- 866 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsan Hayat ve Ahlak
Hayatı güzelleştiren insandır. İnsanı güzelleştiren güzel ahlaktır.
İnsana hayat veren canlılıktır. Cana can katan sevgi, aşk, muhabbettir. O da Hak’tandır.
İnsanın kendini sevmesi bereket, başkalarını sevmesi rahmettir.
Rahmete bereket insandır. İnsanın birbirini sevmesi insanlıktır. İnsanlık güzel ahlaktır. Güzel ahlak Rahmana yakınlıktır.
Rahman’a yakınlık, ilim, irfan, akıllılıktır. Akıllılık insan olmaktır.
İnsan olmak birbirine yakınlıktır. O da farkındalıktır.
Farkındalık bilinçtir.
Bilinç öğrenim, eğitim kültürdür.
Kültür, bilgeliktir. Bilgelik akledip düşünürlüktür.
Düşünürlük vicdan sahibi, kemale ermiş, güzel ahlaklı insan olmaktır. İnsan olmak hayatı anlayıp, yardımlaşıp, paylaşmaktır.
Yardımlaşıp paylaşmak için insanın olanın çalışıp kazanıp üretmesidir. Ürettiğini paylaşıp büyütmesidir.
Sevinç içinde çalışıp kazanıp üretip paylaştıklarını yer içerlerken de birbirlerine karşı samimi duygularla yaklaşıp sevecenlik içinde nazik ve kibar olmaları da yine onlar için en büyük lütuf, en büyük şefkat, en büyük merhamet göstergeleri olacaktır.
İnsan hayata nasıl bakıyorsa; öyle görür. Nasıl düşleyip, nasıl hayal ediyorsa; öyle de öyle yaşar.
Demek ki; İçinde yaşayıp var olduğumuz hayatı, güzelleştirip, çirkinleştirmek az çok bizim elimizde.
Nasıl mı?
Allah bize baş verip, onu vücudumuzun en zirvesine koymadı mı?
Bize akıl verip oku demedi mi?
Okuyup öğrendiklerini içselleştirip vicdan sahibi iyi bir insan olup, her işini iyi düşün demedi mi?
Bize hayatın kodlarını verip, nasıl yaşayacağımızı öğretmedi mi?
Peki, o zaman neden yaşamadık. Ya da doğru yaşamamamızın sebebi neydi..!
İşin kolayına kaçıp, hayatı sorgulamadan yaşamamamız. Hayatın bütün kurallarını ve değerlerini hiçe sayıp, işimize geldiği gibi yaşamamızdır.
Hayatı kolaylaştırıp yaşayalım derken, işi sulandırıp hayatı zorlaştırdığımızın farkına varmadık.
Kendimizi yapışkan ve sümüksü bir damla çamurdan yaratılıp var edilişimizi çok çabuk unutup, büyüklenip, kibirlenerek her şeyi biz bilir, biz yaparız havasıyla burnumuz bir karış yukarda yaşarken hepimiz kendimizi bir şey sanıp, hayatın içinde kaybolup gittik. Halen de bu gidişi seyretmekteyiz.
Toplum olarak bir türlü uyanamadık. Sanki; üzerimize birileri tarafından sürekli ölü toprağı serpilmekte.
Neden mi?
Bizim yaşayacağımız hayatı bize hiç sormadılar. Bizi akılları sıra daha iyi bir okula gönderip, daha iyi bir öğretim ve eğitimden geçirerek, çok daha iyi bir hayat yaşamamızı sağlamak için bizleri haksız rekabete sokup, birbirimizle sırtlarımız at sırtı gibi, köpük köpüğe kan ter içinde kalıncaya kadar koşturup yarıştırdılar.
