- 846 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
SIRTIMDAKİ SEMER!..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sırtımdaki torbamın ağırlığı gittikçe artıyordu ama inat etmiştim; belirlediğim hedefe gidecektim. Bu yorgunluk tatlı yorgunluktu. Torbamın içindeki dünya çok farklıydı. O dünyayı inşa edebilmek için dört yıl bıkıp usanmadan, hatalarımla boğuşarak inşa etmeye çalışmış, sayısız defalar yap-boz tahtası gibi parçaları birbirlerine ekleyip durmuştum. Bu dünya başka bir dünyaydı işte. Her ne kadar altında ezilmiş de olsam da haz duyuyordum; karşılaştığım acılardan. Bu, ustalık işiydi. Kimi yetenekler vardı; bir ay bile sürmeden elindeki işi bitirebiliyorlardı. Kimileri de vardı ki, ömründe bir kez esip geçiyorlardı; Rüzgar Gibi Geçti! Ama iz bırakarak…
Kendi içsel dünyamda hayaller kurmaya devam ederek, kalabalıkları yararak geçiyordum. Malum; yerel seçim atmosferine girildiğinden her siyasi partinin seçim arabaları her türlü çevre kirliliği yaratarak caddelerde gezinip duruyorlardı. Hoparlörler sonuna kadar açık, bangır bangır bağırıyorlar:
Umudunuz biz, biz olacağız!
Bu yaşıma kadar ne umutlarım gitti, sayısını bile unuttum. Şimdi tek bir umudum vardı sırtımdaki çanta. Bu çanta farklı bir çantaydı. “Babamdan kalan çanta(!)” değildi. Bazıları vardı ki; ressam değil yazar olacağım diye hayatın içinde burnu sürtünmeden bir şeyler olmaya karar veriyorlardı. Ve de babasından miras kalan çantaya güvenerek. Sahi bana ne miras kalmıştı rahmetliden? Hiç? Neyse laf oradan oraya zıplayıp duruyor. İşte böyle plansız programsız bir şeyler yazmaya ya da söylemeye kalktığımda kelimeler hep farklı mecralarda dans edip duruyorlar.
Önüme çıkan trafik lambalarını geçerken 112 Acil’in siren sesleri, siyasilerin bağırtılarını bastırıyordu. Gün geçmiyor ki 112’in insanın içini sızlatan ciyaklaması duyulmasın.
Varacağım hedefe yaklaşmıştım. Teneffüs saatine denk getirmeye çalışıyordum ziyaretimi. Üç yıl öncesi de ziyaret etmiştim. Şimdi yine. Hiç şüphesiz beni tanıyacaklardı. Ama yeni gelenler de olacağına göre belki torbamla gördüklerinde yadsıyabilirlerdi ama olsun. Üstüm başım pek iç açıcı değildi ama. Sakalım da bir haftalıktı. Kendime bakamıyordum doğru düzgün.
Bahçe kapısı açıktı. Dışarıda iki kişi sohbet ediyorlardı. Birini tanıdım. Yaklaştım. Sırtımdaki torbayı ayaklarımın ucuna koydum. Derin bir nefes aldım. Kaş göz işaretiyle selamlaştık. Torbada ne var diye merak ettiler.
- Selam hocam. Üç yıl öncesi de sizi ziyaret etmiştim, yayımladığım kitaplarımın tanıtımını yapmak için.
- Ha evet, hatırladım.
- Bu sefer, yeni çıkan üçüncü kitabımın tanıtımını yapmak için geldim.
Ben daha anlatmadan ne demek istediğimi çoktan anlamıştı.
- Bizim öğretmenler okumayı sevmezler ama yine de sen öğretmenler odasına çıkabilirsin.
Merdivenleri tırmandım. İkinci kattaki öğretmenler odasının kapısını çalıp içeri girdim. Az sayıda öğretmen, sohbet ediyorlardı. Müsaade isteyip kendimi tanıttım. Torbamdaki dünyaları masanın üzerine incitmeden bıraktım. Ve bekledim, bekleyiş o bekleyiş. Bir Allah’ın kulu bile bu dünyaların içinde ne var diye açıp da bakmadı bile.
İçlerinden biri:
- Şimdi teneffüs zili çalacak,diğer öğretmenler de gelecekler.
Umudum bir anda sıfırlanmıştı ama, zili bekledim. Zil çalarken ortaokul yıllarım aklıma geldi. Heyecanlandım bir an. Ne güzeldi o an’lar. Türkçe öğretmenim gözlerimin önüne geldi. Elindeki Reşat Nuri Güntekin’in Acımak romanından bahsediyordu.
Zilin ardından öğretmenler odası doldu. İçeri girenler çaydanlığın önünde sıraya geçip çaylarını alır almaz yarım kalan sohbetlerine devam ettiler. Herkes kendi dünyalarına çekildiler.
