- 2012 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
AKILLI İNSAN
İktisat bilimi, teorilerini açıklayabimek için başlangıçta bazı varsayımlardan hareket eder. Bu varsayımlardan birisi de "Homos Ekonomikus" varsayımıdır.
Homos ekonomikus, “Bütün davranışlarını kendi ekonomik çıkarına göre biçimlendiren insan” diye tanımlanabilir.
Böyle bir insanın bulunup bulunmadığı ya da her bireyin böyle davranıp davranmadığı tartışmalı bir konudur.
İktisadi İnsanın özellikleri şunlardır:
-Tam bilgiye sahip olma: İnsanın, mallar, piyasalar ve ekonomik konularda tam ve eksizsiz bilgiye sahip olmasıdır.
-Seçici olma: Seçenekler arasında değerlendirme yaparak kendisi için faydalı olanın seçilmesidir.
-Çoğu aza tercih etme: Üç ayrı sepette aynı maldan fakat farklı miktarda mal varsa fazla mal olan sepetin tercih edilmesidir.
-Tercihler arasında tutarlı olma: Hiç bir zaman küçüğü büyüğe, kötüyü iyiye tercih etmemektir.
Homos ekonomikus’un rasyonel davranış içinde olduğu varsayılır.
Rasyonel davranış: Tercih yapmak veya karar almak durumunda olan bir insanın kendi hedeflerine uygun biçimde hareket etmesidir. Akıl ile davranmasıdır.
Bu sebeple; "HOMOS EKONOMİKUS=AKILLI İNSAN"dır diyebiliriz.
Bu saptamayı yaptıktan sonra geçelim bir başka konuya.
İnsanlar neden iktidar olmak isterler?
"Halka hizmet!" kulağa hoş gelse de, bu palavrayı bir kenara koyarsak, bunun en açık cevabı "Güç sahibi olmak için"dir.
Demokratik yönetim biçimlerinde, iktidara gelmenin ve güç elde etmenin yolu seçimlerden ve demokrasinin en önemli kurumu olan siyasi partilerden geçer.
Siyasi partiler neden iktidara gelmek isterler?
Çünkü;
İktidarda olmanın, devlet gücünü elde bulundurmanın avantajları vardır.
Bir ülkede, benimsediği ideolojik düşünceye göre ağırlığı değişse de, ekonominin büyük bölümü kamuya aittir. Ait olmadığı bölümünde ise ekonomiye yön veren düzenlemelerde bulunur. Devlet, ekonominin kamuya ait bölümünde politikalar ortayar koyar ve uygularken, özel sektörün oyun sahasını ve oyun kurallarını belirler.
Her iktisadi görüşün değişik bir devlet anlayışı olmuşsa da, klasik liberal ekonominin 20.YY başlarında aşılamaz krizlere girmesinden sonra, devletin ekonomiye daha fazla müdahale etmesinin gereği üzerinde durulmuş ve bu konuda teoriler üretilmiştir. Bu teorileri üreten iktisatçılardan biri de John Maynards KEYNES olmuş, devletin ekonomide tarafsız değil, ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini savunarak bugün de ekonomide geniş uygulama alanı bulan kuramlarını geliştirmiştir.
Klasik liberal ekonomilerde; devletin sadece savunma, adalet ve yürütme fonksiyonlarını yerine getirmesi istenirken, Keynes’in kuramları doğrultusunda devlete yeni görevler verilmiştir.
Genel anlamda bu görevler şunlardır:
-Kaynak dağıtımında etkinliğin sağlanması,
-Ekonomik istikrarın sağlanması,
-Gelirlerin yeniden dağıtılması.
İşte! Devletin bu görevleri, siyasi partilerin iştahını kabartmakta ve iktidar olmalarını teşvik etmektedir.
Bir partinin iktidar olması demek, kaynak yaratmak ve elde mevcut kaynakların dağıtılmasıyla gelirlerin paylaştırılmasında söz sahibi olması demektir. Bu güç partiler için vazgeçilemezdir. Bütün siyasi partiler bu gücü elde etmek için gayret gösterirler. Bu gücü elde etmenin yolu ise seçimlerden geçer.
Demokrasilerde, seçimlerin nasıl bir yöntemle yapılması gerektiği konusunda da teoriler üretilmiş, en faydalı olanının hangisi olduğu tartışmaları yapılmıştır.
Bunlardan en bilinenleri: Doğrudan Demokrasi modeli ve Temsili Demokrasi modelleridir.
Doğrudan Demokrasi modelinde; seçmen kendisine sunulacak hizmetin kim tarafından daha iyi yapalacağını düşünüyorsa aracısız olarak o kişiye oyunu veremesi durumudur. Ancak seçmenlerin nicelik/sayısal olarak çok olması bu modelin uygulamasını imkansız hale getirmiştir.
