Mezarlık Manzaram(1.Bölüm; Dibe batmak)
İnsanı kısa süre içinde etkileyen pek çok şeye şahit oldum. Fakat yaratımcımızın beni bulun dediği sırların gizemlerine bir anda vakıf olunabileceğine hiçbir zaman inanmadım. ’iman’ kelimesi pek çok çeviri de ’inanç’ anlamına gelse de son zamanlarda ki araştırmalarım ve başarılı bulduğum bir çevirmenin de yardımıyla artık ’iman’ kelimesini gerçeği onamak anlamında algılıyorum. İşte bu süreçte yani tanrının gerçekliğini onama sürecim de benim için gerçek ’sanattı’. Onun yaratımlarının insanların yaratımlarına ilham oluş şekli, beni onun gerçekliğine götürüyordu. Yine bu süreçte onun nurunu hissedebildiğim ender yazarlardan birisi olan ’ahirzamanmelegi’ ile bu sitede başlayan maceramı kaleme almak istedim. Onun şiirlerinde ki etkileyicilk, benim arayışlarımın başlangıcı ve onun çözümlemelerini esas almasını umduğum bir konusu olacak. Uzun soluklu olmasını umuyorum. Bu ilk bölümüdür, bölümler hataları farkedilip giderildikçe düzeltilecektir.
Mezarlık Manzaram(NİZERAL)
"Öpülmemiş dudaklarımda toprak tadı, cehennemde donmuş cesetim, bedenimden hayat bulan bir böcek var, karnım ona acıkmış. Zihnim de tek bir hatıra kalmış otuz iki gece. Gözlerimi öyle bir geceye açtım ki, işte o ilk gecemizdi; ne ay doğacaktı ne de yıldız parlayacak. O zindanda çiçekte açmayacak. Off o ses, kutsal ezgi, bu çalındıkça ölü kalamam mezarımda ben, ben yürüyemem de arzın aydınlığında. Yine o kutsal ses, duyuyor musun, sende duyuyor musun kutsal bağı, nasıl da çağırıyor.Konuşmaya çalıştım, ciğerlerimi dolduran küfü ağzımdan fırlattım..."
"Ne diyorsun be adam" diye seslendi genç kadın. "Gün dönmedikçe hiç bir geceye güneş doğmayacak. Göreceksin, yanacaksın." Yüzünü sese doğru çevirdi N, "sen kimsin diye sordu." genç kadın cevap verdi "Ben N."
"Neredeyiz" diye sordu N, genç kadından bir tebessüm işitti. Kadın dudaklarını oynattı önce, sonra konuşmaya başladı; "Telli duvaklı gelin olacaktım,sigara beni yaktığında henüz hamdım. Gebe bırakılmış düşlerimi kürtajla öldürdü birisi. Onu ilk gördüğümde sordu, ateşiniz var mı dedi. Güldüm, yüreğimin ateşi ile yaktım sigarasını. Elleri tutuşunca ateşim var dedi, doktor değilim dedim. Ah, pinokyadan bulaştı odunsal kansızlığım, o benim aşkımdı. Oysa aşkımı zepline bindirdim. Öyle ya 1946’da vardı zeplin. Neredeyiz önemli değil N. ne zamandayız, ben 1946’dan sonra doğdum." N, nefes aldı kahkahalara başladı, "tımarhanedeyiz desene" dedi. N, "Aklımı deliye emanet ettim" dedi.
