- 2270 Okunma
- 15 Yorum
- 3 Beğeni
KIRMALI BAKIR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
- Ümüğünü sıkcam senin Süleman, canını yime inşallah! Ben sene o ekmek odunlaanı da yükle, öle getii eşee demedim mi? Boyun posun devrilmesin e mi?
- Emme ana valla benim bi suçum yok. Aha senin bu garakuyrukta tüm suç. Yükün birini sarıyom sırtına öte tarafını düşürüyo, onu düzleyip yükleyene gada diğerini atıyo sırtından. Duumadı ki bi rahat, yükleyem odunları.
- Garakuyruğu suçlama heç. Yürük Alileen Omar görmüş seni eşeen sııtında. Peşinde bi düzine kızan… Çanakiçi’ne doğru tozu dumana katarak gidekene hemi de. Ciğerinden yanma e mi? Deedin günün top. Endeki babıçları alalı ni gada oldu ki daha? Varımı yoğumu senin babıçlana mı vecem ben?
Fatma kadın elindeki hayıt çubuğunu öfkeyle sallıyor ama isabet ettiremiyordu. Süleyman anasının öfkesini bildiğinden, deli taylar gibi hoplaya zıplaya avlunun bir o köşesine bir bu köşesine kaçıyordu. Alimallah bir denk gelse o hayıt çubuğu, bacağına ya da kaba etine, nah parmak gibi kabartırdı. Kabarttığıyla da kalmaz zehir gibi yakardı indiği yeri. Daha öncesinden tadını biliyordu yani. İşi gücü boşlayıp Çanakiçi’ne top koşturmaya gittiğinde ( şimdi olduğu gibi), yapılacak bütün işleri ablalarının üzerine yıkmaya çalıştığında, onları türlü şakalar ve hınzırlıklarla ağlatıp sonra da karşılarına geçip karnını tuta tuta gülüp alay ettiğinde, az tadına bakmamıştı o hayıt çubuğunun. Bir gözü avlu kapısında bir gözü anasının elindeki hayıt çubuğunda, o köşe senin bu köşe benim zıp zıp zıplıyordu Süleyman. Fatma Kadın sinirden deliye dönmüş, oğlunun peşi sıra nefes nefese koşarken, ayakları başından kayıp düşen yazmasına dolanmıştı. Az daha yere kapaklanacaktı. Küçücük gözleri küçücük yüzüne iki numara büyük gelecek kadar irileşmiş, tazıyı peşinden koşturan tavşan gibi kendine eziyet eden oğluna olan öfkesi ikiye katlanmıştı. Bir eline geçirse var ya, Karakuyruk’u çeşmeye salacak, dönene kadar yetmez, döndükten sonra bile devam edecekti oğlunu dövmeye.
- Bubaa, buba yetiş! Anam öldüücek beni!
- Akşamlaanız hayr olsun bakem, aruuu Fatoş’um al göömüş boğa gibisin netti gene bu oolan sene?
- Neetmedi diye sosana biyo da! Bi mezarıma daş dikmedii galdı bu oolanın Iramazan, onu da yapcek bigün galan tam olcek…
- Fatoşum çipil gözlüm, gor bakışlım gel hele alıvee şunnarı elimden. Ben ifadesini alcem unun heç tasalanma sen.
Böyle derdi demesine de Ramazan, bu güne kadar ne oğluna ne kızlarına ne de karısına bırakın el kaldırmayı, sesini yükseltmiş adam değildi. Köylük yerde herkes karısına Fatmana, Fadime, Fadik derken o Fatoş der, (kesin köy kahvesindeki televizyondan duyup cebine indirmişti Fatma isminin bu versiyonunu ) karısına olan aşkını böyle ifade etmekten pek bir hoşlanırdı. En olmadık zamanlarda, ulu orta karısının beline sarılıverir, şapur şupur öperdi. Çoluk çocuğun gözü önünde utanıp kızarsa da, iki eliyle kocasını itekleyip kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da içten içe mutlanır, kocasının bu sevgi gösterileri karşısında gururlanırdı Fatma Kadın.
