- 605 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Akmayan Gözyaşları
(Hikâye)
Ortada oturan Hâkim karar dediği anda, salonda bulunan herkesle beraber bende, ayağa kalkmıştım. Bu mahkemede yapılan ve aylarca devam eden duruşmalar nihayet sona eriyordu. Rüya görür gibi olayları izliyor, sanki bir başkası hakkında karar okunacakmış gibi gelişmeleri takip ediyordum. Hakkımda yapılan suçlamalara ne kadar itiraz etsem de, sonunda suçlu bulunmuş, ağır bir cezayla cezalandırılacaktım. Daha önce hırsızlık suçundan iki kere ceza almış, üç dört ay hapis yattıktan sonra dışarı çıkmıştım. Ben o zamanlar henüz on altı, on yedi yaşlarındaydım. Şimdi yaşım on dokuz ve cezalandırılma şeklim yetişkin insan sınıfında yapılmıştı. Midem bulanıyor, başım şiddetle ağrıyordu. Verilecek kararın bir an önce okunmasını bekliyordum. Gücüm bitmek üzere, ayakta duracak halim kalmamış, kalbim hızlı hızlı çarpıyor, her yanımdan ter akıyordu.
----Yaz kızım; yaşlı ve korumasız bir kişiyi öldürmekten otuz altı yıla, hırsızlık suçundan iki yıl dört aya, toplam olarak otuz sekiz yıl dört ay ceza verilmiş olup…
Gerisini duymamıştım bile, olduğum yere yığılmıştım. İndirimler ve içerde kaldığım süre düşülerek cezam yirmi iki yıl üç ay olarak kesinleşmişti. Mahkeme sona ermiş, iki jandarma eşliğinde Adliye binasından çıkıyordum. Annemle göz göze geldiğimde yaşlı kadın perişan bir halde ağlıyordu. Hâlbuki tüm uğraşım onu rahat ettirmek içindi. Babam ben küçükken ölmüş, annem iki evlilik daha yapmış fakat gördüğü şiddet üzerine evliliklerini bitirmişti. Bizim oturduğumuz semtte insanların değeri yoktur, hele kadınların hiçten. Küçük yaştan beri üvey babaların baskı ve dayakları neticesinde okuyamamış, serseri bir insan olup çıkmıştım. Elimden gelen tek şey hırsızlıktı. Onu bunu soyarak, çalarak köhne evimizde annemle geçinmeye çalışıyorduk. Annem çok defa;
----Bırak oğlum bu işleri, sana yazık olacak.
Deyip duruyordu. Aslında kendimde yaptığım işten tiksinti duyuyor, çevrenin etkisinden kurtulamıyordum. Bir kere bu yolu seçmiştim ve başka bir iş elimden gelmezdi. Hele sabıkalı olunca iş bulmak daha da zordu.
Anneme uzaktan veda ederken, bir daha asla beraber olamayacağımız korkusu içimi yakıyor, derin bir endişe duyuyordum. Hastalıklı kadın ne olacak, nereye sığınacaktı. Yaşadığımız yerde kimse kimseye kolaylıkla yardım etmez, annemin durumunda olanların çoğu bakımsızlıktan ölürdü. Şimdi bu kadına kim sahip çıkardı, hiç bir akrabamız yoktu veya ben öyle biliyordum. Annemin sözleri tekrar aklıma geldiğinde ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlamıştım. İşlemediğim bir cinayetten yıllarca içeride kalacak, belki de oralarda ölecektim. Mahkûmiyeti sevmiyor, özgürlüğümün bittiğini ve bir daha normal insanlar gibi bir hayat yaşayabileceğimi sanmıyordum. İçim daralıyor, nefes almakta zorlanıyordum. Hele birde haksız yere suçlanmanın verdiği derin ıstıraba fazla dayanamam diyordum. Ceza evi arabasına binmiş, gideceğim yere doğru yol alırken, sevdiğim kız Filiz’i düşünüyordum. Uzaktan birbirimizi görerek sevmiş, birkaç kere parkta oturmuş, bir kere de sinemaya gitmiştik. Gençlik işte, ne hayaller kurmuştuk. Başka semte gidecek, orada farklı bir hayata başlayacaktım. Annem de bizimle gelecek, mutlu bir evliliğimiz olacaktı. Aklım karışıyor, bir yerlere sığınmak, tutunmak istesem de, böyle anlarda dua etmesini bile bilmiyordum. Karşımda sessiz, fakat görevini hakkıyla yapmanın verdiği gururla oturan askerlerin arasında bir süre yol almış sonunda cezaevinin kapısına gelmiştik.
İçeri geçince, cezaevi görevlilerine teslim edilmiştim. Oradan ayrılıp önce tutuklu olarak kaldığım koğuşta bulunan birkaç parça eşyamı almış, ardından hükümlülerin kaldığı koğuşa doğru yol alıyordum. Ağır cezalıların kaldığı koğuşlar hakkında kulaktan dolma bilgilere sahiptim, ama gerçekte nasıl bir yer olduğunu bilmiyor, açıkçası korkuyordum. Çünkü o koğuşlarda cinayetten hükümlü, uzun yıllardır içeride yatan, yarı aklını yitirmiş, psikopat ruhlu insanların kaldığını duymuştum. Ne kadar korksam da, gardiyanların arasında düşmemek için kendimi zorlayarak yol alıyor, demir parmaklıklar ardında kalacağım yılları düşünüyordum.
