3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
684
Okunma
Yalnızca mızıkacıların bildiği o nadide şarkı. Hani sözleri olmayan. Kelimelerin kırbacından ve zencefil kokusundan yoksun. Milyon yıl öteden kulak kesilip her seferinde ortasında duyulan.
Önümde müzekkereler. Yazılması gereken raporlar. Çocuk yüzleri. Kimi mağdur, kimi suça sürüklenmiş. Azıcık unutuvermiş bazıları söz dinlemeyi. Evleri sımsıcak bir yuva değil imiş de, uzaklara kaçıvermek istemiş bir kaçı.
İstanbul dün sisle örtülüydü. Vapurlar çalışmadı akşam üzerinden sonra. Doğal olarak her gün yaşadığımız trafik karmaşası iyice arttı. Çoğu iş ertelendi haliyle. Batıdan doğuya kuzeyden güneye yönlerini şaşırdı martılar. Sokaklar sis rengi ve soğuktu. Fakat yaşam sürmekteydi yine de.
Bir rüya alım satımı kadar zordu iç denklemleri çözmek. Odalardan yayılan ışıklar küf kokularını örtmeye yetmiyordu. İnsanın alacası içinde saklıydı çünkü.
Kalem küsmüş müydü parmaklarıma? Değişken ve umutsuz bir görüntüydü yüzüme oturan. Madem gökyüzüne bakir adımlar atamayacaktım, suya yazmak kaçınılmaz tercihim olmalıydı.
Yıllar önce bu gün çoktan şeytan merdivenleri yapmış, çikolata ile kaplamıştım ruhumun kutlayan yanını. Karnavala dönüştürmüştüm bu kasveti. Oysa şimdi kesin susuşlarla imzalamalıyım harflerin altını. Büyürlerken izleyemediklerime iyi dileklerimi ulaştırabilmemin tek yolu bu galiba.
Çok ağır bu yükü taşımak. Nedensiz vurgunlar ve vurgular çok ağır. Nasıl arıyorum eski yazıtları tarifsiz bir istekle. Fakat öyle karartılmaya evrilmişler ki, bulamıyorum. Şimdi şöyle sayfaları kirlenmemiş defterlerin getirdiği satırlar ne iyi olurdu.
Sonra sis kalkıp gitti. Ya davetsiz misafirliğinden utandı, ya da başka bir yere kondu yine davetsiz ve usulca. Raporlar yeniden, yazılar çocuk yüzleri, çay bardaklarına atılmış sigara izmaritleri, yerli yersiz gülümsemeler, gündelik yaşam. Trafik, saçlarını taramayı unutan insanlar, şehir gürültüsü, oval yalnızlıklar.
Yalnızca mızıkacıların bildiği o nadide şarkı da olmasa, elde var hiç...