Atadan kalma meslek olan kasaplığı yaparak geçimini sağlardı Ramazan. Gerçi kazandığı paranın çoğunu içkiye yatırırdı ama kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, kimsenin lafını sözünü etmezdi. Kimsenin kapısını beş kuruş para için aşındırmamıştı daha. Paraya ihtiyacı olan herkesin tavuğunu, koyununu satın alır, koyunları keser kar etmeyi düşünmeden parasını kurtaracak fiyata etini satar, çoğunu evde kendi elleriyle pişirir ailesine, eşine dostuna yedirirdi. Öyle gani gönüllü, öyle eli açıktı… Fatma Kadın kocasının getirdiği tavuklar sayesinde hatırı sayılır bir kümese sahipti köyde. Fakat Ramazan tek bir yumurtayı dahi para karşılığı satmasını istemez, kimin ihtiyacı varsa ver Fatoş’um, ölmüşlerimizin ruhu için, derdi. Fatma Kadın, çocuklarına bol bol taze yumurta yedirir, konu komşuya dağıtır ama mutlaka bir kısmını kocasından gizli biriktirir, şehre pazara giden komşu kadınlara satmaları için verirdi. Eline geçen parayı da çocukları için harcardı. Ya oğluna ayakkabı ya da kızlarına fistanlık kumaş, çeyizleri için renkli iplikler sipariş ederdi. Özlem ile Nafile gelinlik kız olmuşlardı. Bugün olmasa da yarın bir gün kısmetleri çıkacak, ele güne karışacaklardı. Koskoca Kasapların Ramazan düğün dernek kuramadı, ele güne rezil oldu demezler miydi sonra? Kızlar büyümüş, anası uyumuş, el el üstünde oturmuş, demezler miydi sonra? Erkek adam ne anlar çeyizden, işlemeden. Karınca kararınca hazırlığını yapmalıydı Fatma Kadın. Üç beş yumurta parasıyla olmazdı elbet bu hazırlık. Dere kenarındaki tarlaya tütün eker, üç çocuğu ile beraber gece gündüz demeden çalışır, eline geçen paraları da o günler için saklardı sandığının dibinde. Kocası tarla işinden pek anlamazdı ya da belki de böylesi işine geliyordu. Keyfine düşkündü Ramazan, üç günlük dünya der başka bir şey demezdi.
Zordu tütün işi... Hele bir kadın için daha da zor. Fatma şubat ortalarında tütün tohumlarını eker, hava şartlarından etkilenmesinler diye üzerlerine naylon brandalar çeker, her sabah naylonları toplar, süzgülü tenekeler yardımıyla dereden su taşır, tek tek tohum yataklarını sular, akşam olunca da yeniden kapatırdı. Nisan başına kadar bu böyle devam ederdi. Havaların ısınmaya başlaması, güneşin sıcak ve gülümseyen yüzünü toprağa kadar uzatması sayesinde, yeşeren, gün yüzüne çıkan, boy veren fideleri, Fatma kadın ve üç çocuğu daha önceden sürüp gübreledikleri, yol yol arıklar açarak ekime hazır hale getirdikleri tarlaya dikerlerdi. Bir ay sonra toprağına tutunmuş, kök salmaya başlamış tütünler çapalanmaya hazır hale gelirdi. On beş yirmi gün boyunca her sabah daha güneş doğmadan tarlaya giderler, fidelerin toprağını havalandırırlar, otunu çöpünü yolarlardı. Haziran ayı gelip de havalar iyice ısındığında, tütün kırma işi de başlardı.
- Süleman galk diyom sana len! İki lokma bişe ye hade, hindi sabah oluverii. Abangil çoktan galktı, Karakuyruk bile kapıda hazır. Hade olum yalvartma gari bene.
- Bırak ana ya. Daha demincek yattık, uyucem ben.
- Len olum tarladan gelince uyu, valla bişe demecen. Emme hindi kalkıve, bizimlen gelive tarlaya. Gece vakti yalnız goma bizi gadın başımıza. Hade olum, hade paşam.
- Söz mü? Tarladan gelince uyucem ben. Tütün mütün dizemem. Söz mü ana?
