Hiç Çarşısı
Şimdi ben sana bir soru soracağım sen bana hiç diyeceksin ya o hiçden hep korktum ben ve hiç bir zaman soramadım, uzun uzun konuşmak iistedim, anlamadın ya beni, hiç derdim hep sana,’ hiç’ koca bir aşkı anlatan.
Elin yok, ayağın yok, dilin yok ama kızıyorsun , yürüyorsun, el çırpıyorsun, hakkın yok aslında bana kızmaya, alınmıyorum artık bilesin sevdiğim.
Dün içimde bir şeyler kıpırdadı yıllardan sonra ik kez, eski kıyafetlerin yerlerini değiştiriyordum ya, olmayan bebeğimizin, hani tutturmuştun alalım alalım lütfen bunu diye, ben dur bekle bir bebeğimiz doğsun demiştim. Olmayacağını öğrendiğinde koynundan hiç indirmemiştin onu yere, o işte, onu buldum, bebeğimiz Yeni Dünya’nın patiği, çok sevdiğin yeşil hırkanın içinde, bir cep yapmışsın oraya. Ah! Nasıl yandı içim.
Neredeysen oradasın biliyorum sevdiğim.Çok özlüyorum, beynimdeki karmakarışık çarşıyı dolaşıyorum tekrar ve tekrar, günlerce gecelerce, bir yanıt arıyorum hiçliğine.
İlk nerede ve ne zaman karşılaşmıştık artık hiç fikrim yok, hatırladığım sadece iki ateş gözlerin.Kara mıydı katran karası, cennet yeşili miydi, gök mavi miydi bilmiyorum, sadece beni alev alev yaktığını hatırlıyorum ki hala ateşler içinde yanıyorum.
Hani bir şiir yazmıştın bana ezberimde bak hala;
En sevdiğim
okyanusun derin dalgalarına bırak kendini
onlara sarılıp sarılıp
en keskin
en sivri kayalıklara çarp
sonra dönüp bana de
aşk işte
böyle.
Nasılda yara bere içindeyim bak, sarıldığım dalgalar beni sürükledi işte, kayalıklar çarptı her yerime.
Koyu lacivert bir okyanusun içindeydim, boğuluyorum zannettim, birden uzak bir keman sesiyle irkildim.İşte tam o sırada gördüm seni tekrar, koştum peşinden yetişemedim.Kabusun bitmesi için ilk kez dua ettim.
O gün geldiler eve hatırlıyorum, ben seni arıyordum, çekmecenin içinde, vazoda, çok sevdiğin çiçek desenli çaydanlığın içinde.
Sonra götürdüler bahçeli bir bir yere, kalabalık mı kalabalık bir çarşı, içinde her şey vardı, arabalar, çeşmeler, kocaman bir ada, kuşlar, çiçekler, çeşit çeşit baharat kokulu düşler kurmuş dilenciler, oyuncaklar ki çok severdin, ebru yapanlar, ressamlar, bir sen yoktun sevgilim.
Renkli pamuk helvalar, horoz şekerleri, yiyecekler, her çeşit beyaz elbise, başka başka dillerde söylenen şarkılar ve uzanan eller, ayaklar.
Hiç birinde duymadığım ses, neredesin?
İsmin neydi? Hiç!
Hatırladığım en güzel isim senin ismindi, belki içinde ’a ’vardı, belk ’l ’ sanki bir de ’ k ’ vardı, o yüzden bana kal burada diyorsun, anlıyorum, bu bir işaret, merak etme sen bende kaldın, ben sözünü tutup burada kalacağım. .
Eğer ararsan daha derinde, in bak yüreğine, uzun bir merdiven bul, çıkman kolay olmayabilir, onun için yanına uzun bir ip al, üzülürüm kalırsan dönmezsen geriye.
Eğer çıkarsan hemen koş ve aynaya bak, yerinde duruyor mu yüzün, ellerin. Aydınlık bir yere geç daha sonra. Kendine bir kahve yap, gülü bülbülü davet et, iç. Sesini dinle yağmurun, buluta çık, sokağa yaslan, var mı bundan iyisi, inan yok, geride kalan sadece yalan.
Sana bir adres vereceğim, toprağın sırrını takip et, kayıp kasabadan dön, muson yağmurlarına uğra, rakımın en yükseğinden atla, çiğ bir deniz göreceksin, onu geç, kıyıdaki taşlara sor, olmadı, biraz ilerdeki mağaza vitrinindeki cansız mankene sor, o getirir.
Eğer yakında gelirsen çok sevinirim, gelirken hatıra defterini unutma sevdiğim, yüzkırk numaralı bahçedeyim bilesin.
Söz, üzerimden beyaz elbisemi ve seni hiç çıkartmayacağım.
Kasım 2013
nurten boz hürel