Kaç kapı geçtik bilmeden kalın bir kapı önünde durunca, kapıyı açtılar beraberce içeri geçtik,
----İşte kalacağın koğuş burası, Allah Kurtarsın.
Diyerek kapıyı kapattıktan sonra çekip gitmişlerdi. Şimdi, o azılı mahkûmların arasında bulunuyordum. Kimisi ayakta, kimisi oturduğu ranzadan bana dikkatlice bakıyordu. Sonrasında;
----Allah kurtarsın,
----Hoş geldin,
----Geçmiş olsun,
----Pek te gençmiş,
Sesleri arasında donup kalmış, üçüncü kere hapishaneye girmiş olmama rağmen buranın manevi havasından yeterince ürpermiştim. Karşımdakiler şöyle bir kaçamak bakış yaptığımda, adamlar tıpkı hapishane duvarları gibi kararmış, solgun, gözlerinin içinde insanı korkutan bakışlar vardı. Onları böyle görünce işte gerçek mahkûmiyet bu olmalı diye içimden geçirmiş, neredeyse nefesim kesilmişti. Sağ tarafa dönünce, ileride bir ranzada oturan beyaz saçlı bir adamla göz göze gelmiştim. O kısa anda içime sanki bir ferahlık doğmuş, sığınacak birini görür gibi olmuştum. O da bana dikkatlice bakmış, eliyle gel işareti yapıyordu. Diğer mahkûmların bana neler söylediklerine bakmadan oraya doğru yürümüş, o beyaz saçlı yaşlı adamın karşısında durmuştum. Yavaşça ayağa kalkarak bana;
---- Geçmiş olsun evlat, üst ranza boş, istersen buraya yerleşebilirsin.
Yüzüne dikkatlice baktığımda, rengi solgun, ama gözlerinin içi gülümseyen, beyaz saçlı ve sakallı biri, bana sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Hayatımda ilk kez böylesine sıcak bakışlarla karşılaşmıştım.
----Olur, nasıl istersen Amca, hemen yerleşirim, senide rahatsız etmem.
Öyle güzel konuşmayı, teşekkürü, inceliği pek bilmezdim. Zaten öğretende olmamıştı. Yerime yerleştikten sonra adı Rıza olan orta yaşlarda ki Amcaya sadece minnet dolu gözlerle bakabilmiştim.
Mahkûmiyet günlerim başlamış yeni yerime alışmaya çalışırken, sürekli olarak bana atılan suçun nasıl olduğunu düşünüyor, olayın arkasında kimlerin olabileceğini anlamaya çalışıyordum. Bazı geceler annem aklıma gelince ağlıyor, yaşlarımı herkesten saklamaya çalışıyordum. İçeride bulunanların en genci bendim. Diğerleri neredeyse kırkın üzerinde, kır saçlı adamlardı. Kısa sürede hepsinin adını ve lakabını öğrenmiş, koğuşta verilen işleri yapmaya çalışıyordum. Rıza Amca çok kere yanımdan ayrılmamaya çalışıyor, sanki beni birilerinden koruyor gibiydi. Elinden Kur’an düşmüyor, namaz kılıyor ve ardından uzun tespihini çekerken dua mırıldanıyordu. Namazının ardından her defasında;
----Allah’ım, hakkımda hayırlısını nasip eyle.
Bu duayı ezberlemiş olsam da manasını tam olarak anlayamıyordum. Çok konuşkan değildi, aslında bende öyleydim. Buraya geleli birkaç gün olmuştu ki, bir gece tuvalete gitmiş, loş ışığın altında ihtiyaç gidermek istemiştim. Birden arkamda iki adam belirdi, bana garip garip bakıyorlardı.
----Bir şey mi oldu abiler,
Cevap vermediler, sus işareti yaparak kollarımdan tuttular. Ne oluyor, bu adamların niyeti ne diye korkmuş, ne yapacaklarını düşünürken; Birden kapıda Rıza Amca belirdi;
----Bırakın çocuğu sersemler, leşinizi sererim şimdi sizin,
Diye tok bir sesle onlara bağırınca, adamlar beni bırakıp hızla yanımdan uzaklaştılar. Rıza Amca’nın yüzünde çok sert bir ifade vardı ve oldukça sinirliydi. Bana dönerek;
----İşini bitir, çabuk gel.
Koğuşa dönüp te yanına vardığımda, eliyle sus işareti yaptı ve ardından;
----Yarın sabah konuşuruz, şimdi yat.
Dedi ve yattı, bende ranzaya çıkmış olanları düşünüyordum. Seyfo ve Kekeş diye çağrılan o adamlara baktığımda, onlar hiçbir şey olmamış gibi yataklarına yatmışlardı.