- Söz olum söz! Hade galgıve, gonu gonşu çoktan getti, kırıma başladı. Geç galdık, hade olum.
- Eyi madem galkdım aha. Emme yımııta yecen ben. Şıkııtıvee dıhana(uzun saplı bakır sahan) ana. Çok canım çekti.
- Yımııta yog! Daha dün yidin.
- Alımalıktaki gırmalı bakırın içindekile ne ana? Yımııta deel mi onla?
- Tüh Allah canını yimesin Süleman. Ne vakit gödün? Olum etme eyleme pazara göndeecem onları, abangile yumak, ip aldııcen. Sana da göneklik gumaş... Sus, buban duymasın yımııtaları sattıımı.
- Bubaa, gırmalı bakırın içindeeeee!
- Sus ulen! Uyandıcen bubanı! Hayıtlı çıbıı aldırma elime.
Ellerinde fenerler, gaz lambaları ile gece yarısından hemen sonra, saat bir iki gibi üç çocuğu ve Fatma kadın, tütün işiyle uğraşan diğer köylüler gibi tarlaya giderlerdi. Tütün kırımına en dipten yani kulak denilen yapraklardan başlanırdı. Sırasıyla birinci el, ikinci el, üçüncü el ve en sonunda tepe yapraklarının toplanmasıyla kırım işi biterdi. Toplanan tütün yaprakları küfelere doldurulur, güneş tepede altın bir sini gibi parlamaya başlamadan evvel kırım işine son verilirdi. Küfelere doldurulan tütün yaprakları eşek sırtına yüklenir, eve getirilir, zaman kaybetmeden tütün iğnesi ile iplere dizilir, sırıklara bağlanır ve kurumaya bırakılırdı.
O gün gene tarlada işlerini bitiren Fatma kadın ve üç çocuğu evlerine doğru yola koyulmuşlardı. Süleyman Karakuyruk’un ipinden tutmuş en önde ilerliyordu. Çakırların küçük oğlan Yusuf koşarak geldi :
- Süleman hade Çanakiçi’ne gidiyoz. Maç yapcez. Yenilen takım gazoz ısmarlecek gazanan takıma. Goş olum sen olmadan yenemeyiz biz onları.
Süleyman Karakuyruk’un ipini bıraktı Yusuf’un peşinden Çanakiçi’ne doğru koşmaya başladı. Fatma arkasından seslense de dönüp bakmadı bile anasına.
- Ööle yemeene geç galmam ana.
- Gazancıın kurumasın e mi Süleman! Tarlada tosbağa gibiydin, hindik tazıya döndün.
Oğlunun bıraktığı ipi eline aldı Fatma. İki kızını da önüne katıp eve vardı. Kızlar az biraz soluklanıp hemen tütün çubuklarının başına geçtiler. Tütün dizme işi de ayrı bir itina ve beceri gerektiriyordu. İki ucu da yassı ve jilet gibi keskin tütün iğneleri yaprağın damarından geçirilirdi. Damara isabet etmeyen yapraklar kuruyunca dizgiden düşer ve ziyan olurdu. Üç buçuk, dört metre uzunluğundaki pamuk iplere aktarılan tütün dizileri, aynı uzunluktaki çubuklara, ortadan bel bağı yapılarak bağlanır kurumaya bırakılırdı. Kızlar pür dikkat tütünleri dizerken, Fatma Kadın da mutfak olarak kullandıkları, bir duvarı eve bitişik ama kapısı direk bahçeye açılan odaya girdi. Yılların verdiği alışkanlıkla beş bazlamalık hamuru çabucak yoğurdu ve mayalanmaya bıraktı. Ardından ocağı yakıp hem öğlen hem de akşam için yiyecekleri yemekleri hazırlamaya başladı. Yemekler pişerken önce evi temizledi sonra avluyu suladı süpürdü. Eşeği çeşmeye götürdü getirdi, yemini samanını verdi. Ekmeklerini pişirdi. Bir önceki gün yıkayıp astığı çamaşırları topladı, katladı yerleştirdi. Tütün dizilerini tavladı yani tütün yapraklarının eşit oranda sararması ve güneşte yanmaması için çubukları çevirdi. Öğle yemeğini hazırladı, kızlarıyla beraber yemeklerini yiyip tütün dizmeye koyuldular hep beraber. Hava kararmaya, akşam olanca kızıllığıyla ufku boyamaya başladığı sırada Ramazan ile Süleyman güle şakalaşa avludan içeri girdiler.