Hiç birimize yaratılışımız gereği yetenek ve kabiliyetimiz sorulmadı. Hiç birimize, içinde yaşayıp var olduğumuz dünya hayatı, akledip düşünülerek daha güzel nasıl yaşanır öğretmediler. Ancak kazandığımız her yarış / her sınav sonucunda motife etmek için ağzımıza at gibi, bir şeker verip ödüllendirerek bizleri bir sonraki yarışa hazırladılar. Kaybettiğimizde de ya azarladılar. Ya da birbirimizle kıyaslayıp küçümseyip hakir gördüler. Akılsız deyip bizleri aşağıladılar.
Bizleri birbirimize acımasız bir yarışa, bir rekabete sokup bizi birbirimizden uzaklaştırıp ayrıştırdılar.
Çocukluğumuzdan beri hiç birimiz akranlarımızla gülüp oynayıp arkadaş olmadık. Hepimiz birbirimize rakip olup yarıştık. Yarışırken ailelerimizin ve toplum baskısıyla hepimiz sınav stresi ile aşağılık kompleksi içine girip kişiliğimizi ve insanlığımızı kaybedip unuttuk.
Şimdi içinde yaşayıp var olduğumuz toplumda, yetişkin bireyler olarak bir araya gelip fikir teatisi yapıp anlayıp anlaşmaktan, ortak olup büyük projeler üretmekten, birbirimizi anlayıp bir şeyleri paylaşıp büyütmekten hepimiz çok uzaklara düştük. Hepimizin dünyaları ayrışıp farklılaştı. Şimdi ise hepimiz birbirimize rakip olduk. Birbirimizi anlamaz hale geldik.
Hani nerde kaldı insanlık, güzel ahlak.
Hani nerde kaldı hak, hukuk içinde vicdanlı yaşam, adalet.
Hani nerde kaldı eşit vatandaşlık, özgür yaşam.
Hani nerde kaldı değerlere saygı, erdemli yaşam.
Hani nerde kaldı zenginlik, nerde kaldı verimli yaşam…
Bu arada bütün bunları kaybedip yitirdik. Aynı zamanda da doyasıya gülüp oynayıp zıplamadan çocukluğumuz ile gençliğimizi de yaşamadan kaybettik. Şimdi oynayıp yaşamamız için kim geri getirebilir çocukluğumuzu ve gençliğimizi. Hayatımızın en güzel iki dönemi, kanatsız kuş gibi meçhule uçup gitti elimizden.
Geçmişte çocukluğunu ve gençliğini doyasıya yaşamayan birisinden, geleceğe yönelik düş ve hayallerini biriktirip, umut içinde güzel bir hayat yaşamasını kim düşünüp, kim bekler.
Gelecek hayata yönelik önceden tahayyül edip düş kurup, hayal etmeyenden kim meslek seçiminde ve sonrasında başarı bekleyebilir.
Başarılı olsa bile, gerçekten umut içinde yaşayıp, kim hayatının sonuna kadar mutlu olabilir.
Bizleri yetiştirenler bunları hiç mi, hiç düşünmediler. Duygularımıza önem verip, bizim söylediklerimize hiç mi, hiç itibar etmediler. Hayatı sadece meslek sanıp, meslekte itibarı başarı sandılar. Bedenimizi besleyip, ruhumuzu aç ve çıplak bıraktılar.
Dolayısıyla bu gün hepimiz bencil ve egoist olduk. Hepimiz kendi benliğimizde kaybolup gittik.
Bu şekilde yaşarken, ister istemez hepimizin hayat şakulü bozuldu. Şimdi bozuk şakul üzerine ne kadar sağlam bina yapıp yükseltebiliriz.
Eskiyi yenileyip, yeni bir hayatın akışını sağlamak her zaman için çok zordur. Eskiyi düzeltmek için yükselişe harcanan enerjini en az iki katı enerjiye ihtiyaç var. Bu da demek oluyor ki, hayatın çoğu boşu boşuna akıp gitmiştir.