Dışarı çıktığımda kendi dünyalarımla baş başa kaldım yine. Sırtımdaki semer(!) her ne kadar ağır olsa da çok mutluyum. Kan ter içerisinde yollar kat edip doğru düzgün bir okuyucumu bulabilene dek sırtımdaki semerle aç susuz dolaşmaya devam edeceğim.
YORUMLAR
Vizyon sahibi arkadaşlarıma teşekkür ederim, gösterdikleri inceliklerden dolayı. Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki; bu yazıyla öğretmenlerimizi incitmeyi asla düşünmüş değilim. Biz, okuma sevdasına öğretmenlerimiz sayesinde edindik. Onlar bize yol gösterdiler. Işık saçtılar önümüzdeki karanlığı aydınlatmak için.
Ben genelleme yaparak yakalandığımız ve içinde bulunduğumuz hastalıktan nasıl kurtuluruz hesabı ve düşüncesi içerisindeyim. Sosyolog değilim ki; uzun uzun çözüm yollarını sıralayayım. Sadece sıradan bir vatandaş gibi yaşayarak algıladıklarımı, içimdeki süzgeçten geçirdikten sonra topluma geri yansıtmaya çalışıyorum. Yalın bir şekilde. Herkes gibi benim de bir yurttaş olarak ülkemin insanı adına kaygılarım var tabi ki. Başka ülkelerde bir kişi yılda ortalama 25 kitap okurken, biz de ise 25 kişi bir kitabı zor okuyor. Bir felsefi söz vardır : Düşünüyorum o halde varım!
Ne yazık ki ne düşündüğümüzü de biliyor muyuz onu da bilmiyorum doğrusu.
Lafı uzatmadan özetleyecek olursam. Piyasadaki yayıncılar kitaba meta olarak bakarlar. Hani bir söz vardır: Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı yakar, diye. Yayıncılar da satamadığı kitaba dönüp bakmazlar bile. Onlar da haklı kendi açılarından. Çarklarının dönmesi için para gerekli. Niye uğraşsınlar ki isimsiz yazarlarla. Zaten günümüzde kitapların yaprakları altın'dan bile olsa bir Allah'ın kulu açıp bakmaz bile. Sistem bizi istediği şekle getirdi. Düşünemeyen robotlarız. Herkesin gözü kulağı beyaz camın üzerinde. Çocuklarımız da interde çek yapıyorlar.
Sonuçta biz isimsiz yazarlar kimseden sadaka istemiyoruz. Yalnız bir ricam var, benim gibi kitaplarını zar zor bastırmış arkadaşların kitaplarını duyarlı olarak bir gün sigara içmeye hayır demek suretiyle satın almak nezaketini gösterelim. Ancak omuz omuza vererek ayakta durabiliriz. Yoksa eline yüreğine sağlık, okuyucusu bol olsun demek fasa fiso.
Arkadaşlar, bana lütfen kızmayın ve darılmayın. Bu, kişisel değil nesnel bir değerlendirmedir bence. Ben nasıl olsa sokaklarda satıyorum kitaplarımı. Tacettin Ağbey'in dediği gibi " benim kitabımı alır mısın " diyemiyen duygusal arkadaşlarımızı düşünmek gerek.
Biz paramız bol olan insanlar değiliz ki sağa sola reklam verip bir de gerdan kıvırarak sırıtalım: Yılın yazarıyım, diye.
Bu yol, dikenli yol. Dizlerimiz kanamadıktan sonra belirli bir seviyeye geleceğimizi sanmıyorum. Aksi takdirde isimsiz yazarlar çöplüğünde kargalara yem oluruz.
Hepiniz kitablı günler diliyorum. Saygılarımla...
Merhaba Ayhan Bey, anlattıkların hepimizin sorunu aslında.
İş hayatımızda, yazın hayatımızda, mahallemizde, sokağımızda pek çok arkadaşımız var. Onları seviyoruz. Hatta onların da bizleri sevdiklerini sanıyoruz.
Sanıyoruz diyorum çünkü bu doğru. göstermelik sevgi (!)
Bir kitap uzun uğraşılar sonucu doğuyor. Bunu iyi kötü yazan herkes bilir. Günümüzde bir paket sigaranın 10TL olduğunu düşünürsek bir kitaba 10TL versek batar mıyız?
Okuldaki öğretmenleri anlatmışsın yazında. Hadi diyelim ki onları kınadık. Ya bizler?
Neden arkadaşlarımıza destek olmuyoruz?
Bir kitabın maliyeti belli, verilen emek de...
Uzun lafın kısası arkadaşım, rahmetli annem derdi ki; lafla peynir gemisi yürümez.
Destekler sözde kalmamalı.
Peki, bunca atıp tuttuktan sonra sen ne yaptın diye sorarsan; bana gönderdiğin altı kitabın dördünü sattım.
