- 751 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yoksul Bir Bekleyiştir Umut
Yüzünün enleminde eskimiş düşlerin ırak coğrafyası, yamacında aşk
Dudağımdaki asil titreyişin adıdır sevda, eskisi gibi asil değil yaşamak
Hangi sözümüzle sevişir özlem, iç sesimiz olur aşkı bekledikçe feryat
Unuttuk ansızın dünleri, madımak alevlerin koynunda üşüyor hayat
Yaşamla demlenen bir çay tiryakiliğidir aşk, kaynayarak derinlere aktığımız, çağlayarak dağlara tırmandığımız ve içten içe sızlayarak sevdaya karıştığımız bir selin koynundaki hüzzam üşüyüştür. Kendi repliğimizi hiç aklımızda tutamazken, başka yüreklerin kırık dökükleriyle alkışlar alırız yoksul bir temsilde. Gözaltlarımızda hüznün halkaları büyür ve yüreğimizdeki neştersiz yaraların kabukları sevdikçe soyulur. Kırılır avuçlarımızdaki o yalın çizgiler, kırıldıkça yasaklı gönüllerde arlı gülüşlerle çağlayan gibi yine gönlümüze dökülür.
Mevsimin en ılık rüzgârı yüzümü okşarken uzak bir şehirde, ben kendi düşlerimin imitasyon odasında yalnızlığın kekre şerbetini içerim, kimi sıcak, kimi soğuk. Buz tutan ellerime hüzünlü yüreğimin dalgasını çarparım, üşengeç bir edayla kavrulur güneş, fısıldar kulağıma aşkın şiiri ve örerim sözcüklerden kendi kulemi. Masallar anlatır bir kadın, gözlerinde güleç bir sevda ve ruhunda hüzzam bir eda. Şiir kabından taşar, söz anlamla coşar ve sevinçlerimiz o uzak şehirlerde birbirimizi seçer.
Ötesini görmek için kendi eksenimiz dışına yuvarlandığımız ve kelimelerle hep tutkuyla seviştiğimiz o uçarı anların yelesindeki hüzündür yaşamak, avuç içlerimizdeki kader çizgilerine bir nebze olsun aldırmayarak. Kımıltısız bir gökyüzü altında seyre durmaktır arşı, dudaklarımızdaki asil ıslıkların yelesine kâh tutunup, kâh rüzgâr ülkesindeki o madımak alevleri hicaz düşünüşlerle sarmalayarak. Kırık vakitlerin yangın duvarlarında bu yüzden anlam durmaz ve sırf bu yüzden kelimeler yalan söylemez, kılı kırk yararak umutlar biriktiririz, kaybolup gitmiş dünleri ah’larla, vah’larla uğurlayarak.
Derinlikleri almayan fayların zincir baklasına benzer yaşamak. O ki, giysilerinden arınmış bir denizin boşluğundaki ovalar gibi doğurgan, çitlerle çevrili sınırlarımızın enlemi kadar gerçektir. Nereyi aşacağımızdan çok, nereye koşacağımızı algılamamız gerek. Özlem ve düş birbirinin içine geçmiş bir yumakça sabrımızı besler iken, biz basit teorilerle ve illegal sevilerle harmanı oluruz bu büyük coğrafyanın.
Hayat, kıymetlerle parsellenmiş bir mutluluk dergâhı, hüzünlerle savurur bizi kendi girdabına. Mutlu gülüşler, çocuk bakışlar ve sıcacık duruşlarla biçimlenen, yüreğimizi sevileriyle donatanların onurlu sofrası... Kimi saçlarımızı, kimi sırtımızı ve çoğu zaman da yüreğimizi okşayan o devasa ellerin, o muhteşem bakışların varlığını inkâr edemeyiz ne yapsak. Onların nefes alıyor olması bile başka bir mutluluk ve bizler bu ihtişamlı seviyle ne kadar özleme dursak hep eksik kalırız.