Sabah yemeği yenmiş ranzamızda otururken Rıza amcanın yanına sokuldum,
----Gece neler oldu Amca, neden bana saldırmak istediler?
Durakladı, derin bir nefes aldı,
----Bak Emrah, bu koğuşlarda yaşamak zordur. Sana yaklaşan adamlar uzun süredir içeride yatmaktalar ve kadına hasretler. Sen gençsin, toysun bu yüzden sana ilişmek, kadın gibi kullanmak istediler. Bir kere başarırlarsa sonunu alamazsın. Bu nedenle geldiğinden beri gözüm üzerinde, sana bir kötülük yapmalarına fırsat vermedim. Ama ben seni her zaman koruyamam, sen de çok dikkatli ol, benden ayrılmamaya bak. Aradan biraz zaman geçince sana bir daha dokunamazlar.
Şaşırmakla beraber, cezaevi şartlarının ne derece ağır olduğunu anlamaya başlıyor, daha çok şey öğreneceğimi biliyordum.
Koğuşun en genci ve yenisi olduğum için çay yapma ve servis işini bana vermişler, Rıza Amca’da, bu işi iyi yap, herkes seni sever dokunmaz deyince, bende işime sarılmış, temizliğe dikkat ederek, kimseyle içli dışlı olmadan çalışıyordum. Bir akşam yemeğin ardından sonra çay servisi yaparken, Osman adında biri bana dönerek;
----Len utanmadın m ı, baban yaşında ki birini öldürmeye?
Canım sıkılmış, cevap vermem gerektiğine inanarak;
----Bakın Beyler, ister inanın ister inanmayın ben kimseyi öldürmedim ama hırsızlık yaptığımı inkâr etmiyorum.
İçlerinden biri sırıtarak;
----Buradakilerde cinayet işlemedi, hepsi suçsuz, hepsi günahsız ha ha ha ha…..
Hiç karşılık vermeden servisi tamamlayıp, ranzama geçince, hırsımdan, sinirimden yerinde duramıyor, yaşla dolan gözlerimi saklamaya çalışıyordum. Rıza Amca bana dönerek;
----Sen onlara bakma evlat, anlatmak istersen seni dinlemeye hazırım.
Tutuklu kaldığım aylarca, barodan gelen Avukat bana, suçunu kabul et, cezanda indirim olsun demiş, mahkemede Hâkimler bile bana doğru dürüst söz hakkı vermemişilerdi. İlk defa beni dinlemek isteyen biri,
----Hadi anlat bana en başından,
Diyordu. Yanına oturup başımdan geçen olayları yalansız anlatmaya başladım.
----Hırsızlıkla geçinen biriydim. Aynı mahallede oturan Tekin isimli bir arkadaşımla, bizden birkaç sokak ileride yalnız yaşayan, yaşlı birinin evine girecektik. Kararlaştırdığımız gün ve saatte, apartmanın dış kapısından içeri girmiş, çıt çıkarmadan ikinci kattaki dairenin kapısına varmıştık. Kapı açmakta usta olduğumdan bir hamlede kapıyı açıp içeri girmiş, el feneri yardımıyla dolaşırken bir an arkama baktığımda arkadaşım yanımda yoktu. Seslenmekten korktuğum için şöyle bir iki bakındım, ne olduğuna bir anlam verememiş, korkup kaçtı sanarak, çalacak bir şeyler aramaya başladım. Salonun içine girdiğimde birden olduğum yerde donup kaldım. Yerde can çekişen biri vardı. Eğilip baktım göğsünden bıçaklanmış her yanı kan içindeydi. Ağzından hırıltılı sesler çıkarıyor eliyle yardım ister gibi bana dokunuyordu. O anda, sokakta polis arabalarının yanıp sönen ışıklarını görünce, hemen dışarı çıkıp kaçmak istediysem de başaramamış, merdivenlerde polise yakalanmıştım.
Karakola gittiğimizde üzerime bulaşan kan izlerini görünce çok korkmuş, adamın ölüm haberi gelince de cinayet zanlısı olarak suçlanmıştım. Mahkeme ve karakolda yanımda bir arkadaşımın daha olduğunu, o arkadaşımın cinayet işlemediğime şahit olabileceğini söylesem de, karakola çağrılan Tekin, hırsızlığa beraber gittiğimizi doğrulamış, ancak korkup kapıdan geri döndüğünü söyleyerek, benim içeride ne yaptığımı bilmediğini açıklamış ve kurtulmuştu. Tüm deliller aleyhimde olmasına rağmen işlemediğim bir suçu kabul etmemiş, yirmi iki yılla cezalandırılmıştım. Hikâyem bu kadar Amca,
Rıza Amca bir süre düşündü, beni inceledi ve tane tane konuşmaya başladı;
----Şimdi diyorsun ki ben asla öldürmedim, içeri girdiğimde bıçaklanmıştı, öyle mi?
----Evet, aynen öyle,
----Şayet anlattıkların doğruysa ki sana inanıyorum, birileri sana tuzak kurmuş evlat, mahallede kavga ettiğin veya aranızda mesele olan biri var mıdır?
