- 941 Okunma
- 6 Yorum
- 2 Beğeni
Abluka
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tortulaşmış çamurun içinden altın sikkeyi bulup çıkardığında, Maria Jacobsen’ın içi içine sığmıyordu. Sikke, Shiloh çarpışmasında atılan bir kurşunla bükülmüş ama bu sayede onu üniformasının cebinde taşıyan teğmen George Dixon’ın hayatını kurtarmıştı. O günden sonra sikke teğmenin uğur parası olmuş, yaşadığı süre boyunca asla onun göğüs cebini terkmemişti. Şimdi ise yüz elli yıldır içinde yattığı çamur yığınında kurtulup, Maria Jacobsen’ın eline düşmüştü. Hala parıldamasına kimse şaşırmıyordu.
Maria çamurda daha başka kalıntılar da buldu: Saç örnekleri buldu mesela. O saçların bir zamanlar üzerinde durduğu kafataslarını buldu. Kafataslarını gururla taşımış olan iskeletleri buldu. İskeletlerin üzerilerinde et varken, kendilerini insandan sayarken giymiş oldukları üniformaların kalıntılarını da buldu. Uzun sözün kısası, yüz elli yıl önce yaşamış sekiz askerden geriye ne kaldıysa Maria’nın elinden geçti. Her bulguda genç arkeolog önce heyecanlandı, çevresindekilere haber verdi, ortalık bir süre karıştı ama sonra profesyonellik devreye girdi ve soğukkanlılıkla kalıntılar gün ışığına çıkarıldı. Ne zaman ki gün ışığı sönükleşti, akşam vakti gelip, Maria, Charleston’daki dairesine çekildi, genç kadın o zaman durgunlaştı, bulduklarının kimlere ait olduğunu hatırladı. Bu noktada arkeoloğun tek başına kalma isteğine saygı gösterip evinden uzaklaştığımız için, sonrasında kendisine bir brendi mi koyduğunu, yoksa sıcak süt içip uyumaya mı gittiğini hiç bir zaman bilemeyeceğiz.
Maria Jacobsen dairesinde günü ve günün getirdiklerini düşünürken, Hunley de çekildiği hangarda yatıyordu. Tam adıyla H.L. Hunley kızağa 1863 yılının ilk aylarında kondu, aynı yılın Temmuz ayında da suya indirildi. Kendisi sekiz kişilik bir denizaltıydı. Doğaldır ki bugünkü akrabaları gibi nükleer güçle ya da dizel motorlarıyla veya döneminin teknolojisi olan buhar gücüyle değil, o sekiz kişinin kas gücüyle çalışıyordu. Tekne uzunluğundaki bir krank mili boyunca sıralanan bu sekiz denizci kollarıyla mile asılıyor ve denizaltının pervanesini döndürüyorlardı. Dardı denizaltının içi. Boyunuz ne kadar kısa olursa olsun ayakta duramıyordunuz. Havalandırması yoktu. İç duvarlarının terle kaplı olduğunu zannediyordu Maria. Bütün bunlar bir yana, H.L. Hunley doğuştan bir katildi.
Aralarında teğmen George Dixon’ın da bulunduğu mürettebat denizaltıda çalışan üçüncü ekipti. İlk ekip denemeler sırasında kaptanın yanlışlıkla denizaltıyı kapakları açık şekilde daldırması yüzünden boğulmuştu. İkinci ekip ise bir tatbikat sırasında denizaltı yüzeye çıkamayınca telef olmuştu. Ölenler arasında H.L. Hunley’i dizayn edip, yaptırtan Horace Lawson Hunley de vardı. Belki de her şeyin temelinde denizaltının asla resmi olarak onurlandırılmaması yatıyordu: Denize indirilirken ne bir tören yapılmış, ne de bir hanım iyi dilek dileyip, bordasında şarap şişesi kırmıştı. Maria Jacobsen’e kadar bir kadın eli değmemişti tekneye. Bir anlamda gemicilik dünyasının sahiplenilmemiş piçiydi H.L. Hunley. Görünüşe bakılırsa, iyi aile çocuğu olmadığını da her fırsatta kanıtlıyordu.
Bildiğimiz, alıştığımız denizaltılar gibi torpil atmıyordu Hunley. Patlayıcı dolu bir fıçıyı burnundan uzanan zıpkının üzerinde taşıyordu. Sessizce düşman gemilerine yanaşıyor, patlayıcıyı gövdelerine saplıyor, sonra da uzaklaşırken fıçıyı patlatıyordu. En azından kağıt üzerinde durum böyle planlanmıştı. Ama tecrübeli askerler bilir ki çarpışmanın başladığı an tüm planlar çöpe gider ve planların yazılı olduğu kağıtlar da ıslanmaya gelemezler. H.L. Hunley’de de durum farklı olmadı.
Denizaltının yapılma nedeni Amerikan İç Savaşında, güneyli Konfederasyon’un yeterli deniz gücü olmamasıydı. Bu yüzden kuzeyli Federasyon’un gemileri güneyin limanlarını abluka altına almış, ekonomisi tarım ürünlerinin ihracına dayalı Konfederasyon’un boğazını sıkmaya başlamışlardı. Zor durumlarda üretilen radikal çözümlerden biri de denizaltıyla abluka yapan düşman gemilerini batırmaktı. Güneyin sekizerli mürettebatlar dışında kaybedecek bir şeyi yoktu.
