- 612 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Geçmiş Zaman Odur ki, Dilimde Bir Ah olur.
(Hikâye)
Batı Anadolu’nun tarıma elverişli, yeşilliklerle dolu bir köyünde Ailemle beraber yaşayıp gidiyordum. Ailemin tek çocuğu olmam nedeniyle, annem ve babam üzerime çok düşerdi. Başka kardeşim olmuş, doğumda veya hemen sonrası yaşamamışlar, hayat, sadece bana yaşama şansı tanımıştı. Askerden geleli üç yıl olmuş, geniş ve bereketli arazilerimizde didinip duruyor, evlenmek için hazırlık yapıyordum.
Çok yakışıklı olmasam da, eli ayağı düzgün çalışkan biriydim. İşlerin çokluğundan boş zamanım olmaz, arkadaşlarım kahveye gelmiyorsun diye kızar, ev kuşu diye alay ederlerdi. Kahve hayatını hiç sevemedim. Ortaokul yıllarımdan beri, Türkçe öğretmenimin etkisinde kalarak okumaya merak salmış, boş kaldıkça bir şeyler okuyor, televizyon ile eğleşiyordum.
Sonbahar aylarından eylül olmalıydı. Bir akşam yemeğinde babam;
----Erol, seni bu sonbaharda nişanlamayı, ilkbaharda da evlendirmeyi düşünüyorum. Aklında birisi var mı?
Babamın bu sorusuna bir an şaşırsam da, nitekim sonunda olacak bir şeydi ve babam öncelikle benim fikrimi almak istiyordu. Annemden duyduğum kadarıyla, oğluna çok güzel bir gelin almak istiyor, kendi köyümüzde oğluna emsal bir gelin göremiyor, çevre köyleri araştırıyormuş. Maddi imkânlarının iyi olması, babamın böyle düşünmesine neden oluyordu. Çevre köyler arasında ve ilçede hatırı sayılır biriydi.
Eh bu durumda oğluna güzel bir gelin almak onun da hakkı diye düşünmüş olabilirdi.
----Hayır baba,
Dedim. Yüzüne baktım sevinmiş gibiydi. Yani oğlu, kendi seçeceği geline engel değildi.
----Tamam, o zaman ben araştıracağım, bakalım nasip kime olur.
Onun araştıracağım demesinin ardında, kafasında birinin olduğu muhakkaktı, yinede hayırlısı dedim. Babamı kıramazdım. Nihayetinde eylül ayı bitmek üzereydi ve bir akşam vakti,
----Yemekten sonra üstünüzü başınızı giyinin, oğlum sende tıraşını ol, Hozatlı köyüne misafirliğe gideceğiz.
Annem ve ben nedenini anlar gibi yüzüne baktık. İçten içe gülümsüyor, fakat renk vermiyordu. Temiz elbiselerimizi giyindik, arabamızı hazırlayıp yola çıktık. Mutlaka kız meselesiydi, adım gibi emindim. Ayrıca gideceğimiz köyü iyi bilirdim, kızları çok güzel olurdu. Ancak biraz havalı ve kendi beğenmiş derlerdi. Olsun dedim içimden, yeter ki hayırlısı olsun.
Üç katlı, bakımlı güzel bir evim önünde durduk. Önceden haber verilmiş olmalı ki, bekledikleri belliydi, bizi kapıda karşıladılar. Selam verdik, buyur edildik ve ardından evin salon kısmına alındık. Ev sahibinin adını duymuş, ama tanışmamıştım. İri kıyım, uzun boylu, yakışıklı bir adamdı, maddi durumu oldukça iyi diye bilinirdi. Bizleri güler yüzle karşıladılar, ikramda bulundular. Hizmet eden kızlar iki tane olup ikisi de çok güzeldi. Birine talip olacaktım, ama hangisine. Onlarda ilgiyle bana bakmış, bulunduğumuz salonda fazla kalmadan çıkıp gitmişlerdi. Epeyce oturduk, yedik, içtik geç vakitte evden ayrıldık. Yola çıkmıştık ki babam;
----Kızları gördün mü evlat?
----Gelişimizin nedenini anladım baba,
Derken hem araba kullanıyor hem babama cevap veriyordum.
----Bak oğlum, Hüseyin Beyin gördüğün iki kızından başka birde üniversitede okuyan bir oğlu var. Durumu çok iyi, hatırı sayılır bir adam, kızları da çok güzel. Kırmızı eşarplı olanı sana almayı düşünüyorum. Bu gün tanışmak için gelmiştik. Her iki tarafta olumlu bulursa, bir dahaki sefere istemeye geleceğiz.
Evde hemen her söz babamda biter, annemin çok fazla söz hakkı bulunmazdı. O şimdilik susmayı tercih etmiş söze karışmamıştı.