"Ben N, sende N hangimiz hangimizin rüyası sen söyle, bu cehennem de rüya olmaya razıyım" dedi N. Kadın cevap verdi "Ben BN sen ise AN ve tımarhane de değiliz kaldır kafanı bir bak gökyüzüne"
Kafasını kaldırdı AN, Çatlamış topraklar üzerinde gri geceyi gördü. Uçsuz bucaksız kara parçasında beyaz kaktüsler vardı yerlerde. Kafasını ışığın geldiği tarafa çevirdi yarım ay ona bakıyordu, diğer tarafa çevirdi başka bir yarım ay ona bakıyordu. "Ne oldu burada" dedi BN’ye bakarak. BN, "ol dedik" dedi sadece. Kafasını önüne eğdi AN sonra kaldırdı. Kızıl bir gökyüzü vardı demin neden göremediğini düşündü. İncelemeye devam etti yıldızlar turuncu üzerinde yeşil parlıyordu. İki ay sağında ve solunda güneş gibi parlıyordu, fakat karanlıktı gece. Toprak yaşlanmış, toprak kırışmış, toprak çatlamış dudaklarla öpüyordu onu. "Burası hangi cehennem" dedi AN. "Hangi yıldayız" dedi BN. Ayağa kalktı AN, dolaşmaya başladı. Sert toprak ayağa kalktığında yumuşacıktı. İçine çekiyordu onu. batarken onu seyrediyordu BN, ağzına dolan çamurlarla hareketleri yavaşladı ve kesildi AN’nin. parmak uçları da toprağa gömüldü. Gülümsedi BN, "ölmedin, burada ölemezsin" dedi.
Toprak geri fırlattı AN’yi. Gözleri iyice açılmıştı şimdi. Nefes alabilmek için ciğerlerini yırtması gerekirdi bebeğin, bu bilgiyi nereden bildiğini hatırlamıyordu önemi yoktu, yırtılmalıydı toprakla dolmuş ciğerleri. Bebeklere ağlasın ve akciğerlerinden su boşalsın diye vururlardı, kendine vurdu. Bebek değildi. Boğulurken halüsinasyon görüyor olmalıydı. Hiçbirisi gerçek olamazdı, olmamalıydı. Ellerini ağzından sokup ciğerlerine ilerletti. Her bir seferde ciğerlerinden bir avuç çamur çıkarttı. Nefes almaya başladı sonra. "Sigarayı bırakmıştım oysa" dedi AN. "o seni bıraktı, hemde evine" dedi BN gülümseyerek.
AN hareket etmekten ürküyordu. Durduğu yerde bağırdı BN’ye "neden biz ve neredeyiz." Kadın gülümsedi ellerini başının altına aldı ve toprağa uzandı. "Demiştim doğru soru hangi yıldayız olacak, kaç yıldır buradaydım bilmiyorum. Sen yeni geldin bana hangi yılda olduğumuzu söyle bende sana neden burada olduğumuzu söyleyeyim. Burasının neresi olduğunu ise büyücü biliyor." dedi BN. AN hareket etmek için davrandı. BN "hayır, hayır ben istemeden olmaz dur orada" dedi. AN kükredi "Büyücü kim". "Göreceksin" dedi BN ve ayağa dikildi. Tıslamaya benzer bir fısıldamayla konuşmaya başladı sonra sesini yükseltti, artık BN’nin sesi yönden değil sanki AN’nin beyninden geliyordu "...Rahmine şiir üflenmiş bir gebenin çığlığıdır sesim, noktadan türedim. Hiçbirşeydim doğduğumda,Bana Tanrı doğurdu babam.Ve en çok Ananı Sev dedi. Kendimden yirmi sene evvel ölmüştüm oysa. İçimde ki deli aklımı kaçırmış, beni en günhasızınız öldürsün, beni en günahsızınız öldürsün, beni en günahsızınız öldürsün. Nil’i ikiye ayırdığım gün, beni en günahsızınız öldürsün." İkiye ayrıldı BN, içinden çıkan ışık AN’nin gözlerini kamaştırdı "sen O’sun" diyebildi ve yere yığıldı.