- Eh Süleman, len olum galan yatsedin Çanakiçi’nde. Heç gelmeyeydin eve. Bönkü küfelerin hepisini abangil dizdi. Gene kaytaadın işten, canı çıkmayasıca.
- Dizsinle ana işleri ne?
- Len hem suçlu hemi de güçlüsün, neede benim hayıt çıbığım kızlaa?
- Ana gırmalı bakır!
- Sus ulen!
- Ben suscem de hayıt çıbığı deyon ben de gırmalı bakır deyom… içinde deyom içinde…
- Git üstünü başını pakla, çok konuşma get hade.
- Ne deyo bu oolan Fatoş’um? Nolmuş gırmalı bakıra?
- Heç, heç bişe olmamış. Gonuşuyo işte deli deli… Nafile, Özlem haden kızlaa sofrayı guram, öldüm acımdan.
Fatma’yla kızları evin önündeki çardağın altına sofrayı kurdular. Ramazan’la Süleyman yıkanıp paklanıp gelmişler, hep beraber sofraya oturmuşlardı. Süleyman yemeklere şöyle bir baktı:
- Ana ben bamya yemem. Badılcanı da daha dün yediydim. Bana yımııta kırıvesee.
- Yımııta yok Süleman. Önüne ne gonduysa yi, ses etme galan.
- Ana be canım çok çekti. Nolur bi denecik şıkırtsan.
- Yalvartmasa çocuu Fatoş kırıvee iki yımııta, sankim gıtlık vaa kümeste.
- Gıtlık falan yok da kümeste, sabah Elif’e veedim on kadaa, ardından Ümmü geldi, ona veedim, yarın öbür gün yivesin.
- Ana kaç vakittir yarın yarın deyon aldatıyon beni. Gırmalı bakır?
- Len olum laftan annameyon mu, yok deyom, yok!
- Eee gırmalı bakır?
- Boyun devrilmesin e mi? Sus deyom sus!
- Ne vaa bu gırmalı bakırda fatoş?
- Yok bişe Iramazan, gaşıntısı tuttu gene bu oolanın. İllam ana kaşı beni deyo.
Fazla uzatmadı bu kez Süleyman. Daldırdı kaşığını bulgur pilavına ve ardından buz gibi ayrana. Ama bu gece anası tütün için uyandırdığında kesin yiyecekti yumurtayı. Aklına koymuştu. Biricik oğlundan iki yumurtayı daha fazla sakınacak değildi ya anası. Hele kırmalı bakır ağzına kadar yumurtayla doluyken. Daha dün görmüştü eteğindeki on kadar yumurtayı kırmalının içine koyarken anasını. Yemek faslından sonra kızlar çay demlediler, cır cır böceklerinin sesleri eşliğinde çaylarını yudumladılar. Tarlaya gitmeden önce birkaç saat uyumak lazımdı. Fatma ‘’ hadin galan yatalım kızanlaa’’ dediğinde kızlar hiç itiraz etmeden yatakları sermek için evin içine gittiler. Süleyman oralı değildi. Ramazan da kahveye gitmek için ayaklandı.
- Süleman hade yatağa, gece uyanameyon. Tarlaya geç galyoz senin yüzünden.
- Uykum yok ana, az daha oturcem ben.
- Bi kere de eh ana desen ölüü müsün?
- Hee ölürüm! Gırmalı bakırrrr! Yatmecem işte!
- Biliyom bubana güveniyon emme o getcek gaveye hindi. Hayıt çıbıını yedin mi gaba etine uyku neyim koşa da gelir gözlene…
- Bubaaa gırmalı bakırrrr!
Süleyman önde Fatma Kadın peşinde, evin içine doluştular. Kızlar yatakları sermiş yatmaya hazırlanıyorlardı. Ramazan da kasketini takmış, yeleğini kapının arkasındaki askılıktan alıp giymiş, duvar ile kapı arasında düğmelerini ilikliyordu. Ana oğul peşpeşe odaya dalıverince ne oluyor demeye kalmadan önce kapıdan sonra duvardan nasibini aldı adamcağız.