----Haklısın baba, kızlar gerçekten güzel, benim için bir mahsuru yok,
Demiştim. Aynadan baktım, içten içe gülümsüyordu. Bu konuyu fazla konuşmadık. Ertesi günü annemle oturup konuşurken annem;
----Oğlum baban kararını vermiş, beğendiysen bu iş olacak gibi, onlarda seni beğenirlerse yakında istemeye gideceğiz.
Karşı taraftan olumlu haber gelmiş, babam sevincinden yerinde duramıyor, bir an önce işi bitirmek istiyordu. Hazırlık yapıldı ve adı Aslı olan kız bana istendi, evet cevabı alındı. Söz nişan derken düğün zamanı gelip çatmıştı. Bu süre içinde Aslı ile birkaç kere buluşup konuşma imkânım oldu. Çok güzel, alımlı, canlı ve temiz bir kızdı. Ondan çok hoşlanmış, içimde coşku dolu bir sevgi oluşmuştu. O da beni beğendiğini, mutlu bir evliliğimizin olacağını söylüyor, ara sırada;
----Erol, ister misin? Evlendikten sonra İstanbul’a gidelim, oralarda yaşamayı çok istiyorum.
Bu sözlere şaşırmış, neden böyle bir isteğinin olduğunu anlayamamıştım. Onların da bizimde maddi durumumuz çok iyiydi. Neden gitmek ister diye düşündüm, onu oyalamak için;
----Bakalım Aslı, hele bir düğünü yapalım sonrasını düşünürüz.
Diyerek geçiştirmiştim. Gün geldi, görkemli bir düğün yapıldı. Artık evliydim ve güzelce dayayıp döşediğim kendi evimde karımla birlikte yaşamaya başlamıştık. Babam güzeller güzeli bir gelin almanın gururu ve kibir dolu davranışları ile çevresine hava atmakla meşgul, çalışıp gidiyor, annem yine suskun ve kendi halinde ki yaşantısına devam ediyor, bunun dışında her şey yolunda gidiyordu. Birinci yılın sonunda birde oğlumuz olmuş, eve neşe dolmuştu. Zaman geçtikçe, Aslı düşünceler içine dalmış, gülen yüzü asılmış, sinirli bir hal almıştı. Bir gün karşıma alıp;
----Neyin var Aslı, hasta mısın? Sende bir haller var.
Yüzüme garip fakat anlamlı bakarken;
----Bir yıl oldu Erol, hani İstanbul’a gidecektik. Ne zamandır sesin soluğun çıkmıyor. Unuttun mu yoksa? Hani nişanlıyken düşünürüz diyordun ya!
Yüzüne baktım çok ciddiydi. Konuyu değiştirmeye çalışsam da,
----Bak Erol, ben çok ciddiyim, boşuna direnme İstanbul’a gideceğiz.
----Aslı, bak karıcığım ben oralarda ne yaparım, nerede çalışırım, nasıl geçiniriz. Burada neyimiz eksik,
Dediysem de onu ikna etmek çok zordu. Ne yapacağımı bilemiyor onu bu isteğinden vazgeçirmek istiyordum ama aramızda bir kırgınlık başladığında bu işin sonunun iyi olmayacağını anlamıştım. Bir gün, annemi bahçede yalnız bulunca ona açılmaya karar verdim.
----Anne, seninle konuşmak istiyorum biraz oturalım mı?
----Otur bakalım oğlum, bir sıkıntın mı var?
----Anne zor durumdayım. Aslı, inatla İstanbul’a gitmemizi istiyor. Burada daha fazla kalamayacağını, çok bunaldığını söylüyor. Bu konuyu nişanlıyken de dile getirmiş ben önemsememiştim. Anne, karımı seviyorum ve onu kaybetmek istemiyorum. Galiba onunla gideceğim.
Annem şaşkınlıkla yüzüme baktı durdu. Sonradan;
----Oğlum delirdiniz mi? Sen bizim tek evladımızsın. Burada neyiniz eksik. Hem oralarda ne iş tutarsın, nasıl geçinirsin. Baban bu işe hiç iyi bakmaz, aranız açılır.
Dediyse de ona dönerek;
----Kararlıyım anne. Biraz birikmiş param var, bir süre idare eder. İyi bir şoförüm bir iş bulur çalışırım.
Buna mecburum anne. Huzurum kalmadı, yoksa aramızda ipler kopacak.
----Baban izin vermez, git babanla konuş,
Diye kesip attı annem.