Bir müddet düşündükten sonra aklıma sevdiğim kız Filiz’e askıntı olan, mahallenin serserilerinden Hüso lakaplı, Hüseyin geldi.
----Hüso,
Dedim,
----Hüso vardı Amca. Birkaç kere aynı kız yüzünden takışmıştık. Tekin’le de iyi tanışırlar. Ama Tekin bana bunu yapmaz Amca, mahalleden en iyi arkadaşımdır.
----Bak oğlum, insana en büyük kötülük yanındaki arkadaşından gelir. Tekrar ediyorum, sen bu işi yapmadıysan bu işi onlar tezgâhlamış olabilirler. Siz apartmana varmadan Sizden önce biri içeri girip yaşlı adamı bıçakladı ve kaçtı, ardından siz içeri girince Tekin dediğin çocuk ta ortadan kayboldu. Sence Tekin ‘in ortadan kaybolması biraz anlamlı değil mi?
----Bilemiyorum Rıza Amca, Bunlar yapmış olsalar nasıl ispat ederim ki, zaten mahkemede bitip temyiz sona erdi bile.
----Biliyorum evlat, ama bir gün gerçekler açığa çıkar, adalet yerini bulur.
Konuşma sona ermiş olsa da, içine düştüğüm durum Rıza Amca’nın tespitleri beni kuşku içinde bırakmış, sabaha kadar uyuyamamıştım. Eğer durum böyleyse, bu saatten sonra kim beni dinlerdi.
Günler bu üzüntü ve kuşkularla geçip giderken, Rıza Amcanın düzenli namaz kılması, Kuran okuması dikkatimi çekmiş, ilk kez dinini yaşayan biri ile karşılaşmıştım. Koğuşta birkaç kişi daha namaz kılıyordu, ama hiçbirisi Rıza Amca gibi değildi. Müslüman nedir? İbadet nasıl yapılır? Gibi kavramlar yaşadığım toplumda konuşulmadığı ve uygulanmadığı için, bu kavramlardan hayli uzaktım. Ömrümde cami içine girmemiş, içeride ne yapıldığını merak etmemiştim. Ama şimdi karşımda tertemiz bir insan sürekli ibadet yapmakta, huzur içinde olduğunu görmekteydim. Bir gün ona;
----Rıza Amca, sen dinine düşkün birisin, peki neden buradasın? Birkaç cinayetin olduğunu duydum. Bana doğrusunu anlatır mısın?
Adamcağız birden hüzünlendi, yüzü sinirli bir hal aldı, belli ki çok eskilere gitmiş, anılarda kaybolmuştu. Ayağa kalkıp şöyle bir iki dolandı, bana dönüp uzun uzun bakındı. Yanıma oturup;
----Tamam evlat, otur anlatayım.
Tespihini eline aldı, gözlerini kıstı sanki uzaklarda bir şeyler görürü gibi;
----Isparta yöresinde bir kasabada ticaretle uğraşırdım. Bir evin tek oğlu olup, babam ve annemle birlikte yaşardım. Kasabanın ileri gelenlerinden birinin kızına gönlüm düşünce istettim. Kız benimle evlenmeye olumlu bakmış, fakat ailesi bu durumu kabul etmeyince, bizde istemeye gidememiştik. Çok geçmeden sevdiğim kız, beni kaçırsın deyince, iş başa düştü diyerek hazırlık yapıp, belirlenen saatte kızla buluşup tam kaçacakken, kızın baba ve iki kardeşi yolumuzu kesmişti. Arabamı süratle üzerlerine sürüp yanlarından geçmek isteyince, çekinmeden bize silah sıkmaya başladılar. Biraz gidince bir baktım, yan koltukta oturan Hanife vurulmuş, kan içindeydi. Arabayı durdurup Hanife’nin kapısını açtığımda son nefesini vererek kucağıma düştü. Aklım başımdan gitmiş, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı şaşırmış, yüreğime tarifsiz bir nefret duygusu yerleşmişti. Arabadaki pompalı tüfeği elime aldım ve peşimden gelenlere doğrulttum. Hanife’nin babası ve iki kardeşi çatışmada ölmüş, bende yaralanmıştım. Sonuçta, otuz altı yıl hapse mahkûm edilmiştim. İlk yıllarım çok zor geçti. İçine düştüğüm durumdan etkilenip ağlamayı çok istediğim halde, ağlayamamış, katı yürekli biri olmuştum. Babam ve annem kısa zaman aralıklarıyla ahirete göçmüş, kocaman dünyada yalnız başıma kalmıştım. Onların ölüm haberlerini aldığım zaman bile, gözlerimden bir damla yaş gelmemişti. Hanife’nin ölüsünün kucağıma düştüğü an, gözlerimin önünden hiç gitmedi ve o anı yıllar boyu kâbuslar halinde yaşadım.