- Bubaa gırmalı bakırın içindeeee!
- Eh süleman elime geçcen nasısa o gırmalı bakıra seni sııdırmayan Fatma’yı Karakuyruk tepsin e mi?
- Bubaa gurtaa beni! Gırmalı bakır, anammmm!
- Yetti galan bu gırmalınız sizin! Ne vaa len bu gırmalıda?
- Bubaa alımalıkda gırmalıı. Al da bak biyo ne vaa içinde?
- Gırmalı bakırda heç bişecik yok. Hade sen get gavene, bu deyyus da uyucek, yolu yok.
- Uyumecem işte! gırmalı bakırın içindeeeee!
Ramazan başını yukarı kaldırdı. Odanın içini çepeçevre dönen, tavandan otuz santim aşağıdaki alımalık dedikleri rafa baktı. Kırmalı bakır, sağında kilim katları, solunda battaniye, yorgan istifleri, rafta masumca öylece duruyordu. Ne vardı bu bakırın içinde? Ayaklarının üzerinde biraz yükseldi, kollarını uzattı. Fatmanın, ‘’Dur Iramazan, gözün yağını yiyem elleme, asılma bakırı, heç bişe yok içinde’’ demesine aldırmadan sapından tutup aşağıya çekiverdi. Tepeleme yumurtayla dolu bakır Ramazanın başına geçti. Az önceki kargaşadan, keşmekeşten eser kalmamıştı. Dört çift şaşkın göz, dört açık ağız, dört heykele dönmüş beden, öylece Ramazan’a baka kalmıştı. Fatma çekinerek yaklaştı kocasına, koca bakır adamın kafasını yutmuştu da yumurta olarak kusuyordu sanki. Ramazan afallamış neye uğradığını şaşırmıştı. Bombayı Süleyman patlattı gene:
- Gırmalı bakırın içindeee!
Bu kez Süleyman’a çevrildi üç çift şaşkın göz, üç açık ağız ve biri bakır kafalı dört heykel vücut.
- Bubam deyom bubam, gırmalı bakırın içinde!
Hicran Aydın Akçakaya/Bodrum
YORUMLAR
Çok çok güzel ve yerinde bir şiveyle yazılmış
bir hikâyeydi. Verilen emek için yazdığı okuttuğu
için Hicran hanıma teşekkürler.
hürmetle
Hicran Aydın Akçakaya
saygı hürmet benden...
yöresel şiveye bayılırım....kalem güzel yazarsa tadındanda yenmez hani..... geç kalmışlığımı bağışla ustam saygılar
Hicran Aydın Akçakaya
çok teşekkür ederim..
Sanırım Ege veya Akdeniz ağzının konuşma dili ile yazılmış, çok güzel bir öyküydü okuduğumuz.
Önce bu güzel ülkemizin, vefakar ve çalışkan kadınına teşekkür etmek isterim.
Sonra da, bu teşekkürümü dile getirmeme sebep olan Değerli yazarımız Sn. Hicran Aydın Akçakaya Hanımefendiye, çokça Teşekkür ederim.
Saygıyla.
Hicran Aydın Akçakaya
ben teşekkür ederim saygıyla sevgili Davidoff...
Şahane bir öykü...
Canı gönülden kutlarım Hicran Hanımcığım.
Sevgilerimle
Hicran Aydın Akçakaya
sevgimle...
Denizli şivesiyle çok ortak yanı var. Ve çok severim bu özü. Tebrikler sevgiler size.
Hicran Aydın Akçakaya
sevgiler...
Gülşen Kazgın
Hicran Aydın Akçakaya
teşekkürler canım...
bugün seçilen iki yazı da çok güzel ve değerli bence...kendimizden bir şeyler bulduğumuz, yer yer güldüğümüz ve yer yer içimizin burkulduğu paylaşımlar...oldukça emek dolu ve çok güzel bir yazıydı, çokça tebrik, sevgi ve saygılarımla, nicelerine...