Babanla konuş dedi ya! Nasıl yapacaktım ki, onun öfkesini biliyor bir daha yüzüme bakmayacağını düşünüyor, ama bir yandan da evliliğimi kurtarma yolunda çaba göstermek istiyordum. Bir akşam yemeğini yemiş çay içiyorduk. Eşime, dışarı çıkmasını istedikten sonra;
----Baba, eşimle ben karar verdik İstanbul’a gidip oraya yerleşmeyi düşünüyoruz. Sen ne dersin? Adamın yüzüne bakmaktan korkuyor, büyük bir fırtınanın çıkacağını bekliyordum. Olmadı, babam uzun süre düşündü ve bana dönerek;
----Bunu karının istediğini biliyorum, sende onu kıramayacak ve gideceksin istesem de engel olamam,
Ama bil ki buradan gittikten sonra burada ki evini ve bizleri unut. Beni tanıyanlar ne diyecekler, ne çok dedikodu yapacaklar bilir misin?
Fazla konuşmadı, ama çok sinirli olduğu belliydi, son kelimelerinde sesi titremeye başlamıştı. Anneme baktım, gözündeki yaşları saklamaya çalışıyordu. Onları kırmaya hakkım yoktu ama karımdan ayrı kalma gibi bir düşünce canımı yakıyordu.
Sonunda İstanbul maceram başladı. Önce ev tutmak ve eşya almak için, bizim köylülerin bulunduğu semte gittim. Bana bir ev buldular. Birkaç gün içinde eşyalarını tamamlamış, geri gelerek karımı ve çocuğumu alıp, babamla vedalaşma imkânı bulamadan, annemin gözyaşları arasında köyümden ayrılıyordum. Bende çok duygulanmış, için için ağlıyor hiç konuşmuyordum. Eşime baktım, sevincinde yerinde duramıyordu.
Büyük şehirde, yeni evimize yerleşmiş, kısa zamanda düzenimiz kurmuştuk. Yakında oturan köylülerimin arasında yalnızlığımı unutmaya çalışırken iş arıyor, çalışmak istiyordum. Herhangi bir mesleğim yoktu. Yalnız iyi bir şofördüm ve bu konuda iş arıyordum. Bir hafta sonra Özel halk otobüslerinden birinde iş bulmuş, heyecanla ve umutla çalışmaya başlamıştım. Bir iki günlük acemiliğin ardından işi kıvırmayı başarmıştım. Kazancım çok değildi ama bize yetecek gibiydi. Hesabımdaki paramı zor günler için saklamaya karar verdim.
Günler böyle geçerken hesapta olmayan gelişmeler yaşıyordum. Köydeyken sesi fazla çıkmayan Aslı, burada açılmış, günlere başlamış, lüks giyime düşmüştü. Güzelliği mahallede dilden dile dolaşırken, bana bile yüksekten bakar olmuştu. Bir çocuğumuz daha olsun derken o, ısrarla bu fikrimden kaçıyor, zamanı var diye reddediyordu. Zaman içinde kazancım yetmemeye başladı. Memleketten herhangi bir maddi beklentim yoktu ve olamazdı da. Çevreyi tanımaya başladığım için, gece bir taksi durağında iş buldum. Hem gündüz hem gece çalışıyor, güzel karımın isteklerine yetişmeye çalışıyordum. İstanbul’a geleli iki yıl olmuş, çok yoruluyor, uykusuz kalıyor, hatta çok kere karımın özel isteklerine cevap veremiyordum. Günler böyle geçerken, aşırı yorgunluk ve stresin sonucunda iyileşmez bir rahatsızlığım başladı. Kilo kaybederken, iştahtan kesilmiştim. Sonunda doktora görünmeye karar verdim. Yapılan tahlil ve araştırmada önemli bir rahatsızlık olmadığı görülmüş, doktorun çalışma hayatımı öğrenmesi ile, sonuç aşırı yorgunluğa bağlanmıştı. Artık gece çalışmıyor, gündüz aldığım ücretle idare etmeye çalışıyordum. Bu durumda tekrar maddi sıkıntı yaşamaya başlamıştık ki bir akşam;
----Erol, bende çalışmak istiyorum. Mahalledeki kadınların çoğu yakındaki tekstil fabrikalarında çalışıyorlar. Hem zaman geçirir, hem de eve katkım olur.
Yüzüne baktım, çok istekli görünüyordu. Onu kırmak istemedim, zaten maaşımda yetmiyordu.
----Olur, temiz bir fabrika bul, arkadaşlarınla gider gelirsin. Çocuk ne olacak?
----Onu düşündüm, yan komşumuz Fadime abla bizim köyden, ben bakarım demişti. Ona da biraz harçlık veririm.
Belli oluyor ki karım her şeyi önceden planlamış emrivaki yapmıştı.
----Hayırlısı olsun,
Dedim ve konuşma kapandı.