İşte böyle bir ortamda L.H. Hunley ilk seferine açıldı. Denizaltı ilk görevinde düşman gemisine yanaşmayı, patlayıcıyı yerleştirmeyi ve patlamayı becerdi. Beceremediği ise zamanında düşman gemisinden uzaklaşmak olmuştu. Patlama denizaltıyı da etkilemiş, mürettebatın bilincini kaybetmesine ve alınan hasarla teknenin batmasına sebep olmuştu. Böylece Hunley üçüncü ve son ekibini de 17 Şubat 1864 te kaybetti.
...
Bir Nisan sabahı, Maria Jacobsen işe gitmedi. Onun yerine kahvaltıdan sonra makyajını yaptı, bir hafta kadar önce aldığı gri elbiseyi giyip, elbisenin göğsüne de bir Konfederasyon rozeti iliştirdi. Sonra arabasına atlayıp Manolya mezarlığının yolunu tuttu. Tam tamına yüz elli yıl sonra, L.H. Hunley’nin mürettebatı için yapılacak, Konderasyon’un son cenaze törenine katılacaktı.
YORUMLAR
ilginç bir olay. ben de ilk mekanik denizaltının 3. Ahmed döneminde olduğunu biliyordum. tabi dediğiniz gibi bu sadece evliya çelebi'den rivayet. bunda ise sağlam deliller ve yaşanmış hayat hikayeleri mevcut. tabi insan öncelikle bu denize gömülen tabutta gönüllü insanların ruh halini ve hayat hikayelerini merak ediyor. böyle bir olayı bilgimize sunduğunuz için teşekkür ediyorum. elinize sağlık.
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz ve katkılarınız için teşekkür ederim. Saygılarımla.
İlginç bir öykü. Denizaltı ve 8 kişi küreklere asılıyor...Üstelik ölüm topu. Tüm mürettabatlarını yitirmiş.İlk denizaltı saldırısının hikayesini zevkle okudum. Güzel bir finalle sona erdi. Kutluyorum.
Sevgilerimle...
canandemirel tarafından 2/25/2014 8:37:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Yazı yine ilginçti. Gözümde canlandırdım denizaltını da tabiri caizse kürek mahkumlarına benzettim o sekiz adamı. Denizaltının mekanik bir motoru yok, insan gücüyle çalışıyor. Bu durumda ilk bombayı patlatmayı başardıklarında kendi sonlarını da getireceklerini bilmeseler de tahmin etmiş olmalılar.
Diğer ilginç nokta; kahraman denizcileri anmak için neden 150 yıl beklediler acaba?
Tebrikler İlhan Kemal.
İlhan Kemal
Batığın yeri 1970 lerde keşfediliyor ama yerinden çıkarılması için 2000 yılına kadar bekleniyor. Batışından 140 yıl sonra, 2004 te, cenazeleri öyküde bahsi geçen törenle gömüyorlar. Sanırım bizim de benzer bir borcumuz Dumlupınar'a var. Saygılarımla.
Öncelikle manuel,insan gücüyle çalışan denizaltı fikri greçekte varmı böyle bir denizaltı yoksa hayal ettinizmi diye sormak istiyorum.8 kişilik denizaltını gözümde sürgünde kürek mahkumlarının kürek çekerek yürütmeyi başardığı ama üstü kapalı kayıktan biraz büyükçe hayal ettim.Düşman gemilerini batırmak için kendi iplerini çekecek olmalarıda kaçınılmaz gibi görünüyor saldırı güçlerinin ne kadar zayıf kalacağını düşünürsek.Küçük ama gururlu bir denizaltının hikayesini okuduk Hunley in geç kalınmış onurununda Maria ile iade i itibar edilmeside hoş bir final olmuş.Elinize sağlık.
İlhan Kemal
Belki denizaltının biraz detayına girmeliydim. Metalden bir silindirden bahsediyoruz. Mürettebatın tamamı ise asker ve bu görev için gönüllü olmuşlar. Kürek değil ama bir kolu dönüdürüyorlar. Eğer L.H. Hunley yazıp nette ararsanız resimlerine de ulaşabilirsiniz.
Bazen Çanakkale türküsündeki 'Ölmeden mezara koydular beni' dizesinin tam da bu denizaltıdakilere uyduğunu düşünürüm. Türküyü bilebilselerdi eminim kendi kendilerine mırıldanıyor olurlardı. Saygılarımla.
athena
İlhan Kemal
Yazı denizaltılar hakkındaki bölümüyle ilgimi çekti. Zira Osmanlı imparatorluğunun bir denizaltı projesi bulunduğuna, hatta bunu hayata geçirdiğine, fakat dönemin koşulları veya başka nedenlerle pek de işlevsellik kazandırılamayan bu projenin tarihin tozlu sayfaları arasında ve anlatılan kimi öykülerde kaldığıyla ilgili bilgilere sahibim. Yine ilginçti yazı genel anlamda da. Tebrikle.
İlhan Kemal
Eğer aynı denizaltıdan bahsediyorsak o da hikayeleştirmek için gayet uygun bir konu. Ama kendi açımdan bir sürelik tek bir denizaltı öyküsü yeter diye düşünüyorum. Katkınız için çok teşekkür ederim.