Hayatı nerde yakalarsak orası bizim için kardır. Diyeceğiz ama ne çare ki, o da mümkün değil. Çünkü Orta yaşlılıkta da ana babamızın baskısından kurtulup, tam da kendi kendimize özgür bir hayat yaşayacağız derken, bu seferde iş, güç, evlilik, eş ve çocuk derken geçim derdi başlıyor. Ardından sosyal hayat başlıyor. Hayatın yükü çoğalıp, görev ve sorumluluklar artıyor.
Daha sonraki yaşamda da yine bizi bize bırakıp, bizi bir türlü rahat yaşatmıyorlar. Sanki kendileri doru dürüst bir hayat yaşamışlar gibi, bizi o istemediğimiz hayatın içine ister istemez çekip sokuyorlar. Kendileri gibi, bizi de o istemediğimiz hayatın kalıplarına alıp yaşatıyorlar.
İşte o andan itibaren yaşayıp, yaşayacağımız özgür hayat tümden bitiyor. Artık istesek de istemesek de bizde artık o, istemediğimiz tek renkli bir hayatı yaşamak zorunda kalıyoruz.
Bu hepimizin yaşadığı çevreye göre değişen sıradan bir hayat şeklidir. Has bel kader iyilerle yaşıyorsak, iyiyiz. Kötülerle yaşıyorsak, kötüyüz. Bu iyi ve kötü kavramları da herkese göre az buçuk değişen kavramlardır.
Bu kavramlarda etik kuralları yerleşmemiş toplumlarda, kime ve neye göre sorularıyla sürekli değişkenlik arz eder.
Bu saferde hayat, toplum cenderesinde şekillenip biçim alır. Şekillenip biçim alırken konu, komşu, sokak, mahalle, çevre baskısı başlar. Yaşadığımız çevrede hangi kültürel yapı ağırlıktaysa, bu sefer de bizde o yapı nüfuz eder.
Şimdi bir de ağırlıklı din baskısı çıktı. Bu sefer de hayat, ister, istemez dine göre şekillenmeye başladı. Uyana cennet, uymayana cehennem hayatı yaşatılıyor. Bu da ister istemez, insanı cennet cehennem arasında bir yarışa sokuyor.
Ne yazık ki, bu seferde insanı ya dindar, ya da kindar edip, benden senden gibi ayrımlara tabi tutup bizi birbirimizden ayrıştırıp uzaklaştırıyorlar.
Nasıl mı?
Bunu bir yerde bulunup, sahiplenme ve aidiyet duygusuyla yapıyorlar.
Ya doğru yaşayıp, ayrışmaya tabii tutulup kötü bir hayat yaşayacaksın. Zorlandığın bu kötü hayatı yaşarken de onurunla dünyayı kaybedip, ahiretini kazanacaksın.
Ya da hayatın akışı içinde istenilen iyi ya da kötü bir yerden, iyi ya da kötü başlayıp, başladığın iyi ya da kötü yerde ya hep iyiyi, ya da hep kötüyü oynayıp sürekli kazanıp güzel yaşayacaksın. İnanmasan da onlardan gözükeceksin. Yani günahı düşünmezsen ikiyüzlü olacaksın. Dünyayı kazanırken ahireti kaybedeceksin.
Ya da başkasının oyununu oynayıp boşuna yorulmaktansa; kendi aklınca bildiğin oyununu en güzel şekliyle, en iyi biçimde oynayıp, güzel yaşayarak kazanıp kaybetmeyi göze alarak daha onurlu bir hayatı yaşamayı deneyeceksin. Sonunda gideceğin yer, cehennem olsa da oraya rıza gösterip seve seve gitmeyi göze alıp yaşayacaksın ki, hayat güzel olsun. Yoksa yaşayacağın hayatın hiçbir tadı tuzu olmaz. İnan bu şekilde yaşanılan bir hayatın başarıya ulaşmasında Allah, kuluna mutlaka yardımcı olur.