Mahkûmiyetimin onuncu yılıydı, koğuşumda bulunan serserinin birisi, ikide bir bana çatmakta, bazen küfür, bazen hakarette bulunmaktaydı. Yalnız olmadığı için bu kabadayılığı yapıyordu. Bir gün herkes havalandırmaya çıktıktan sonra içeride kıstırıp, kimsenin duymasına fırsat vermeden boğarak öldürdüm ve suçumu kabul ettim. O serserinin ölmesinden herkes mutlu olmuş, hatta gardiyanlar bile eline sağlık diyorlardı ama kanun bu, yeniden yargılanıp, bir on beş yıl daha ceza verdiler. Artık buradan sağ çıkmayı ummuyor ara sıra bunalıma girdiğim oluyordu. Başka bir cezaevine nakil olduktan sonra, koğuşumda kalan kader kurbanı bir din adamı ile tanışınca, hayata bakışım tamamen değişmişti. Ondan, gerekli tüm dini bilgileri ve Kuran okumayı öğrendim. Daha sonra dışarıdan ilmi kitaplar getirerek, okumaya ve manevi dünyamı güzelleştirerek, sabır içinde yaşamaya başladım. Din adamının tahliyesinin ardından, bende İstanbul’a, yani buraya nakil oldum. Zaman geçtikçe burasını bir tekke olarak kabul edip, bizleri yaratan Tanrı’dan günahlarımın affını diliyor, ömrümü tamamlamaya çalışıyorum. İşte benim hikâyem bu evlat.
Rıza Amca’nın gözlerinde duyduğu manevi hazzı görür gibi olmuştum, arkasına yaslanıp derin düşüncelere dalınca ona dönerek;
----Rıza Amca, Bana Müslümanlığı ve ibadetleri öğretir misin?
Yüzüme dikkatli dikkatli baktı, ardından;
----Gerçekten öğrenmek istiyor musun?
----Evet, Amca. Zaman ayırıp bana bilmediklerimi öğretirsen sevinirim. Ben, Din konusunda hiçbir şey bilmiyorum.
----Burada zamandan çok ne var ki evlat, o zaman hemen başlayalım.
Boş kaldıkça ustam olarak kabul ettiğim Rıza Amca’dan ders almaya ve bilmediğim çok şeyi öğrenmeye başladım. Öğrendikçe mutlu oluyor, dış âlemin eksikliğini öğrendiklerimle kapatmaya çalışıyordum. Rıza Amca’da kendine bir yoldaş bulmanın huzuru ve sevinci içinde oldukça mutlu olmuş, beni hiç olmayan oğlu yerine koymaya başlamıştı.
Bir hafta sonu ziyaretçin var diye bana seslendiklerinde şaşırmış, bir yıl geçmesine rağmen kimsenin ziyaretime gelmemesine alışmıştım. Annem olabilir mi diye merak içinde ziyaretçi salonuna gelince mahalleden bir arkadaşımı gördüm. Eski bir tanıdığı görmenin sevinci ile masaya oturunca, ne var ne yok diye söze başladım.
----Annen,
Dedi.
----Annen Emrah, bir hafta önce kaldırıldığı hastanede aramızdan ayrıldı, başın sağ olsun. Mahalleli toplanıp anneni defnettik.
Zavallı kadın, yoluk ve yoksulluk içinde bu âlemden ayrılmış, bir gün yüzü görmemişti. Ölümü de yalnızlık ve yoksulluk içinde için de olmuştu.
----Sana birini daha sorsam?
----Kimi bilmek istiyorsun?
----Hani kahveden bir üst sokakta, iki katlı, sarı boyalı ev vardı. O evde Filiz adında bir kız yaşıyordu.
Başını önüne eğdi, biraz sıkıntılıydı.
----Hadi anlat ne olduğunu bilmek isterim.
----Sen içeri düştükten sonra Hüso, Filiz’i istetmiş, babası kızı vermeyince adama çok kötülük yapmışlar. Bir keresinde öldüresiye dövmüşler. Hastaneden çıkan adam tasını tarağını toplayıp İstanbul’da bilinmeyen bir yere göçmüş.
Artık Filiz’de yoktu. Zaten benim ona verebilecek neyim kalmıştı ki. Yapacağım en iyi iş, onu unutmak olacak diye düşünüp,
----Allah yardımcıları olsun.
Dedikten sonra, sağdan soldan biraz daha konuştuk ve arkadaşım veda ederek gitti.
Koğuşa döndüğümde, üzgün olduğum her halimden belli olmaktaydı. Bir müddet sonra Rıza Amca yanıma gelip,
----Kötü bir haber mi evlat?
Ona dönünce ağladığımı fark etmiş, susarak konuşmamı beklemişti.
----Annem, Rıza Amca, annem rahmetli olmuş. Sevdiğim kız bilinmeyen bir yere gitmiş. Senin gibi bende artık bu dünyada kimsesizim.
Susmuş, daha fazla konuşamamıştım.
----Allah rahmet eylesin oğlum, sana sabır dilemekten başka elimden bir şey gelmez, abdest al ve annen için Kuran oku.