Hicran Aydın Akçakaya
sevgi ve selamlar...
Hicran Aydın Akçakaya
Anadolu kadının güzel gönlünü,zekasını,ailesi için gösterdiği fedakarlığı,kocasının eksik yanlarını hissetirmeden sevgiyle tamamlayışını çok içten bir dille anlatmışsınız.Yöresel ağız kullanmanız yazıya samimi ve sevimli bir hava vermiş.Yoktan var eden,hem yarınını hem de herkesi düşünen sağalm karakterli Anadolu kadını ve annesi can bulmuş hikayenizde.Yüreğiniz dert görmesin.
Hicran Aydın Akçakaya
teşekkürler...
Hicran Aydın Akçakaya
teşekkürler...
Muhteşem bir öykü idi okuduğum, dün akşam görmüştüm anasayfada güne geldiğini ama okuyacak kadar zamanım yoktu, bu sabah kahvaltıya bırakmıştım. İyi ki bu sabaha bırakmışım, sindire sindire okudum.
Öyle güzel öyle yalındı ki, bir ailede olması gereken hiyerarşi ve aile olmak ne demek o kadar güzel öykülenmiş ki.
Öncelikle size gönül dolusu teşekkür ediyorum bu paylaşım için ve tabiki seçici kurula..
İyi ki varsın edebiyatdefteri....Sayın AKÇAKAYA yüreğimden kutluyorum sizi....Sevgiyle, saygıyla...
Facebookta "Türk Halk Edebiyatı-Türküler, Ninniler, Ağıtlar" isimli bir grubumuz var yazınızı orada paylaşıyorum izninizle...
Hicran Aydın Akçakaya
tabi ki onur duyarım...
sevgimle...
Yine bir güzel yazı aslında tam bir sahne oyunu muhteşem bir şive ve o kadarda güzel anlatım olmuş zaman zaman güldüren ve üzen bölümleri vardı içeriğinde tebrikler kalemdaşım. Bu yazınızı bir yerlerde de değerlendirebiliriz. Yazı ve şive çok hoşuma gitti saygılar. ..
Hicran Aydın Akçakaya
Adem Güngör
Hicran Aydın Akçakaya
Muğla merkez ilçeye bağlı, Muğla'ya 50-55 km uzaklıkta Esençay köyü olayın mekanı... ama evet haklısınız Denizli Kale' ye de epey yakın... Şive benzerliği oradan kaynaklı olabilir...
Muğla'da çok değişik ağız var. Ula, Yerkesik, Çıtlık, Karabörtlen' de gelibatı, gidibatı; Köyceğiz, Ortaca, Dalaman, Fethiye'de geliyi, gidiyi;burda Bodrum ve civarında ise gelidduru, gididduru...
hepsi birbirinden oldukça farklı...
yelpaze geniş yani :)
saygı sevgi benden size...
Gayet keyifliydi. Taze yumurta ve daha pek çok şeye inat, yaşanmışlık tüttürdü buram buram. Neyse ki tütün ile barışığımdır azıcık. Nasıl zahmetle toplanıp harmanlandığını bir kez daha farkettim. Bir içimde tükkettiğimiz pek çok şeyin aslında yorgunluklarla üreyip büyüdüğünü de hissettim yazıda. Tebrikle.
Hicran Aydın Akçakaya
Hicran Aydın Akçakaya
:)
Gülümseten bir yazıydı en çok; ama iç acıtan tarafları da vardı elbet..
Anadolu insanı... Acıdan bal eyleyen yurdum fidanları.. Her yörede farklı farklı güzellikler işte...
Çok da severim bu Ege ağzını; çok güzel bir yazı olmuş; şiirleriniz ayı güzel, yazılarınız ayrı...
Beğenilerimi, tebriklerimi, sevgi ve saygılarımı bırakıyorum...
Hicran Aydın Akçakaya
kahramanlar gerçek onların izniyle kaleme aldım...
Fatma teyze çok daha güzel anlatıyor aslında :)
Özlem Tarhan
Ellerinden hürmetle öpüyorum Fatma Teyze' nin o halde :)
Eksik olmayın Hicran Hanım...