LALE
Toplumun gürültüsünden kaçma niyetiyle yalnız kalmak isteyen genç adam , hiç bilmediği yerleri gezerken bulur kendini bir anda. İçindeki fırtınayı görebilecek ve gerçekten yardım edebilecek birisine çok ihtiyacı vardı.
Sessiz ve sedasız bu doğa çok yabancıdır artık insanoğluna. Herkes şehirde yaşam mücadelesi veriyor, koşuşturuyor, sırf para için her türlü şeye katlanıyorlardı. Fakat ne içindi bunca koşuşturma. Kazanmak , daha çok kazanmak belki de kazandıkça kaybetmek hayatın anlamını. Bunca alışıla gelmiş şeylerden kaçmaktı ve kendini kurtarmaya çalışmaktı adeta bugün yaptığı. Yemyeşil bir ovanın ortasında yapayalnızdı ve karşısında yükselen bir dağ vardı sadece. Rüzgar hafifçe tenini okşuyor ve sanki ilk defa gerçekten yaşamış hissini veriyordu. Etrafını seyrederek ağır aksak yürüyordu, bazen de dinleniyordu. Yine bir kayanın üstünde dinlenmiş ve yürümeye devam etmişti düşüncelerinin ağırlığıyla beraber. Birden uzaktan bir su sesi işitmeye başladı. Sesin geldiği yere gittikçe daha iyi duyabiliyordu suyun akışını. Koştu ve ağaçların arasından bir bir geçerek dere kenarına geldi. Uzun bir müddet suyun akışını seyretti hatta ayaklarını suyun içine soktu. Rüzgardan sonra onu da hissetti. Su okşuyordu ayaklarını hatta tedavi ediyordu gencin ruhunu sanki. Yere sırt üstü uzanıp gözlerini kapattı , bugüne kadar hiç düşünmediği fikirler aklına gelmeye başladı. Suyun akışını hissettikçe gerçek yaşamın daha da çok farkına varmaya başladı. Günlük hayatın koşuşturmasından uzak, tabiata yakın. Açtı gözlerini , sonrasında da doğruldu. Ayaklarını sudan dışarı çıkardı. Kurumalarını bekledi fakat ayakkabılarını tekrar giymeden yalın ayak yoluna devam etmek istedi. Öyle de yaptı. Ayakkabılarının bağcıklarını birbirine bağladıktan sonra onları omzuna biri sırtına diğeri ise göğsüne gelecek şekilde astı. Yürümeye başladı. Toğrağı hissetmek istemişti yalın ayaklarıyla. Çıktığı bu yolun artık geri dönüşü yoktu, tabiatı ne kadar yakın hissederse o kadar da uzak hissediyordu toplumun koşuşturmasını kendisine. Hissettiği herşeyden kendisine dersler çıkarıyordu sanki. Toprakta yürürken bu zamana kadar yaşadığı yerleri düşünmeye başladı. Büyüdüğü apartman dairesini , annesinin ve babasının sürekli çalışmalarını ve kendisinin iyi bir geleceğe sahip olmasını istemelerini , topluma büyüdükçe nasıl adapte olduğunu , eğitim yıllarını , işini , şu anda ve geçmişte sahip olduğu herşeyi derinlemesine düşündü. Ne için yaşadığını sorgulamaya başladı. Dün böyleydi , bugün yine aynı dert , muhtemelen yarın da aynı olacak. Bu gidişatı değiştirmenin bir yolu olmalıydı. O esnada yürürken hayranlık duyduğu doğada yaşayamazdı. Alışık değildi bir kere. Büyüdüğü toplumu asla terkedemez ve dışında bir hayat süremezdi. Peki ama ne yapmalıydı. Düşünceleri birbirini kovalaya dursun genç adam uzunca bir müddet yürüdü. Tekrar yorulmuştu. Öyle ya bu kadar fazla yürümeye hiç alışık değildi. Rüzgarın hızı artmış ve gökyüzüne gri bulutlar yavaşça hakim olmaya başlamıştı. Belliydi ki 1-2 saat içinde belki de daha erken bir müddet içinde yağmur yağacak. Bir yerde oturup biraz dinlenmeye ve daha sonrasında yaşadığı yere , beton yığınları arasına , dönmeye karar verdi. Malum evi yani ailesi onu bekliyordu nihayetinde. Gözleri oturup dinlenmek