Aslı, yeni işine gidip gelmeye başladı. Fakat aklım hep ondaydı. Alımlı ve güzeldi, ayrıca çok güzel giyinmeye, süslenmeye başlamıştı. Açıkçası hem kıskanıyor hem de korkuyordum, çünkü burası İstanbul’du. Çevremdeki insanlardan neler duyuyordum neler.
Hayatımız görünürde bir düzene girmiş, kazancımız yeterli olmaya başlamıştı. Köyden haber alsam da, gelen giden olmuyor, bizde gidemiyorduk. Sadece Aslı’nın kardeşi birkaç kere, iki defada Ana babası gelmiş birkaç gün kalıp gitmişlerdi. Aslı, arada sırada mesaiye kalıyorum deyip eve geç geliyor, bende yemekleri hazırlayıp onu bekliyordum. Oğlumla kimi günler annesini göremez olmuştuk. Biz televizyon izlerken uykuya dalıyor, oda geç saatte servisle gelip yatağına yatıyordu.
Nedendir bilinmez, benim hastalığım tekrarladı. Tekrar doktora gittiğimde, bana bir iki ay istirahat etmemi tavsiye etti. Dinlenmeye ve iyi bir bakıma ihtiyacım varmış. Bu durumu karıma anlattığımda,
---- İstersen köye dön, oranın havası sana iyi gelir, annende sana iyi bakar, ama önce bir haber et, bakalım annen ne diyecek?
----İyide Aslı, sen?
----Bana güvenmiyor musun Erol, ben işe devam edeyim, işim güzel, böyle işi kolay bulamam.
Bir şey diyemedim. Nede olsa evde son karar hep ondan çıkıyordu.
Ertesi günü, uzunca bir aradan sonra biraz sıkılarak annemi aradım, uzun uzun durumumu anlattım, anne kalbi dayanamadı ve
----Ben babanla bir konuşayım seni ararım dedi.
Akşama beni ararken çok heyecanlıydı.
----Babanla konuştum, sesi çıkmadı sanırım bir şey demeyecek, nede olsa bu hastalık başka şeye benzemez oğlum, ölüm var, kalım var. Sen en kısa zamanda gel.
Annemin, konuşurken ağladığını fark etmiştim. Bende duygulanmış yaşadığım bu anlamsız hayata kızıp duruyordum. Ne işimiz vardı buralarda diye kendi kendime söyleniyordum. Bir gün sonrasına otobüs bileti almış, akşamında yol hazırlığını yapmıştım. Yolculuk gece olacağı için, bir arkadaşım oğlumla beni geç saatte terminale bıraktı. Karım burada kalmış, içimde bir burukluk, bir endişe hâsıl olmuştu. Ona güveniyordum, ama nihayetinde burası koca bir şehirdi.
Memlekete vardığımda, sabahın er vakti, annemi pek çok hazırlık yapmış olarak buldum. Kadıncağız biricik oğlunun hastalığına üzülmüş onu iyi etmenin telaşına düşmüş. Güzel bir yemeğin ardından ben uykuya dalmış, oğlum babaannesi ile güzel vakit geçirmiş, doğduğu bu çevreyi merakla gezmişti. Nerdeyse akşam olmak üzere uyanmıştım. Aylar var ki böyle huzurlu bir uyku uyumamıştım. Ama yorgunluk, ama baba evinin huzuru üzerime sinmiş olmalıydı. Henüz babamı görmemiştim. Her halde akşam yemeğinde görüşürüz diyordum. Ama babam akşam yemeğinde yoktu.
---- İşi mi var anne? Babam gelmedi.
----Sana kırgınlığı halâ geçmedi, uyumanızı bekler, sonra gelir.
Bir süre televizyon seyredip yatmıştık. Gece kapılar açılıp kapanırken bir ara uyandıysam da uyumaya devam ettim. Sabah kalktığımda babam yine yoktu. Her halde henüz karşılaşmaya hazır değil diye düşünüp, sabretmeye karar verdim. Eve gelişimin üçüncü günün sabahıydı, evde bir tartışma sesiyle uyandım. Salona vardığımda annem, yıllar yılı suskun kalan annem, kanepede oturan babamın karşısına geçmiş, dişi bir kartal gibi kollarını açmış;
----Yeter artık Bey, bunca sene senin kararlarına sesim çıkmadı. Ne dediysen o yapıldı, o çizildi. Sana en ufak kötü lafım olmadı. Bir dediğini iki etmedim, ömrümü sana adadım, ama artık yetti. Kendi hataların yüzünden oğlum perişan oldu. Neymiş efendim oğluma zengin ve güzel kız alacağım, herkes Hüseyin Ağa’yı konuşacak dedin durdun, sonunda ne oldu. Bütün bunların sebebi senin kibir dolu nefsin değil mi, yeter artık. Kalk oğluna sarıl, torununu kucakla, yaptıklarını çocuklar bile yapmaz, be adam!