Temsili Demokrasi modelinde ise, seçmenler kendilerini temsil edenleri (vekillerini) seçerek kendileri için faydalı olacak hizmetlerin yapılmasını beklerler. Bu modelde seçmen ile temsilciler (vekiller) arasında faydaya dayanan bir ilişki vardır.
Temsili demokrasilerde bireyler (Seçmenler ve temsilcileri) faydalarını maksimize (ençoklama) için çalışırlarken, siyasi partiler oylarını maksimize etmek için gayret gösterirler. Bu durum temsilcinin seçildikden sonra şahsi menfaatinin partide olmasını doğurur. Dolayısıyla temsilcinin (vekilin) seçildikden sonra seçmenden uzaklaşarak partinin çıkarları için hizmet etmesine sebep olur.
Günümüzde siyasi partiler, toplumu heyecanlandıracak sosyal ve ekonomik projeler üretemez olmuş, ideolojik kavramlardan uzaklaşmış, seçmen ile karşılıklı menfaate dayalı bir tutum içine girmişlerdir.Siyasi partiler, elde mevcut kaynakları kimlere, nasıl tahsis edersem oylarımı arttırabilirim diye hesap yaparlarken, seçmenler oyumu hangi partiye verirsem menfaatlerimi maksimize edebilirim düşüncesindedirler. Seçmen ile siyasi partiler arasında bir oy alış-verişi (oy ticareti) vardır.
"Bir toplumun alt yapısını o toplumdaki ekonomik ilişkiler belirler." görüşünden hareketle siyasi partiler ile seçmenler arasındaki bu ilişkinin de ekonomik bir faaliyet olduğunu söyleyebiliriz.
O halde, önümüze konulan sandiğa giderken ve bizleri temsil edecekleri seçerken akıllı davranmamız kaçınılmazdır.
Oylarımızı kime veya hangi partiye vereceğimizin kararını alırken belirleyici olanın, salonlarda, sokaklarda, meydanlarda kimin daha çok konuştuğu/bağırdığı değil, kimin yaşadığımız sorunlara çözüm üreteceği ve kimin yaşam şartlarımızı ve standartlarımızı daha çok arttıracağı olmalıdır.
Bu kararı verebilmek için ise; öğrenmeli, bilmeli, aydınlanmalı ve rasyonel bir düşünceye sahip olunmalıdır. Kısaca "Homos Ekonomikus" olunmalıdır.
Ünlü filozof KANT şöyle diyor:
"Aydınlanma, İnsan’ın kendisinin sorumlu olduğu gelişmemişliğinden kurtulmasıdır.
Gelişmemişlik, bir başkasının yönlendirmesi olmadan, kişinin kendi aklını kullanamamasıdır. Eğer bunun nedeni akıl yoksunluğu değil, bir başkasının güdümü olmadan aklı kullanma kararlılığı ve cesaretinin yokluğuysa, o halde, gelişmemişliğin sorumlusu kişinin kendisidir.
Aydınlanmanın şiarı şudur;
Kendi aklını kullanma cesaretini göster!”
Özetin özeti;
"Homos ekonomikus olun ve Aklınızı kullanma cesaretini gösterin!"
Bekir GÜÇLÜER
YORUMLAR
bekir güçlüer
İlginiz için teşekkür eder, selam ve saygılarımı sunarım.
bekir güçlüer
Selam ve saygılarımı sunarım.
Sayın GÜÇLÜER sayfanızda gerçekten bir mükemmel köşe yazısı okudum. Bilimsel unsurlar içeren bu yazıyı iktisattan ve uluslararası ilişkilerden anlayan kalemler yazabilirler muhakkak. Ancak, olayı anlatırken birilerini ürkütmemek veya kızdırmamak adına bu gün içinde bulunduğumuz açmazı gözümüze sokmaktan uzak durabilirler.
Siz bugünkü seçim sisteminin " vatan, millet, bayrak, hizmet " kavramlarından uzakta dar açılı bir çıkar sistemi olduğunu mükemmel vurgulamışsınız.
Aysun Kayacı kızımın ; " Benim oyumla dağdaki....... nın oyu bir mi ? " söylemini da anımdasım okurken.
Galiba demokrasiyi hazmedebilmek için önce :
KANT' ın "Aydınlanma, İnsan’ın kendisinin sorumlu olduğu gelişmemişliğinden kurtulmasıdır." söyleminin yerine getirilmesi bir ön koşuldu. Başaramadık.
Rahmetli Atatürk çok partili sisteme geçişi sağlığında en yakın arkadaşları aracılığıyla deneyip, " Iııh ! '' henüz hamız, ollgunlaşmadan olmaz demişti. Sanırım halâ hamız...
Bu son derece aydınlatıcı bilgiler için çok teşekkür ediyor, şahsen son derece faydalandığımı beyan ediyor, sevgi ve saygılar sunuyorum.
bekir güçlüer
Siz de mükemmel bir değerlendirme ile yazıya anlam ve değer kattınız.
Teşekkür eder, selam ve saygılarımı sunarım.