Dediğini yaptım. Abdest alarak, henüz öğrendiğim Kuran’dan annem için okumaya başladım. Artık, her defasında dua için ellerimi açıp, duamı bitirirken sonunda Rıza Amca gibi;
----Allah’ım, hakkımda hayırlısını nasip eyle,
Diyordum. Manasını da öğrenmiş olduğumdan, bu sözleri söylerken çok mutlu oluyordum.
Yıllar birbirini kovaladı, üç yıl kadar zaman geçti. Ben okumayı ilerletmiş, yeni yeni kitaplar bularak, dini bakımdan epeyce ders almış, manevi dünyamı zenginleştirmiştim. Artık koğuşta herkes tarafından değer verilen biri olmuştum. Hatta gardiyanlardan bazıları, bilmedikleri konuda soru sormaktan çekinmiyorlardı. Dışarıda bulamadığım manevi huzura cezaevinde kavuşmuş, bunun mutluluğunu yaşıyor, Rıza Amca’ma minnet ve şükranla saygı gösteriyor, bir dediğini iki etmiyordum. Namazlarımızı çok kere cemaat olarak kılıyor, bazen bende imamlık yapıyordum. Hele ramazan ayında, iftar ve sahurlarımız manevi bir hazla yaşanıyor, Allah’a bolca dua ve niyazlarda bulunuyorduk.
Bu günlerden birinde Rıza Amca’nın müdüriyetten çağrıldığı haberi gelince, Rıza Amca temiz giyinip gitmiş, iki saat kadar sonra yanımıza gelmişti. Benim gibi diğer mahkûmlarda merakla bu çağrının nedenini öğrenmek istiyorlardı. Adamcağızın başına toplanıp bekleşirken;
----Arkadaşlar galiba aranızdan ayrılacağım,
Deyince herkes şaşırmış, neden diye soru soruyorlar, bir başka cezaevine gönderileceğini sanıyorlardı. Bende aynı düşüncedeydim. Rıza Amca tekrar konuşmaya başladığında gerçek anlaşılmıştı.
----Başka cezaevine değil arkadaşlar, şartlı olarak dışarı çıkmama izin vereceklermiş. Yani, yakında tahliye olacağımı söylediler. Cezaevi savcısı bu konuda mahkemeye başvurmuş, olumlu olacağını söyledi. Hadi hayırlısı diyelim.
Babam gibi sevdiğim birinin yanımdan ayrılmasına çok üzüleceğimi bilsem de, yıllardır içeride yatan adamcağızın buradan kurtulmasına seviniyor, onun eksikliğini duyacağımı biliyordum. Yanına yaklaşıp;
----Desene Baba, buradan kurtulacaksın, ben sensiz ne yaparım buralarda?
Ona ilk kez baba demiştim. Adamcağızın biraz hüzünlenmiş eliyle saçımı okşayarak,
----İnşallah sende kurtulacaksın evlat, bunun için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum.
Sırtımı yasladığım bir dağ, yıkıldı sanıyordum. O yanımda oldukça burada kalmaktan bıkmaz, ömür boyu onunla beraber olmak isterdim. Onun varlığı benim için manevi bir güç, yaşam kaynağıydı. Artık gün sayıyor, mahkemenin vereceği cevap merakla bekleniyordu. Nihayetinde o gün gelmiş, mahkeme Savcının isteğine olumlu yanıt vermişti. Rıza Amca, İstanbul’da kalmak ve haftada bir emniyete gitmek şartıyla tahliye edilecekti. Rıza Amca’nın veda anı benim için oldukça zordu. Bana ağlama diye çok tembih etse de, kendimi tutamamış, gözyaşlarım akıp gitmişti. Onun da benden farklı olmadığını biliyordum, ama o duygularını bastırmıştı. Beni sık sık ziyarete geleceğini söylemiş olsa da, buradan ayrılalı dört ay olmuş, ondan hiçbir haber alamamıştım. Dördüncü ayın sonlarına doğru, bir bahar gününde gardiyanlar bana seslenerek ziyaretçim olduğunu söylediler. Aklıma ilk gelen Rıza Amca’ydı. Sevinç içinde koşar adım görüş yerine gitmiştim. Gerçekten gelen kişi Rıza Amca’ydı. Temiz giyinmiş, biraz toparlamış, gülen gözleri ile sevgi dolu bir insan olmuştu. Zaten hep öyleydi, ama dışarı çıkmanın huzuru yüzüne yansımıştı.
----Hoş geldin Baba,
----Hoş gördük oğlum, iyi misin?
----Sağ ol Baba, Allah’a şükür, sağlığımız, rahatımız yerinde, seni çok merak ettim. Yoksa beni unuttu mu diyordum.
----Unutur muyum evlat, önemli işlerim vardı. Emniyetten İzin alıp Memlekete gittim, babadan kalma birkaç yer vardı, onları sattım. Akrabalar burada fazla kalma, düşman sahibisin, ne olur ne olmaz deyince, fazla kalmadan kalkıp geldim. Zaten orada yaşamayı düşünmüyordum. Üsküdar tarafında, eski dostların desteği ile küçük, güzel bir çay ocağı satın aldım, bir ocakçı, bir garson koydum. İşlerim iyi, rahatım yerinde, İnşallah senide kurtarıp yanıma alırım.