**************
1.Bölüm: Dibe Batmak(Bay N)
Kaçıncı geceydi kendimden tiksinerek geçirdiğim hatırlamıyorum. Sıradan öfke dolu gecelerimden de birisiydi üstelik. Doktorluk mesleğinin benim için doğru meslek olup olmadığını bilmiyordum. merakta etmiyordum, ilgimi çekmiyordu. Yataktan kafamı kaldırıp odaya baktım, üstelik ne göreceğimi bildiğim halde. Masanın üstünde yarım söndürülmüş binlerce sigara olmalıydı. Nefes alabilmek için peşpeşe yakılan sigralardan bir kaçını yarımken söndürürdüm. Yerlerde yarısı yenmiş yemeklerin küf tutmuş artıkları duruyordu. Kafamı biraz daha çevirdiğim de bilgisayar masasının altında, kolumu kaç kez çarpıp da defalarca döktüğüm kahvenin, halıda hayatımı anlatmak için kurumuş telvesi falına baktırmak için duruyordu. Klavyeyi buradan görmek mümkün olamazdı, görüyor olsam üzerinde kolanın yapış yapış bıraktığı katmanları görürdüm. Sol tarafımda ki koltuk, ah o tek kişilik koltuk. Yüzlerce gece o koltuğa tek başıma oturup saçımın sol tarafında anlıma düşen tutamıyla oynamışımdır. O tutamla o kadar çok oynadım ki hayatım boyunca(annem iki yaşından beri oynadığımı söylüyor) orada kendine has bir kellik oluşmaya başladı. Canım sıkkın olduğu zamanlarda daha sert daha acımasızca yolardım o tutamı. Hayatımın ise son iki senesi sadece canım sıkkın dolaşmıştım. O koltuğu defalarca yakmak istedim. Bir gece yansın, yok olsun istedim. Başıma gelen her şeyin sorumlusu o koltuktu -Benim hayatım da her şeyin bir sorumlusu vardır-.Cesaret bulduğum gecelerden birisin de ispirto döktüm ve ateşe verdim. Yanmadı, o lanet koltuk ispirtonun yanmasını seyretti ve bana mısın demedi. Perdelerime bakıyorum şimdi, önceden beyazlardı nikotinin kendine has sarısı onları da yaşlandırmıştı, artık sarıydılar. Kafamı biraz daha yatakta doğrulttuğum da o kokuyu duydum. Bu kokuyu almadığım bir gün olacaksa muhtemelen ölmüş ve ruhum bu evde lanetlenmiş olur diye düşünüyordum. Bu odayı görmeyeceğim bir günü ise hayal dahi etmek istemedim. Şimdiler de bakıyorum da hayatımın bu hale gelmesin de maddi sanırım hiçbir sebep olamazdı. İyi okul, iyi aile, iyi sevgili, iyi bir maddi durum. Fakat hayatımın eksikleri bunların hepsinden daha fazlaydı. İnançlı insan tanımına uygun yetiştirildim. O eğitimin de dolduramadığı büyük boşluklarım vardı. Sosyopat yapım, sıkıntılarımı insanlara açmama sürekli engel oldu. Yazmaya başlamamın sebebi bu olmasa da şiirden vazgeçmemin sebebi buydu. Şiirlerimde kendime bile ulaşamıyordum.
