MİNİMALİST SİNEMA
Minimalist sinema dediğimizde aklımıza gelenler: Sıkıcı bir atmosfer, ruhsal çöküntünün oluşturduğu aşırı bireysellik, toplumdan soyutlanma, absürt öğeler, çelişkili bir duruş, din ve kültür ötesi seküler hayatlar ve çok daha fazla psikolojik etmenler, anlamsızlık! Tüm duruşlar insanın varoluş kavgasından izler taşır, duygusuz duygusallık… Tamamlanmayan anlatımlar, hedefsiz eylemler ve çeşitli şizofrenvari yorumlamalar. Çok daha fazlası ve hiçbir şey!
Fazlalıklar ve eksikliklerden arınmış, fazlalıklar sineması. Tüm bunların ötesinde görünenin içindeki görünmeyen salt gerçeklik… Dolambaçlı yollardan salt gerçekliğe ulaşırken insanın algılama gücü düşmektedir, bu sebeple doğallığın getirdiği kısa anlatımlar devreye girmektedir. Sizleri salya sümük ağlamaya, kahkaha atmaya dönük eylemlerde bulunmanıza sebep verecek hiçbir olay veya durum yoktur.
Beyninizi veya kalbinizi uyuşturmak amaç değildir. Amaç bunların çok daha ötesindeki ‘’şeyler’’dir. Genelde küçük bütçelerle çekilen filmlerdir ve izleyici kitlesi evrenle alakasını kesmiş olan insan topluluğudur. Kendi çapında ses getirmek bile istemez bu filmler… Ülkemizde bu sinemanın temsilcisi olarak görebileceğimiz yönetmen yok gibidir. Nuri Bilge Ceylan sineması az da olsa minimalist sinemadan izler taşır. ‘’Mayıs Sıkıntısı’’, ‘’Kasaba’’, ‘’Uzak’’.
Fransız yönetmen Robert Bresson bu akımın önemli temsilcilerindendir. ‘’Bir İdam Mahkumu Kaçtı’’ (1956) buna örnektir mesela. Diğer bir filmi: ‘’Rastgele Balthazar’’ (1966 yapımı, bir eşeğin yaşamı üzerine.)
Diğer bir Fransız yönetmen Philippe Grandrieux. ‘’Un Lac’’ (Göl,2008) adlı filmi bu sinemanın güzel bir örneğidir. İzleyebileceğiniz en sıradan ve sıra dışı film. Çekimler midemizi rahatsız edecek, başımızı ağrıtacak cinsten.
Andrei Tarkovsky’nin ‘’Stalker’’i de bu çerçevede ismi anılmalıdır bence. Ve ‘’Solaris’’i. İngmar Bergman’nın ‘’Çığlıklar ve Fısıltılar’’ filmi de… Bu sinema hakkında ipuçları veren Rus yönetmen Aleksandr Sokurov’un ‘’ Mat i syn’’ (Anne ve Oğul, 1997) adlı filmini de bakabiliriz.
Minimalist sinemada hiçbir zaman ‘’Sonunda kavuşacak erkeğe. Kesin onu öldürecek’’ tarzında yorumlar yapamayız, yapsak da bir anlamı olmaz. Film kendi deresinde akıp gitmektedir, her ne kadar ilk etapta algılamasak da bunu. Akla şöyle sorular gelir genelde: ‘’İyi de bu sahne neden bu kadar uzun tutulmuş?’’ Bolca ‘’uzun ve gereksiz’’ diyebileceğimiz sahneler bulunmaktadır. Örnek ‘’Solaris’’ filmdeki araba sahnesi… Beş dakika boyunca arabanın zamanın mükemmel ötesi yollarında gidişini seyrederiz… Bana göre o sahne filmin en iyi sahnesi, diğerine göre gereksiz sahnesi…
‘’Torino Atı’’nda ‘’gereksiz’’ sahneler bolca bulunmaktadır. Bir filmi izlemeden önce çok düşünmemiz gerektiğini kanıtlayan bir filmdir. Sonra çıkıp film hakkında gerçekten gereksiz yorumlar yaparak insanları filmden soğutmak kimsenin hakkı değildir.
Son olarak, J.-P. Valkeapää’nın ‘’Muukalainen’’ adlı filmine de bakmak gerekir bir şeyler öğrenmek için. Minimalist sinemanın birçok unsurunu filmde görmekteyiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.