Aşk’ın damarlarına kulaç atarken bizler, derya yalnızlığımızı kucaklarız, kanımız al yalaz dağlara akarken. Kendi günahlarımıza korkulu umutlar beleriz, tabakamızdaki hüznü birbiri peşi sararken. Göz kırparız yine de yaşanmamışlıklara, ara sıra patlayan kahkahalarımıza düşman kesilerek ve pastel renklerle donatılı bir resimde nedense ağlarız. Camdan inşa edilmiş bu gök kubbede sevgidir duruşumuz, hiç kimse kendisini gömemez şiirin kutsal toprağına.
Tortulu bir yaşam resmidir, kendimizin onurlu sarhoşluğu. İnancımızın saklanmayı seven suretlerinde korku süreriz gözaltlarımıza her sabah ve umutla rimelleriz yürek kapağımızı. Yaşamak için ’Gün süreriz ayaklarımızın altına’ ve dudaklarımızdaki yaşamak türküleriyle karıştırırız kahırlı yalnızlığımızı. Aşk’tır yaşadıklarımızın kuşkucu zamansızlığı.
Gemsiz sevdaların dörtnal koşumlarına verince sevdaya acıkan göğsümüzü, bir yangın posası çarpar ruhumuza, üşür bedenimiz. Lal ırmakların cenderesinden bakarız ömrün arka sokaklarına, tutuşur zamansız merhabalarla yüreğimiz ve içli bir müziğin tınılarında isyanlarla avuçlarımızı göklere veririz. Tarumar esintilerin mihrabıdır oysa aşk, kaç kişilik düşlerin hayali uçurumlarında yine yaşama iki kişilik şiirler dizeriz. Sıvanır zamanla yoksul gönlümüz, kimi dost oluruz sevdayla, kimi âşık ama biz en çok paylaşılmamış sevgilerin salıncaklarında mutluluk badesini içeriz.
O rüzgârlı yaşam koyunda gövdemize tutunan rüzgârın özrünü kabul etmeli yaşlı çınar, gövdesindeki yaşanmışlık çentiklerine inkârcı kelimeleri yüklemeden anlar. Ve sen yürek sahilinde yalınayak yürüyen kız, hiç baktın mı ardına, ayak izlerini ne çabuk götürür suya o asil giz. Her nida kendini çağıran bir yanık ses gibi tutunurken gönlümüze, biz iç çığlığımızla yoksul günlerin çemberini çeviririz, gözlerimiz fersiz. Yok olup giden bir aşkın fısıltısıdır gözlerimizdeki o derin ifade ve çoğul paylaşımlarla bunun için gülümseriz hiç bilmediğimiz bir varlığa. Hangi valsına tutunursak tutunalım, mutluluk boyudur gittiğimiz ve her tik takta yaşamla sobeleştiğimiz.
O yorulmuş su damlasının buğulu sesine uzanarak bir öpüş ummak vakti şimdi yaşamdan, tuzlu bir sırat olsa da an. Vakitsiz bir çığlık düşse aşktan yana, an yangınlara sarılsa, tenler tutuşsa ve o gökçül gözlerin zemherisinde her tutku seveni içine alsa. Sıkılı bir yumruk olsa özlem, tırnaklarımız acısa, sözler sussa ve yalnızlık kendi küpünü çatlatarak denizlere aksa.
Selahattin YETGİN
YORUMLAR
Bu şiirsel denemeden; bir şelale düşün, apak, duru suları yansıya yansıya su üstüne su düşer ve çoğalıp kıvrıla kıvrıla ulaşır denizlere... Her mısrası bir yol gibi bazen gönüllere bazen gözlere hitap ederek sürüp giderdi. Her mısrasından kelimeleri elit, özene bezene oya işler gibi duyguyla, düşünceyle ama ustaca yazıp zevkli bir okumaya zerk etti bizi yazar.
Evet bizi yazan yazarlarla, farkedemediklerimizi, kıyıda köşede unutuğumuz büyülü sözleri bize tekrar hatırlatı, hatırlatıyor da...
beğenerek okdum, teşekkürler
Aşk yazarı Selahattin abimi selamlıyorum
Selahattin YETGİN
Teşekkürlerim gönlümden.