Yazmaksa, dünyayı anlamaktı. Yazmak, dışarıdan gelip bu odaya lanet okuyacak milyonlarca insana inat burada yaşayan bir kahraman yarattığım da bu odayı görmek için para ödeyebilecek milyarlarca insanı etrafımda toplamaktı. Ahh yazmak, işte umudun bu noktasında öyle tatlı görünüyordu ki. Fakat sorunlarım vardı, yazamıyordum. Yazdığımı sandıklarımı ertesi gün okuduğumda harflerin bile yalnış yazılmış anlamsız kelimeler oluşturduğunu görüyordum. Cümle kurmaksa imkansızın ötesindeydi. Sorunlarım olduğunun farkındaydım diyorum ya, ağır depresyon durumunda olmalıydım. Bunun yazmam için bir lütuf olduğunu düşünürdüm geceleri. Ertesi sabahsa yazdıklarımı okuduğum ve hiç bir şey anlamadığım zaman yıkılırdım. Bu kısır döngü kaç gece devam etti bilmiyorum. Bazı ritüellerim vardı her gece yaptığım, onların yazma büyüleri olduğuna inanırdım. Büyü tamamlandığında herkesi hayran bırakacak cümleler çıkacaktı kalemimden. Öyle ki; senaristler benden senaryo isteyecekler ve bir gün ismimle beraber şu cümle söylenecekti ’on the oscar goes to’ peşinden nobel edebiyat ödülü gelecekti. O bir milyon dolarlık ödülüyle neler neler yapılabilirdi, düşünürdüm. Sonuç olarak hiç bir şey yapılamazdı birileri açken ben o parayı harcayamazdım, tabi bunun yalan olduğunu da zamanla fark edecektim. Nobel ve Oscar’ın hayal olduğunu biliyorum. Ama hayallerle hedefler arasındaki farkı farkedebiliyorum. Artık, onların hayal olduğunu bile bile geceleri kendimi tatmin etmeye devam ederim. Hedeflerim ise bu öykünün esinlenildiği yazarın benim için ’on the oscar goes to’ demesi.
Ritüellerime gelince; sabah ezanı okunmadan yatamazdım. Sabah ezanının bir büyüsü vardı benim için. Güneşin doğmaya henüz vakti varken yaratıcıyla insan arasında ki belki de en ince perdenin olduğu vakitti. Namaz mı kılardım o vakitte, hayır. Ama ezan okunmadan uyursam öleceğime inanırdım. Ölmeye hazır olmadığımdan gecenin ilerleyen saatlerin de uyku mahmurluğu iyice de çökmeye başladığında odamda ki mumları yakardım. Evin sinmiş sigara ve küf kokusuna eklenen bal mumu kokusu işte yaratıcılığın gizi orada gizliydi.’ Philadelphia’ deneyin de aslında hep orada olan ama görünmez olması gereken görünen bir gemi vardır ya, işte yazım sanatım oralar da bir yerlerde olmalıydı sadece görünmüyordu. Anlamsız kelimelerimi anlamaya başladığım da düğüm çözülecekti. Her bir mumun kenarına bir sigara yakardım, sigara dumanın mum ışığıyla dansı bir şeyler anımsatıyordu bana. Ama ben bunları çözemiyordum çünkü subliminal mesaj gibi işliyordu bilinçaltıma. Çözeceğim güne kadar saatlerce o sigara dumanlarını izleyecektim. Sonra itiraf safhası başlardı, kadim cümleler sarfeder gibi binlerce defa tekrar ettiğim büyülü sözler; "Yazarlar yalancıdır aşkım, yazarlar ezik ve güçsüzdür, yazarlar korkak ve merhametsiz, yazarlar kibirli ve aşağılıktır, yazarlar delidir aşkım. Tanrım, ruhumu yalancı şeytana satmaya hazırım. Senden benden nefret etmeni diliyorum, nefret et ki iblisler beslesin zihnimi yalanlarına kavuşsun dimağım" Bu cümleleri söyledikten sonra tek tek dua eder gibi genişletirdim bu iddiaları, yalan söylemeden yazamazsın, betimlemeler her zaman yalandır, sanat aşkım, sanat tamamen yalandır. Daha mutlu gelecekler için acı gerçekleri çarpıtmaktır. İnsanlardan dışlandıkça yazarlar, tanrının yaptığından daha iyisini yapabilecek gibi yeni dünya yaratırlar. O dünyaların var olandan daha iyi olduğuna inanacak kadar ezik ve asla dünya yaratamayacak kadar güçsüzdürler. Eğer yüzlerine konuşabilselerdi insanların, inandıklarının mantıklı olduğuna inansalardı yahut, yazmazlar anlatırlardı, konuşarak karşılarında dimdik dururlardı insanların. Merhametsizdirler aşkım, sen neye inanırsan inan sana cevap hakkı tanımadan anlatırlar gerçeklerini. Yazarı bir şekilde bulup eleştirdiğinde ise anlamamakla geri zekalılıkla suçlanırsın aşkım. Kibirlidirler en iyi şiiri her şair yazar, en iyi kitap onunkidir, lakin zamanında doğmamıştır ya da bin yıl sonra kıymeti bilinecektir. Ahh ben kötüyüm diyen yazar bulabilir misin? Kendi kendine konuşana itibar eder misin aşkım? Yazarlar kendi kendilerine konuştuklarında dışlandıklarını fark ederler aşkım ama yazdıklarında...