için uygun bir yer ararken az uzakta çimenlerin arasında tek başına filizlenmiş bir Lale gördü. Lale uzaktan ona gülümsüyordu adeta. Genç adam Lale’nin yanına giderek oturdu. Ona uzunca baktı, yapraklarını okşadı hatta onunla bir arkadaş misali konuşmaya başladı. İçinde ne var ise , aklına ne geliyorsa söyledi Lale’ye. Ama ne var ki dertler bitmiyor , sürekli aklına yeni birşey geliyordu. O ana kadar düşündüğü vakitte bile aklına gelmeyen problemlerini hatırladı. Ne kadar da çok problem varmış meğer. Aslında problemlerle yaşamak alışkanlık olmuş. Problem çözüme ulaşmayınca yaşamın bir parçası olmuş. Konuştukça herşeyin tek tek farkına varmaya başladı. Tüm problemlerini anlatamasa da yaklaşık 1,5 saat geçti Lale’nin başında. Genç adam hissetmiş gökyüzüne doğru baktı ve tam o esnada yağmur hafiften yağmaya başladı, artık eve dönme vaktinin geldiğini anlamıştı. Hızlıca ayakkabılarını giydi. Ayağa kalktı ve koşar adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı fakat birkaç adım atmıştı ki yeni arkadaşını orada yalnız bırakmak istemedi. Onu da yanında yaşadığı yere götürmeye karar verdi. Onu nasıl taşıyabileceğini düşünürken yarı kırık bir odun parçası gördü. Oval bir şekle sahip olduğu için tam aradığı şeyi bulmuştu aslında. Köküne zarar gelmeyecek şekilde çiçeğin etrafını kazdı ve daha sonrasında nazikçe onu yerinde söküp odun parçasınını içine bıraktı. Tam istediği gibi olmuştu. Şimdi gitme vaktiydi ve oradan hızlıca uzaklaştı. Geldiği tüm yolları hızlıca geçerek arabasına varmıştı ama ne kadar hızlı da olsa yağmurdan dolayı sırılsıklam oldu. Çok şükür ki yağmura ve koşuşturmaya rağmen Lale’ye hiç birşey olmadı. Eve geri döndüğünde annesinin eskiden kullandığı saksılardan birine yerleştirdi onu. Ne kadar güzel duruyordu. Evin güzel bir köşesine yerleştirdi. Belki bundan sonra ona baktıkça doğayı hatırlar ve hatta mutlu olur ve sık sık konuş, içimi dökerim diye düşündü. Bu hisle ona bakarken tüm gün yürümenin verdiği yorgunlukla daldı uykuya.
Genç Adam mutluydu belki ama yeni arkadaşı bu durumdan hiç mutlu değildi aslında. Doğduğu ve büyüdüğü topraktan alınmak, rüzgarından ve suyundan mahrum bırakılmak kırdı onu. Evi değildi şimdi durduğu yer. Alışık olmadığı bir yerin ortasında duruyordu. Bunca çirkin şeyin arasında eskiden sahip olduğu duyguları hissedemedi ve sabah olmadan soldu ve yapraklarını döker hale geldi. Genç adam sabah uyandığı vakit onu böyle solgun görünce çok üzüldü ve ateşle tanıştı o vakit. Bambaşka bir duyguydu bu. Ne hava , ne su , ne de toprak bu böyle farklı hissetirmedi ona. Yandı içi bir anda. Hayatında gördüğü en güzel şeylerden birini bu kadar çabuk kaybetmek mahvetti onu. O zaman tekrar anladı ki yaşamını güzelleştirebilecek birşey varsa onu zaten kendisinin kötü olduğu yere getirmesi hataydı. O güzellik buraya ait değildi. Doğanın güzellikleri olduğu yerde güzeldi. Onu güzel yapan ; hergün yapraklarını okşayan rüzgar, kökünü saldığı toprak ve beslendiği su idi. Güzel şeyler heryerde yaşayamıyordu. Çünkü onu koruyan, ona yaşam veren değerler yanında değildi. Nitekim insanı insan yapar değerlerde günlük hayatın kör koşuşturmasında kaybolmamışyıdı? Gerçekten ne için yaşıyoruz? Para? Makam? Şöhret? AŞK?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.