Rıza Amca, bana umut vermek istiyor diye düşündüm. Buradan çıkmak kolay mı olacaktı. Daha on dokuz yılım vardı. Yine de ona teşekkür etmeyi unutmadım.
----Çok sağ ol Baba, iyi olmana çok sevindim.
----Sana verilmek üzere gardiyanlara emanet bıraktım, artık seni düşünen bir baban var unutma sakın. Ha birde, bana yaşadığın mahalleyi, Hüso’nun adı ve soyadını, Tekin’in yaşadığı yeri ve soyadını, birde Filiz’in evini tarif edecek bir yazıyı hazırla, bir hafta sonra geldiğimde alacağım.
Biraz daha hoş beş ettikten sonra Rıza Amca gitmiş, gardiyanlar bene emanetleri vermişlerdi. Adamcağız neler getirmemiş ki. Giyecek, yiyecek, bir miktar para. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi, koğuştaki herkesle yiyecekleri paylaştık, giyecek ihtiyacı olanlara gelenlerden vermiş, onların yüzlerinin gülmesine katkıda bulunmuştum. Rıza Amca’nın benden istediklerini bir kâğıda ayrıntılı şekilde yazdım ama Bunlardan bir şey çıkar mı diye düşünüyordum. Nihayetinde aradan üç yıl geçmiş, belki de onlarda hapislere düşmüş veya başka yerlere gitmişlerdi. Namazımı kılınca,
----Allah’ım hakkımda hayırlısını nasip eyle,
Diyerek derinden dua etmiş, uykuya dalmıştım. Rüyalarımda neler görmedim neler. Annemi, Filiz’i, Rıza Amca’yı…
Rıza Amca, bir hafta sonra geldi ve istediklerini verdim. Giderken bana dönerek;
----Allah’ın yardımıyla seni de kurtaracağım evlat, buna inan.
İçime kısa da olsa bir sevinç dolmuş, ama umuda kapılmanın anlamsız olduğuna kanaat ederek, içerdeki yaşantıma en güzel şekilde devam ediyordum.
Rıza Amca ortalardan kaybolmuş, üç aydır gelmemişti. Acaba ne oldu diye merak ediyor, benim yüzümden ona bir şey olmasını istemiyordum. Bizim oralar pek tekin yer olmadığı gibi, Rıza Amca‘da henüz İstanbul’un yabancısı sayılırdı. Elimden gelen tek şey bolca dua etmekti. Rıza Amca’yla görüşmemizin ardından geçen üçüncü ayın sona erdiği günlerdi. Ziyaretçin var diye çağırıldığımda elimde olmadan içim ürpermiş, önemli haber alacağım gibi içimde garip bir hal olmuştu.
----Hoş geldin Baba, nasılsın?
Bana bakan gözlerinin içinde sanki bir coşku yumağı vardı. Gülümsüyor ve önemli bir şey söyleyeceği görüntüsü veriyordu.
----Sağ ol Evlat, bilsen neler oldu neler?
Birden, vücudumdan bir ter boşandı. Ağzım kururken, kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Babamda önemli haberler vardı, buna inanıyordum. Kısık bir sesle;
----Anlat Baba, heyecandan öleceğim, burada.
----Yakında buradan çıkacaksın evlat, ben sana demiştim, sen suçlu değilsen, adalet yerini bulacak diye. Gerçek suçlular ortaya çıktı bile.
----Kimmiş Baba,
----Hüso yapmış, o ahlaksız senin kızı almak için bu tezgâhı kurmuş.
----Nasıl öğrendin Baba, hadi anlat?
----Anlatayım oğlum, Hüso, Tekin’e çok para vererek seninle gelmesini istedikten sonra, sizden önce eve girmiş, adamı bıçaklamış, siz apartmana girerken, o bodruma saklanmış, sonra dışarı çıkıp kaybolmuş. Daha sonra Tekin, sana yaptığına pişman olduğunu Hüso’ya söyleyince, onu öldürmekle tehdit etmiş. O da korkusundan hep susmuş.
----İyide baba bunları nasıl öğrendin?
----Önce Tekin’i buldum, ona dostça yaklaştım, senden bahsettim. Haksızlığa uğradığını, suçlu olmadığını anlatıp duruyor dedim. Tekin önceleri sessiz kaldı, Hüso’nun hapiste olmasını fırsat bilince bana gerçeği anlattı. Beraberce savcıya gittik. Savcı yeniden dosya açtı, eski dosyayla birleştirdi. Hüso’nun ifadesi alındı. Önceleri suçu kabul etmedi, ama Savcının ustalıkla sorduğu soruların karşısında suçunu itiraf etti. Yakında buradan çıkacaksın evlat.
Gözlerimden yaşlar boşalıyor, ne diyeceğimi bilemiyordum. Ellerimi açıp;
----Allah’ım sana şükürler olsun, şükürler olsun.
Diyerek dua ederken, Rıza Baba’ma minnet ve sevgiyle bakıyor, bana gösterdiği iyiliğin altında eziliyordum.