Allah’ım ben neler duyuyordum. Bu kadın, benin sessiz sakin annem miydi? Tartışma sona ermiş, kimse konuşmuyordu. Oturmakta olan babam ağır ağır, ayağa kalktı anneme dönerek;
----Galiba haklısın kadın, hataları ben yaptım, iyide bunca sene neden sustun?
Annem bu soruya cevap vermedi. Sadece manalı manalı babama baktı durdu. Ben odama dönüp olanları bir kez daha düşündüm, gerçekte annem neden susmuş, hiçbir karar itiraz etmemişti.
Oğlumda uyanmış, kurulan sofraya giderken, bende giyinip gelmiş ve ilk kez babamın sofrada olduğunu görmüştüm. Büyük sessizlik içinde herkes kendi önüne bakarak yemeğini yemiş, sadece oğlum, anneme sorular sorup durmuş, babama bakmamıştı bile. Yemek sonrasıydı, babam bana dönerek;
----Geçmiş olsun Erol, hoş geldiniz.
Bu sözler bana yetmişti, koşup elini yüzünü öptüm, çok duygulanmış sesi titriyordu. Oğlumda kalkıp dedesinin elini öpmüş, sıkı sıkı sarılmıştı. Günler neşe ve muhabbetle geçiyor, derin konuları konuşmuyorduk. Bir gün bahçede otururken, aklıma takılan soruyu anneme sordum?
---- Anne, neden yıllarca konuşmadın, babamın her isteğinde, kararında sustun, neden?
Kadıncağız konuşmak istemiyor gibiydi, ısrar ettim dayanamadı.
----Babamı, yani dedeni çok severdim. Hiç durmadan çalışır, bizlerin rahatı için elinden geleni yapardı. Annem cadaloz bir kadın olduğu için, evde her söz annemde biter, babam söz almaya kalksa annem tarafından azarlanırdı. Yıllar süren bu durum içimde derin bir yara olarak kalmış, nihayetinde babam üzüntü, stres ve çok çalışmaktan hastalanıp vefat etmişti. Kendi kendime bir söz vermiş, şayet bir gün evlenirsem kocamın bir dediğini iki etmeyeceğim, demiştim. Nedeni bu oğlum, bilmem anlayabildin mi?
----Seni çok iyi anladım anam deyip, boynuna sarılmıştım.
Gelişimin birinci ayı bitmek üzereydi. Bu arada Aslı ile telefonla görüşüp iyi olduğunu öğreniyor, tez zamanda geleceğimizi söylüyordum. Aslı, acele etmeyin iyice iyileş ondan sonra gel deyip geçiştiriyordu. Zaman geçtikçe telefonla karıma ulaşamıyor, içimde endişeler artıyordu. Ne oluyordu acaba, Aslı’ya bir şey mi olmuştu. Bu sıkıntılarla ikinci ayı tamamlamış, sağlığım oldukça düzelmiş, kilo almış, eski gücüme kavuşmuştum. Bir an önce İstanbul’a varmak karımı görmek istiyordum.
Anneme, gitme zamanımızın geldiğini söyleyince, üzülmüş, yıllar sonra bir araya gelmenin verdiği mutluluk kısa oldu diyordu.
Yol hazırlığı yaptık ve hafta sonu olacak şekilde biletimi aldım. Babam beni otogara kadar yolcu ettiğinde onunda hüzünlendiğini görmüş, bende duygulanmıştım. Nede olsa evladıydım. Olan olmuş yaşanan yaşanmış, istemese de durumu kabullenmişti. Tekrar gelmemizi istiyor uzamasın diyordu. Yolculuğumuz gece boyunca sürmüş, sabahın er vaktinde İstanbul’a varmıştık. Oğlum annesini, ben karımı özlemiştim. Büyük bir özlemle, koşar gibi evimize geldik. Karım bu saate evde olmalıydı diye düşündüm. Geleceğimi haber verememiştim. Zaten uzun zamandır haberleşemiyorduk. Kapıyı çaldım, tekrar çaldım, hiç ses yoktu. Perdeler kapalı, sanki içeride birisi yoktu. Biraz daha bekledik ama nafile.
Giderken yanıma anahtar almamıştım bu yüzden kapıda da kalmıştık. Bu sırada yan komşumuz pencereden göründü;
----Fadime abla, kapıyı çaldım, açılmadı, Aslı’ya bir şey mi oldu acaba?
Kadın bekleyin işareti yaptı. Sonra dış kapıyı açıp,
----Buraya gelin Erol, buraya!
Hayda! Diye düşündüm. Komşu bizi neden çağırdı ki? Neyse kapısına vardık içeri buyur etti. Kocası da kalkmış bize yer gösteriyordu.