Yoksa başkasının tayin edip yaşatacağı hayattan kolay kolay hiç kimseye, hiçbir zaman hayır gelmez, gelse de insan diyetinden ömür boyu kurtulamaz.
Özgür iradeyle yaşanmamış bir hayatın sonunda gelecek olan, ne cennetinden, ne de cehenneminden hayır gelir. Koca bir ömür, boşa gelip geçmiş olur. Sonunda yaşanılan hayattan geriye ne bir tatlı yorgunluk, ne anlatılacak bir düş, ne de bir hatıra kalır. Geriye kalsa kalsa mutsuz ve huzursuz bir yaşam kalır.
Demek ki, huzur bulup mutlu yaşamamız için, kendi yaşayacağımız hayatın seçimini kendimizin yapması gerekiyor. Peki, bunu ne zaman yapmamız gerekiyor derseniz. Aklımız başımıza ne zaman gelirse, o zaman. Yoksa başkalarının senin için seçip yaşattığı koca bir hayatın tüm sorumluluğu ölürken senin üstünde olacaktır. Sakın bunu unutma.
Hadi şimdi, sindir, sindirebiliyorsan!
Şimdiye kadar yaşadığın sorumsuz hayatın, tüm sorumluluğunu…
Şimdiye kadar bizden öncekiler, bize hiçbir zaman aklımızı kullanıp, kendi kendimize okuyup öğrenip düşünerek doğru yaşamayı öğretmediler.
Kendileri belki bilerek ya da bilmeyerek, belki günün şartları içinde iyiye kötü, kötüye iyi diyerek kötü ya da yanlış yaşadıkları bir hayatı bize yaşamamız için önerdiler. Ama sonuçta bizim iyiliğimiz düşünüp güzel yaşamamızı istediklerini, ya da kendi hayatlarında başaramadıklarını bizim cılız hayatlarımızda bir daha can bulup yaşatmayı düşündüklerini düşünüyorum.
Yoksa kendi başaramadıkları bir hayatın ceremesini bizlere çektirmeleri çok acı olur. Öyle değil mi?
Ama geleceğimizi düşünerek, içinde bulunduğumuz zamanı bize yaşatmayıp, sonrasını yaşatmaya çalışanlar bizi hormonlu sebze gibi büyütüp yetiştirdiklerinden içlerimizi boş, kof ettiler.
Şimdi bizlerin yaşantısı belki onlarınkinden daha da kötü oldu. Çünkü onlar bizlerden daha saf, daha inançlı idiler. Şimdi bizler şeytana pabucunu ters giydiriyoruz. Ne güven kaldı, ne itimat.
Hepimiz hormonlu bir hayatın öğretim ve eğitimden geçtiğimizden, maalesef hiç birimizde ne insanlık, ne evrensel ahlaka dayalı güzel ahlak, ne erdemli yaşayışa dair bir erdemli olgunluk, ne de insan onuruna yakışır olgunlukta bir yaşamımız var.
Geçmişte bizleri bu şekilde yetiştirenler, şimdi bizden insanlık, eşitlik, hak, hukuk, adalet, vicdan ve özgürlük beklemesinler. Çünkü onlar bizleri ya hep çocuk yerine koyup yarıştırıp avuttular. Ya da iyi - kötü, sevap – günah, cennet - cehennem korkusuyla yaşatıp, koca bir hayatın tadına vardırmadan koca bir ömrü anlamsızca tüketip bitirdiler.
Halbuki, bize akledip düşünmemizi, düşündüğümüz hayatı doğru algılayıp, doğru yaşamamızı öğretselerdi, bu gün hiç birimiz ne umutsuz olurduk, ne de mutsuz bir hayat yaşardık. Ne ölümden korkardık. Ne de gelecekteki ahiret hayatından kaygı duyup telaşlanırdık.
Şimdi yaşadığımız hayatta bencillikten başka, ne insanlık, ne de güzel ahlak var…
17.02.2014
Cahit KARAÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.