----Babam benim, sana nasıl teşekkür edeceğim, hakkını nasıl ödeyeceğim?
----Ben sadece bir vesileyim oğlum, Allah böyle nasip etti, ayrıca babanın oğluna yardımı karşılıksızdır, bunu da şimdi öğrenmiş oldun. Hem sana daha güzel haberlerim olacak, hele bir buradan çık bakalım.
Koğuşa döndüğümde yüzümdeki mutluluk açıkça belli oluyordu. Rıza Amca’nın getirdiği yiyecek, içecekler ve giysiler dağıtıldıktan sonra, koğuştakilere olanları anlattım. Benden çok onlar mutlu olmuş, buruk bir sevinç yaşamışlardı. Rıza Babanın daha güzel haberlerim var sözü kafamı kurcalıyor, ne olabilir ki diye düşünüyordum. Her halde bana güzel bir iş buldu diyordum.
Gerekli yazışmalar, kararlar yazılmış, üç yıl beş ay on gün sonrasında, cezaevinden tahliye oluyordum. Koğuş arkadaşlarımla ve bana dostluğunu esirgemeyen gardiyanlarla vedalaşmıştım. Böyle bir anda hüzün duymamak, ağlamamak, mümkün değildi ve bende gözyaşlarımı saklamaya çalışarak özgürlüğüme kavuşuyordum.
Jandarmaların arasından geçerek dış kapıdan çıkarken, son yıllarda yaşadıklarım gözlerimin önünden bir bir geçiyordu. Sabıkalı bir hırsız ve katil olarak içine girdiğim bu dünyadan, çok şeyi geride bırakmış, farklı kişilikte ve yapıda, manevi dünyası zenginleşmiş biri olarak çıkıyordum. Şu an itibariyle burada geçen yıllarım için üzülmeyecek, yaşadıklarıma hiç pişman olmayacaktım. Burada kişiliğimi bulmuş, huzura kavuşmuştum.
Rıza Baba, yolun karşı tarafında beni bekliyordu. Uzun uzun bakışıp, sevgiyle kucaklaştık. Adalet yerini bulmuş, kurtuluşa ermiştim. Rıza Baba elimden tutup;
----Dünyaya yeni gelmiş gibi, geçmişi arkada bırakarak yeni bir hayata başlayacaksın evlat, Allah yolunu açık etsin. Artık birbirimizden ayrılmak yok. Huzur ve mutluluk bizimde hakkımız değil mi?
----Haklısın Baba, bu günlere binlerce kere şükür.
İleride duran bir arabayı işaret ederek, oraya doğru yürümeye başladık. Arabaya on metre kala ön kapısı açıldı ve bir kız kapıdan dışarı süzüldü, unutamadığım o güzel gözleri ile bana bakmaya başladı. Bir an, olanlara bir anlam verememiş, aklım karmakarışık olmuştu. Karşımdaki kız Filiz’di ve olduğu yerde duruyor, mutluluğu yüzünden okunuyordu. Olduğum yerde kalmış, neler oluyor gibi durup Rıza Babaya baktım, gözleri buğulanmıştı. Onu ilk kez bu kadar duygulu bir halde görüyor, gördüklerime inanamıyordum. Titreyen ve zorlukla konuşan bir sesle;
----Sana bahsettiğim güzel haberim buydu Emrah, şaşırma artık, rüyada değilsin.
Ben Filiz’e doğru dönüp, onu hasretle kucaklarken, Rıza Baba bizleri yalnız bırakmak için arkasını dönmüş ileriye doğru yürüyordu. Ama biliyordum ki Rıza Baba, yıllardır dökemediği gözyaşlarının akmasına, şu an engel olamıyordu.
Rıza Amca, bir ev satın almış, güzelce döşetmişti. Beraberce aynı evde kalmaya başladık. Artık bir baba oğul ilişkisi içinde sevgi ve saygıya dayalı güzel bir hayatımız vardı. Bende, çay ocağında çalışıyor, koğuşumuzu andıran bu yerde, ibadet ve sohbetle vakit geçiriyorduk. İki ay sonra Filiz’le evlenmiş sevdiğim kadına kavuşmuştum. Bir yıl sonra askere gittim, askere gittikten altı ay sonra bir oğlum olmuş, Rıza Baba çocuğun adını, Rıza Efe koymuştu.
…………………………………………………..
Yıllar sonra bir gün Rıza Babayla otururken;
----Baba, ben evlendim, senin yaşında çok değil, sende evlenmek ister miydin?
Koca adam birden hüzünlenmiş, gözleri uzaklara dalmıştı. Onu kırdım diye üzülürken, bana dönerek sakin bir sesle,
----Benim kadınım, sevdası için öldü. Ben onun sevdasına ihanet edemem oğlum. Sizi bir araya getirip mutluluğunuzu paylaşmam, bana fazlasıyla yetti.
Mehmet Macit
25.01.2014
Samsun
YORUMLAR
mehmetmacit
hayat....
insan yıldızları yitirdiğini sanırken
halbuki güneş bırakılıyormuş ayaklarına
tebriklerimle yazar