----Abla ne oldu, anlayamadım, neden bizi evine aldın?
----Bilmen gerekenler var Erol, çocuğu yedirip yatıralım sonra konuşuruz.
İçimde endişe ve korkular cirit atarken yemeği kim düşünür ki? Neyse kırmadım, ben bir bardak çay içerken, oğlum bir şeyler yedi ve bizler şuradan buradan konuşurken, o da yorgun olduğu için bir kanepede sızıp kaldı. Çocuk uyuyunca;
----Abla anlatın artık neler oldu burada?
----Bak kardeşim senin gidişinin ardından, karın bir ay sonra ortadan kayboldu. İşittiğimize göre yukarı fabrikanın sahibi ile anlaşıp onunla kaçmış. Zaten dört beş aydır gizli gizli buluşuyorlarmış. Bu durumu fabrikadan arkadaşları anlamışlar, fakat bir türlü sana söyleyememişler. Durum kısaca bu,
Dediğinde;
----Abla bir yanlışlık olmasın, Aslı bunu bana yapmaz!
----Yapar mı yapmaz mı bilmem, geçen gün gelip kendi özel eşyalarını alırken, kaçtığı adamda yanındaydı.
Elimde bardak öylece kalakalmıştım. Uzun süre sustum, şok geçirdiğimi sanıyorum, Fadime abla ve kocası beni teselli etmeye uğraşıyorlardı. Nice sonra kendime geldiğimde oğlum hala uyuyordu. Evi açmak için bir anahtarcı aradım, kapıyı açıp kilidi değiştirdim. Şaşkın vaziyette dolaştım ve düşünüp durdum, bir çözüm bulamıyordum. Aslı, onu çok sevmiştim, onun için buralara kadar gelmiş, gece gündüz çalışmış, sağlığımı bile kaybetmiştim. O kadar hüzünlenmeme, duygulanmama rağmen ağlayamamıştım. Belki de içimde oluşan nefret, şu anda için daha ağır basıyordu.
----Allah’ım, bana akıl, sabır ver,
Diye dua etmekten başka ne yapabilirdim. Ah İstanbul! Bana bunu yapmayacaktın diyor, gelmekle ne büyük hata yaptığımı anlıyordum. Aslı, İstanbul’una kavuşmuş beni çoktan unutmuştu bile. Oğlum halâ durumu anlayamamış, annem nerede diye sorup durdukça içim yanmakta, gelecek diye oyalamaktaydım. Gece boyu derinden derine düşünüp kararımı verdim, memlekete dönecektim. Ertesi günü ev sahibini aradım, evin eşyalarını ona verdim. Kendi özel eşyalarımızı alıp, oğlumla beraber, bir daha gelmemek üzere memlekete doğru dönüş yoluna çıkıyordum. Babamlara haber vermemiş, onların telaş etmesini istememiştim.
Annem, bahçede yıkadığı çamaşırları asarken birden karşısında bizleri görünce çok şaşırmış, çamaşır elinde durmuş bize bakıyor, bu ani gelişe bir mana vermeye çalışıyordu. Neden sonra;
----Oğlum, kuzum ne oldu, neler oldu, neden geri geldiniz hemen?
Artık dayanamamış, gözlerimdeki yaşların akmasını saklayamıyordum. Anneme sarıldım, ağladım, hıçkırıklara boğuldum, tekrar tekrar ağladım. İyi ki oğlum oyuna dalmış, yanımızdan uzaklaşmıştı. Annemin sorusuna bir türlü cevap veremiyordum. Eve doğru yürüdüm, birlikte içeri girdik.
----Anne, Aslı yok artık, yok.
Diyebilmiştim. Kadın iyice meraklanıp atıldı;
----Ne oldu oğlum, öldü mü yoksa?
----Ölse daha iyiydi anam, bir başkasıyla yaşıyor.
----Neeee,
Dedi ve sustu annem. Müthiş derecede gerildiği, kızdığı yüzünden anlaşılıyordu. Sonrasında;
----Allah belasını verir oğlum, bunu sana yaptı ya!
Biraz kendime gelince olanları uzun uzun anlattım. Akşam vakti babam gelmiş, o da olanları öğrenmişti.
----Canını sıkma oğlum inan ki o kaybetti, sana bir eşey olmaz, aslan gibisin, bak birde oğlun var. Biz senin yanındayız. Aslı’yı sana biz aldık, bunca çilenin sebebi olduk. Bu rezilliği hep beraber atlatacağız,
Diyerek beni teselli ediyor, çok içten ve samimi konuşuyordu. Onların varlığı bana destek olmuş, yaşadığım üzücü olayı çabuk atlatmamı sağlamıştı. İlçede bir avukat tutmuş, boşanma işlemlerini başlatmıştım. Yaklaşık altı ay sonra Aslı’dan boşanmıştım. O gün yaşadığım duygularımı kimseyle paylaşamadım, bir kenara giderek yalnız başıma oturdum, birkaç saat kendimle, geçmişimle dertleştim.
