- 468 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
'ellerimiz'
‘Babaannem merhametliymiş. Dedemin sözünden hiç çıkmazmış ama sevememiş bir türlü dedemi. Ağlamaktan olmasa da, şekerden dolayı yüzü şişikmiş. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla tanıyordum onu. Seyyar salıncaklara bindiğim günlerde, yaşlı kadınlara bakar, ‘acaba o mu diye’ heyecanlanırdım. Sonra tüm çaylar birden zehirlendi. Sütçü gelirdi mahallemize. Cılız, gözlüklü, esmer bir adamdı. Annem o adamdan süt alırdı. Sabah kahvaltısında bir çay bardağı süt içirirdi. Sütü hiç sevmezdim. Çay içmek istiyordum. Babamın sol elinin dördüncü parmağı prese sıkışmıştı. Çaylar zehirlenmişti. Fabrikalar kapanmıştı. Vergi dairesinden emekliydi her akşamüzeri köpeğiyle dışarı çıkan kadın. Ümran teyze ciddi bir kadındı. Süt içmek istemezdim.
Büyüdükçe elimin kalemden ziyade başka şeyler tutabileceğini öğrendim. Kazmayla ilk işe başlamıştım. Sonra ‘emlak bank’ batacak haberleri kulağımıza gelmişti. Biz ‘söz verdik’ demiştik. Gaziemir’de konut inşaatları tamamlanınca bacak bacak üstüne ‘emlak bank’ yazan bankın üzerinde uzunca oturup, hafif odun kokulu bir paket Samsun’u bitirmiştim. ‘Her şey güzel olacak’ diyorlardı. Hiçbir şey iyiye gitmiyordu. Hayal kurmaktan daha fazlasını yapamıyordum. Eve telefon almıştık. Artık memleketle rahatça konuşabiliyorduk. Kış bitiyordu. Cemre düşüyordu. Bir kadın sevmiştim.
İyi arkadaşlarım vardı. Camiye giderdik. Camiden dönüşte kahvede birkaç el batak atardık. Ellerin ağırlaşırdı. Bozuk paraları biriktirirdim. Ne zaman kahveye gelsem, içtiğim çayların parasını biriktirdiğim bozukluklarla öderdim. Cemre düşmüştü. Tırnağım batıyordu. Renkli televizyon alma zamanı gelmişti. Almıştık. Çizgi film izlerdim iş olmayınca. Yazın birkaç akrabanın evleneceği haberi gelmişti. Memlekete gidecektim annemi alıp. Annem her bir düğün için bir çeyrek altın ayırmıştı. Küçükken onun sandığının içerisinde yüzlerce altın olduğunu düşünürdüm. Her şey kuşun artık ilgisini çekmeyen tüyü kadar hafif ve gereksizdi. Annemin memlekete asıl gitme isteği bana kız bulma arzusuydu.
O yaz babam kalp krizi geçirince annemle memlekete gitme planı da yatmıştı. Kendisinde bana kız ayarlayacak kafa da kalmamıştı. Her şey aynıydı. Artık çay içebiliyorduk. Özlemiyordum hiçbir şeyi. Ellerimi gömüyordum göğsüme. Parmaklarım kedi penisi kadar ufak ve tırtıklı bir hale gelmişlerdi. Özlüyordum. Her şey durabilirdi ama içimi kontrol edemiyordum. Oturma odasına boya yapılacaktı. Tiner almıştım. Boya kovasına dökmeden önce tineri solumuştum. Soluduğum hava gırtlağımdan başlayıp mideme kadar acı verince, pencereyi açmıştım. Pencereyi açınca bahçeyle karşılaşıyordum. Bahçeyi temizlemiştim. Çıplak ellerimle çöpleri, otları ve kurumuş yaprakları toplayıp, çöp tenekesine atmıştım. Sonra çeşmeyi açıp, hortumla bahçeyi sulamıştım. Bahçeyi suladıktan sonra, sokakta beni her gördüğünde heyecanlanan kediye bir yuva yapmaya başlamıştım. Taşların üzerine koyduğum kalasın taşla aralarını ıslak çamurla dolduruyordum. Her şey ıslak geliyordu. Nem kapıyordum. Gözlerim yarıyordu ıssız varlığımı. Ellerime otlar batıyordu. Otlar ilk defa ellerimi kanatmıyordu.
