lâyık olmak için nasıl bir mücadele vermemiz gerektiği ve bu ruhun bize onlardan miras kaldığı gerçeğini de hatırlamamız gerektiğine inanıyorum.
Galiba bizi yine kadınlarımızın ateşlemesi gerekiyor...
HÜLYA TÜRK
Teşekkürlerimle.