Babamla beraber kendi arazilerimizde çalışmaya başlamıştım. Her zamanki gibi çok çalışıyor, kendimi işlerle avutuyordum. Aradan iki yıl geçmişti ki, babamın evde olmadığı bir akşam, annem bana dönerek;
----Oğlum, gençsin çalışkansın, Allah’a şükür durumumuz iyi. Seni yeniden evlendireceğim, ama bana kimse karışmayacak, bunu iyi belle.
Anneme baktım, o suskun kadının yerinde daha kararlı, yaptığını bilen biri vardı. Benimde bir kadına ihtiyacım vardı ve evlilik yapmalıyım diye düşünüp anneme hak verdim.
----Sen bilirsin anne, dilediğini yap.
İki ay geçmeden annemin istediği oldu. Kendi köylümüz olan, fakat çok da fazla tanımadığım Ayşe isminde bir kızla evlenmiştim. Ayşe, çok güzel olmasa da cana yakın, sevimli, güler yüzlü, akıllı ve çalışkan biriydi. Benden küçüktü ama kendini yetiştirmiş bilgili bir kişiliği vardı. Tez zamanda eve alışmış, herkes tarafından sevilen biri olmuş, oğlumla iyi anlaşıyorlar ve çoğu zaman birlikte dolaşıyorlardı. Bu durum, oğlumun annesini unutturmaya yetse de, ara sıra annem ne zaman gelecek diye söyleniyordu. Oğlum, önümüzdeki sene okula başlayacağı için, Ayşe ona hazırlık yapıyor, kendi çocuğu gibi heyecanla okul zamanını bekliyordu.
Oğlum okula başlamış, neşe içinde okuluna gidip geliyor, bizde var gücümüzle çalışıp hayatımıza devam ediyorduk.
Üç yıl geçmiş olmalıydı, çünkü oğlum üçüncü sınıfa başlamış, kış henüz gelmemişti. Bu gün, içimde bir eziklik, sıkıntı hissediyor, havaya baktığımda, havada hayli kapalı, yağmur yağdı yağacak diyordum. Oğlum aklıma geldi. İçimden, bu gün onu almaya gideyim, yağmur yağarsa ıslanmasın çocuk diyerek arabama binip üç beş dakika içinde okula vardım. Okulun kapısında lüks bir araba durmuş, yanında temiz giyimli ve orta yaşlarda biri vardı. İçeriden gelecek birini bekler haldeydi. Arabamı durdurup aşağı indikten sonra, bende okul kapısına yaklaştım. Gördüklerim karşısında donup, öylece baka kalmıştım. Onunla yaşanmış mutlu yıllarım, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Aslı, yani eski karım, oğlunu görmek için okula gelmiş, ders çıkışı onu bulmuş ve şimdi oğlumun yanındaydı. Çocuk mesafeli duruyor, annesi onu okşayıp sevdikçe biraz çekiniyor, merak ve özlemle ona bakıyordu.
Aslı, bira kilo almış, fakat eskisinden daha alımlı ve güzel bir kadın olmuş, sosyete kadınları gibi giyinmişti.
Çocukların çoğu okuldan ayrılmış, birkaç öğrenci, öğretmen ve bizler bekleşirken, oğlumuzla beraber kapıya geldiğinde, kısa bir süre göz göze gelmiştik. Beni görünce tedirginleşti ve oğlunun elini bıraktı. Bakışları beni küçümser bir haldeydi. Yaşadığı lüks hayatın tadına varmış olmalı diye düşündüm. Fazla oyalanmadan, çocuğuna bile tam anlamıyla veda edemeden, arabaya binip uzaklaştılar. Sanırım benim kötü bir şey yapmamdan veya söylememden korkmuş olmalıydı. Oğlumu alıp eve giderken çocuk bana bakıp;
----Baba, annem o adamın karısı mı oldu?
Bu söz, kurşun gibi içimi delmişti. Çok sevdiğim kadın bir başkasının kadınıydı ve bunu çocukta anlamıştı. Ona cevap vermemi bekliyor gibi bana bakıyordu, sadece,
----Evet, oğlum.
Diyebilmiştim. Eve gelince Oğlum koşarak babaannesine olanları anlatınca;
----Mendebur kadın, hangi yüzle buralara geliyor, Erol oğlum sakın aklına kötü şeyler getirme, herkes yaptığının cezasını çeker elbet,
Diyerek beni teselli ediyordu. Onu o kadar çok sevmiştim ki, asla zarar vermez, incitemezdim. Velev ki o beni incitmiş olsa da.