Bir kadın sevmiştim. Kimseye söylemedim. Ona da söylemedim. O da bilmiyordu sevildiğini. O kadına bir gül aldım sevgililer günü ve sonra o gülü ona veremeyeceğimi bilip, dikenlerini avuçladığımda, elim kanıyordu. Bir çiçekten ziyade bir ottu artık benim gözümde elimi kanatan. Belki de kesmeliydim elimi. ‘O benim elimi tutmuyorsa, bu elin varlığının gereği nedir ki?’ Dikenleri parmaklarımdan ve avucumdan çıkarırken, dişi kedinin acısının aynısını hissediyordum. Dişi kediler seviştikleri sıra, erkek kedi pensini dişi kedinin organından çıkarırken dişi kedi acı çekiyordu. Gülün tüm penisleri kanlı ve hala dikken, bakir kalamamış elime bakıp dertlendim. Masumdum. Bir candım. Hürdüm. Merhamet sahibiydim yine de. Elim kanıyordu. Sınırlar evvelden belliydi.
Sonra birikmiş paramla laptop almıştım. Film izlemeye bayılıyordum. Tezgâhında korsan cd satışı yapan Muhittin’i çokça ziyaret etmeye başlamıştım. Muhittin acayip bir çocuktu. Ankara Siyasal Bilimler terkti. Onunla sohbet etmeye korkuyordum. Bakarken bile gözlerinde bir ağırlık vardı. Bir gün bana bir film vermişti: ‘Bunu izle’ demişti yalnızca. İzlemiştim. Hiçbir şey değişmemişti ama her şey karışmıştı. İçimdeki bozkırlar güneşe tapmaktan vazgeçmiş, nehirlerim denize dökülmemek üzere etrafa söylentiler yayıyorlardı. Boyun eğmek zorundaydım. Boynum ağrımaya başlarken, yeni bir kitap bitirmenin sevincini içimde hissediyordum.
Ölüm güzel şeydi. İlk cinayetim kendimle alakalı olandı. Ruhumun sağırlığında kendi çığlıklarıma uzaktım. Ölüm güzel şeydi, önce sevincimi öldürdüm. Sevinçsiz kalınca, yine de bir umut besleyebileceğimi düşünmek yordu beni. Sonra ilk iş, umutları öldürmekti. Umutlar kirli kan gibi damarlarımda dolaşıp dururken, ruhumun karanlık odalarını aydınlatan ampullere dişlerimi fırlatıp, içimi karanlığa boğdum. Yasaklanması mümkün bir imtiyazdı benim yaşayışım. Acı çekiyordum ansızın. Mülteci yorgunluğuyla devam ediyordum. Devam etmekten usanıyordum. Onu unutamıyordum.
Bir gemiye almışlardı bizi/ Azıya, daha fazla/ Yürekleri cesaret kokan gençlerdik/ Denize döküldük ansızın/ Bizi denize döktüler/ Deniz kabardı/ Ağlayışlardı annelerden geriye kalan bu yaşlar/ Çığlıklarımızı sağırların suratlarına tükürük yapıp bıraktık/ Hüzün senfonisiydi bizim sevdalarımız/ Dalgalarca kabardık, göklere yükseldik/ Üşüdük/ Üşüttüğümüzde oldu, üşütmedik bizi seveni asla/ Kucak açtık her zaman/ Bize vuranlara dahi acıdık/ Ellerimizi kaldırmadık/ Ellerimiz ağırdı/ Bir işçi eliydi ansızın/ Bir baba/ Vefakâr bir anne…
Ben seni sevmediğim gün ağlayacağıma söz verdim. Hep başkaları kazandı. Birileri ölürken, birileri mücadele ederken, birileri sırtında dünyayı kaldırırken, hep başkaları yedi. Ellerimi tanıdım ben şimdi. Ellerim hür, ellerim yaralarıyla mesrur, çalışmakla gururlu! Kırdığım tüm insanları yığdım bir köşeye. Adım oldu, adım oldu her bir başkası. Senin ellerini gömdüm toprağıma. Kardeşim, sevgilim, Marie ve yağmur! Tırnaklarımın arasına dolan toprak fotoğraflardaki babaannemin gözlerine benziyor. İnsan sahip oldukça vicdanından uzaklaşıyor. Gözlerin süzgün. İçimdeki kötülüğün ölüsü dahi korkutucu. Ellerinin izi duruyor içimde. İzin, bizim.
Bir başka zaman olsaydı, daha rahat nefes alabilirdim. Yağmur olabilirdi damarlarında akıp duran. İçebilirdim. Oysa dudakların ve ellerin daha mor şimdi. Saçlarına bağlamıştım tenimi. Uzaklaştın ve gittin. Ne kadar büyüdüyse bu uzaklık, o kadar çabuk tükendim.
Her şey devam etti. Yaşanmadan hiçbir şeyi insan bilemezdi. Bilmek, fenaydı. Tüm bildiklerimi silip, kolumda kaybolmuş damarımı bulmak için ısırdım kolumu. O damarı bulamasam da diğer damarlar patladı ve elim dibe çöktü. Daha fazla kanayamadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.