Sen 15TL sat diye yazmışsın ama ben 20TL ye sattım. Kalan ikisini de ben aldım. Hesap numaranı gönder paranı havale edeyim.
SUSKUN KALDI YÜREK'İ daha okumadım ama şöyle bir göz attım, dupduru, akıcı bir romana benziyor çünkü okuduğum sayfalar beni hiç sıkmadı.
Okuyucun bol olsun arkadaşım, selamlar...
belki bir gün....bir anlayan bulacağız.....birde büyük beklentilere girmemek gerek....edebiyat defterinden sevdiğim bir kişi abi kitabını çıkaralım ne olur dedi bizde tmm dedik iş başladı hiç tanımadığım kişilerle muhatap oldum çünkü ben bıraktım dedi çekildi.....tam bir kurtlar sofrası.... eşe dosta dağıttım ....birde benim kitabımı alın demeyi ben bir türlü beceremedim...kardeşim hayırlı olsun diyelim sabırlar diliyorum saygılar
Yazmaya meraklı insanlar için ümit kırıcı bir durum.
En iyisi, hiç yazmamak mı nedir?
Sırtımda semer ile, kapı kapı dolaşıp kitap tanıtmak aslında güzel bir uğraş ancak,
yaşanacak hayal kırıklıkları hiç bana göre değil.
Keşke böyle olmasa.
Tüm toplum olarak, okumaya gereken zamanı ayırabilsek.
Bilgisayar ve gelişmiş telefonlar, okuma zevkini köreltti.
Bırakın okuma zevkini, sosyal hayatımızı baltaladı.
Geçenlerde, oğlumun doğum günü vardı.
Annesi pastalar flan hazırlamış, kutlayacaklar güya.
Oğlan, bilgisayardaki oyunu tercih etti, kutlamayı da annesi kendisi yapmak zorunda kaldı.
Durum bu merkezdedir efendim.
Ayhan Bey, yazınız hepimizi anlatıyor yaşadıklarımızı ve hatta ileride yaşayacaklarımızı. Yaşadıklarımızın ortak noktası okuma oranının düşüklüğü. Yanlış anlamayın sakın okuma yazma oranı demiyorum. Okumasını bilen fdakat okumayan bir toplumuz. Günlük hayatımızda insanlar Tv ve internetin esiri haline geldi. Beyinler uyuşturuluyor dizilerle ya da magazin programlarıyla. Düşünemeyen robot bir halk olduk çıktık. Öğretmenlere gelince, benim kızımda yeni atanan öğretmenlerden. Sadece suçu onlara yüklemek belki biraz haksızlık olur. Atatürkün hayal ettiği ve ilk adımını attığı Köy Enstitüleri türlü oyunlarla kapatılmasaydı bu sosyal erozyona uğramayacaktık. Şimdi ise bu tablonun çıkması gayet normal bence. Ülkemde ne zaman iyi bir şieyler yapılmnaya çalışılmışsa mutlaka baltalanmış . İyi şeyler yapmayı bir türlü başaramıyoruz. Tebrik ederim Ayhan Bey. Okuyorum az kaldı. Ben de analizini yapıp arkadaşlarla paylaşacağım inşallah. Sevgiler
Sen böyle söyledikçe içimden bir parça kopup gidiyor Ayhan Abi. Önce profesörün affedersiniz ama ukalalığı, şimdi de bu serüven...Oysa böyle olmamalıydı. Birincisi en çok öğretmenler okumalı. İkincisi ilk önce adı sanı duyulmamış şairlere yazarlara öncelik tanınmalı. Git o öğretmenlerin evine, piyasa yazarlarının bütün kitapları kitaplıklarının ön kısmında yerini almıştır. Eşe dosta hava atmak var tabi işin içinde. Çoğuncası o kitaplara elini bile sürmemiştir oysa.
Yeni kitap, yeni umut demek. Ben herşeyden önce senin azmini yürekten kutluyorum. Belki üslubun anlatımın onlar gibi süslü püslü değil, halk ağzı ve yalın. Fakat gayet samimi ve akıcı. Hele olayları saç örgüsü gibi kurgulayışın bana göre takdir edilmesi gereken bir başarı.
Suskun Kaldı Yürek, okunası güzel bir roman. Amatör ruhların heyecanı var içinde. Menfaat üzre yazılmamış, birine çamur atıp ötekini göklere çıkartmak üzerine kurgulanmamış. Bizim insanımızın başından geçen ve yaşanması her daim mümkün olan bir hayat silsilesi.
Ama yanlış yoldasın. Hadi içerikte kimsenin tavuğuna kışt demedin,kimsenin değeriyle alay etmedin, kimseye methiyeler dizmedin, hiç değilse bir önsöz yazıp o kısımda popülist davransaydın (!)
Çok üzgünüm. Ama bir o kadar da gururlu.
Allah yar ve yardımcın olsun.