Ve yaklaşık dört yıl sonrasıydı. Tarlada çalıştığım bir gün, telefonum ısrarla çalınca durup telefonu açtım. Arayan İstanbul’dan arkadaşım Cavit’ti. Arar sıra konuşup havadis sorduğum değerli bir dosttu.
----Alo, Erol duyuyor musun?
----Evet, Cavit nasılsın, iyi misin, ne var ne yok?
----İyiyim Erol sağ ol, sen nasılsın?
----Bende iyiyim, koşturup duruyorum tarlada.
----Erol, sana bir haberim var,
----Hayırdır Cavit, meraklandım şimdi,
----Hayrına şerrine sen karar veririsin, Şu senin eski karın vardı ya!
----Eeee,
----Dün akşam cenazesi bulundu, Etilerde bir sokakta. Duyduğuma göre birlikte yaşadığı sevgilisi öldürmüş. Adam karımdan ayrılamam deyince, o zaman bende senden ayrılırım diye tehdit etmiş diyorlar. Bunun üzerine adam, silahını çekerek karını delik deşik etmiş ve oracıkta öldürmüş. Bilmeni istedim Erol, haber iyimi, kötümü sen karar ver.
----Erol, Erol, duyuyor musun?
----Haber verdiğin için sağ ol Cavit,
Diyebilmiş, telefon elimden düşmüştü. Gözlerim kararırken midemde bulanmaya başladı. Zorlukla bir ağacın altına gidebildim, bayılmışım. Kendime geldiğimde bir rüya gördüm sanıyordum. Telefonu aradım, cebimde yoktu. Traktörün yanına vardım, toprağın üzerinde duruyordu. Baktım gerçekten son arayan Cavit’ti. Demek ki olanlar rüya değilmiş. İşi bırakıp eve doğru yol alırken aklım İstanbul’da Aslı’daydı. Onun ölümünü kabullenmek istemiyor, o kadar güzel bir kadına kıyanlara lanet ediyordum.
Eve geldiğim zaman, yüzüme bakan Ayşe;
----Neyin var Erol, iyi değilsin sen?
----Üşüttüm galiba, tarlada uyumuşum,
Diyerek yatak odama çekildim, beni kaldırmayın diye tembih etmiştim. Akşam yemeğine gelmeyişim babamın da dikkatinden kaçmamış,
----Bir şeyler oldu, ama ne? Hele sabah olsun anlarız,
Diyerek konuyu kapatmıştı. Yattığımdan beri hiç uyumamış, bazen ağlamış, bazen nefret içinde kalmıştım. Onunla geçen günlerim sanki koca yalandı, rüyaydı. Ama bir geçek vardı, oğlumuz. Gece yarısıydı, kalkıp pencere kenarına gittim, üzerime bir battaniye alıp gökyüzünü seyre daldım. Hava
Açık ve berraktı. Bir müddet karanlık dünyalarda dolaşıp durdum, yaşadıklarımı unutmak kolay değildi. Zaman içinde büyük bir sevgiyle bağlandığım, o güzel kadın şimdi yoktu. Bu acı sonu kendi hazırladı diye düşündüm. İstanbul hayali, güzelliği ve sürekli yükseklere bakışı, doymak bilmeyen hırsı ecele giden yolun tuzaklarıydı. Şimdi ise sanki karşımda ve karanlığın içinde göklere uçan bir hayaldi. Ben, o hayaller arasında onu arıyor, bir türlü ulaşamıyordum. Yumuşak bir el omzuma dokunduğu an hayallerinden ayrılmıştım. Gelen Ayşe’ydi, battaniyeyi açarak yanıma sokuldu, uyumadığı her halinden belliydi. Akıllı ve sevgi dolu bir kadın olduğundan ve nerede ne yapacağını çok iyi biliyordu. Aslında hasta olmadığımı, derinlerde bir bunalım yaşadığımı anlamış, şu ana kadar bir şey sormamıştı. Bana sarılınca sıcaklığını hissettim, iyi gelmişti. Bende ona sarıldım, ama hafifçe titriyordum.
----Konuşmak ister misin Erol?
Ne diyecek. Neler anlatacaktım, içimdeki fırtınaları, hiç unutamayacağım eski karımı?
Yoksa koca bir yalan olan mazideki yıllarımı mı?
----Şimdi değil Ayşe, belki ileride bir gün.
Bir daha sormadı, daha çok sarıldı ve bir süre sonra uyudu. Ben hala geçmiş zamanın çarklarında dolanıp duruyor, yalanla gerçekleri birbirinden ayırt etmeye çalışıyordum.
Mehmet Macit
03.01.2014
Samsun