Gözyaşlarıyla yakardığım bir gece vardı, ne olursa olsun yazmak istiyorum dediğim. Şeytanı Allah’ın izniyle odama davet edecek kadar alçaldığım bir gece. O geceyi unutacak mıyım, asla unutmayacağım. O geceyi tekrar arzulayacak mıyım? İşte bu yazar olmanın güftelerinden bir tanesi. H.Nihal ATSIZ Tanrıtanamaz bilinir fakat der ki, Tanrı beni muhattap alıpta kulum demiş daha mutlusu olurmuydu benden? O gece bende muhattap alınmıştım. Ah ne geceydi, Turan Mete’yi, Ali Mustafa’yı, Nergis’i, Agah Öktem’i, isminin önemi olmayan daha nice figüranları o gecenin sabahında tasarlayıpta yaratmıştım. Geriye bakıyorum da vazgeçebilirmiyim bilemiyorum. Her neyse, benim maceram o gece büyümün tutmasıyla başladı. Farklı olarak ne yapmıştım şimdi hatırlamıyorum, ama o aralar kendi kanımla şiirlerimi duvarlara yazmaya niyetlenecek kadar kaybolmuş haldeydim. Muhtemelen de icra etmiş olmalıyım ki diğer geceler değil de o gece Tanrı onun bana sunduğu kutsal hayatın suyunu duvarlara gark ederken beni muhattap aldı. Ezan okunmadan sızıp kaldım. Uyandığımda ise ölmüştüm.Etkileyici her şeyin rüyalarımız da bize sunulmasıyla, yazarlığın da benzer trans halinde devam ettiğini tecrübe etmem bu ikisinin tesadüfi olamayacağını düşündürüyor bana. Tanrım o gece, benim kaderimi benim ellerime bıraktığını gösterdi ruhumu alarak. Sonra ise bedenimle bir oyun başlattı, ben izleyici iken benim bedenimin yazdığı kaderi bana gösteriyordu... Ölüm kurtuluştu, ölmüş olmaksa tekrar ölemeyecek olmanın laneti. O gece, gökten cehennem yağdı, hem de ne cehennem...
YORUMLAR
Uzun zamandır içilmemiş bir türk kahvesi eşliğinde yazıyı ikinci okuyuşum.Girişte bahsedilen belki bitmiş bir hikayenin nostaljik hikayesine bir yolculuk yaptırdın bize belkide hiç bitmeyecek ve ilk defa kendini bulmanı sağlayan belkide kimi zaman kaybetmenede neden olan karakterlerine hala tutkuyla bağlı olman ya da bir vefa borcu ya da bundan sonraki yazım sürecinde onlarında yanında olmasına ihtiyacın vardı.Sebep her ne ise bunu sen biliyorsun ama bize senin dünyanı daha iyi anlammızı sağlayacak farklı bir zamanda farklı bir hikaye sunacağının ilk sinyallerini aldık.
Sonra bugüne döndük ama bugünden yine geçmişe o hikayenin doğduğu geceye bir yolculuk yaptık.Yazar yazmak için ruhunu şeytana satmaya hazır ama yinede yaratıcının masum ama ilhamını arayan bir kulu olarak affedileceğini umuyor.Hatta seni arıyorum her kelimemde her adımımda yaratıcım bana kendini göster ki bende kendi kaosumdan kurtulayımdamı demek istiyor (belki) ama yazarın sıkıntısı anlamını bulmayan kelimelerde değil bizce çünkü kalemini her ne kadar konuşturamadığını düşünüp sancı çeksede eline alınca kalem kendiliğinden ilerliyor.Sıkıntı yapmasın yazar gayet güzel yazıyor.Fakat yazar çok çok iyi yazmak istiyor, hayallerini yazısında belki gerçeğe en yakın haliyle görmek istiyor ama bu birden hani o yazma gecelerinde yapılan ritüellerle (mumlar,totemler,sabah ezanından önce uyumamak gibi) gecenin sessizliğinde “yaz,hayallerini gerçek kıl, kendini bul” seslerine kulak vererek o içten gelen büyülü sesi duyarak yazmaya daha yakın hissetsede birden bir anda gelen bir ilhamla bir gecenin sabahında Pulitzerlik Nobellik yazım yetisininde bir hayal olduğunun, ancak zamanla istediği yazma büyüsünü bulacağının farkında olmalı diye düşünüyorum ve sıcağı sıcağına ikinci bölüme geçmek istiyorum.Her zaman destek ve tebriklerimle dost kalem Nizeral :)
Nizeral
Tabii ki başlangıçta kıskançlıkla başlayan tavrım zamanla yerini hayranlıkl ve saygıya bıraktı. Sonrasında ise hayallerimi gerçekleştirebilmiş insanla konuşabilmek, muhabbet edebilmek bunu anlatmalıydım işte. Çünkü belki hiç bir zaman öyle şiirler yazamayacağım ama arzuladığımı elde edebilmiş bir insanla vakit geçirmek onun mükemmel cümlelerinde 'gayb olmak' onu kendimle aynı hikayede anmak bu onur verici. Aslında onu anlatarak cevaplar da arıyorum. Sürekli tereddütlü olan bir zihni keskinleştirmeye çalışıyorum. Hayattan çok fazla beklediğim birşeyler yok. Oysa herkesin çok büyük beklentileri var hayattan. Bende yazdıkça belki yeni birşeylşer bulabilirim diye umuyorum. Yorumumdan da anlaşılacağı gibi aslında yazıyorum sadece yazarken tek bildiğim 'ahirzamanmelegi' ne duyduğum hayranlık. İlginç bir hikaye olacağını düşünüyorum ya bakalım. :) yorum için çok teşekkür ediyorum her zaman ki gibi nokta atış isabetleriniz var. Umarım bu yolculukta içimdeki bu karmaşaya bir nebze çözüm olur birşeyler. Tekrar teşekkür ediyorum Athena, iyi ki varsın.
Oldukça başarılı bir giriş yapmışsın. Özellikle başlangıçda yaptığın açıklama çok manidar. Bir yazının hedefi olması önemli. Hayal dünyanı renklendirebildi isem, yazma isteğine kıvılcım olabildi isem ne mutlu bana. Benim için, oldukça farklı bir deneyimi bana yaşatıyorsun. Seni tanımadan evvel, son derece hayranlık duyduğum bir yazara yazılarından şiir yaratabilirim demiştim. Çok kısa bir süre sonra şiirlerimden yazı yaratan biri ile karşılaşmış olmam Rabbime karşı olan hayretimi bir kez daha arttırdı. Umarım ilerde bana yaşattığın duyguları sen de tadarsın. :)
İstediğin her konuda yardıma hazırım, dilim döndüğünce elbette..
Nizeral
ahirzamanmelegi
Üstadım diyorlar, her veli bir keramet gösteriyor, sizin kerametiniz nedir ?
Evladım diyor, biz de yürüyoruz ya. :)
Mucize dedin de, gördüğün algıladığın herşey mucizedir ya da mucize diye bişey yoktur, kimbilir.
Kimi yerde cüz'ün kokusu vardır, kimi yerde küll'ün. Ayırdetmeye başlaman iyiye alamet. :)