Sevgiyi ve Güveni Kaça Alabiliriz?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bu yazı bir filmin düşündürdükleri üzerinedir.
"Combien Tu M’aimes" (Beni ne kadar çok seviyorsun?) Bertrand Blier’in yönettiği 2005 yapımı başrollerini Monica Bellucci, Bernard Campan, Gerard Depardieu ile Jean - Pierre Darroussin’in oynadığı film. İlk anda erotik film izlenimi uyandıran komedi.
Filmin kurgusunu François ve Charly karakterleri oluşturuyor. Filmdeki tüm karakterler absürd, iç seslerini dışa vuran ve her şeye karşın uzlaşma arayan yapıda. Gerçek kişiler gibi değil anlatıcılar, öğreticiler gibiler. İnsanın izlediği andaki ruh haline göre anlamsız saçma bulabileceği yanlış anlamaya da pek açık bir film. Karakterlerin yapısı, gerçek kişilikler olmamaları, yerini bulması güç ifade ve anlatım biçimleri, filmin genel absürd niteliği izleyici açısından bir şeylerin havada kalmasına sebep olabilir. İzleyiciyi yönlendiren bir film değil. İpuçları bırakan, etrafa köpükten yapılma balonlar salan bir film. Balonlar bir süre sonra patlıyor. Patladığı anda katettiği yol fark edildiği ölçüde anlaşılabilir oluyorlar. Filmdeki diyaloglar yabancılaştırıcı, ilişkiler gerçek ilişki biçimlerinin abartılarak kalın kalemle çizilmiş belirginleştirilmiş hali.
Film bir blöf üzerine kurulu. Kendine güvenen ne istediğini bilen adamın blöfü görülmüyor. Film "Sevgiyi ve güveni kaça alabiliriz?" sorusu ile başlıyor. Ki birçok insan salt satın almak için var oldukları yanılgısı içerisinde, tutku duydukları her şeye sahip olma arzusu ile varlık buluyorlar. Maddi güç bir adamın kusurlarını görünmez kılıyor ve onu hayranlık duyulan bir süper adama dönüştürüyor. Güzellikse aynı şekilde bir kadının tüm kusurlarını görünmez kılıyor. Ancak hem maddi güç hem güzellik fazla uzun sayılamayacak bir zaman dilimi içerisinde etkilerini kaybetmeye mahkum. İçten gelen bir şeyler olmalı insanları güzelleştirecek, davranışlarına yansıyacak ve ruhun zenginliği dışa vurulmalı.
İçinde bulunduğumuz yanılsamalar dünyasında aşkımızı acı ile kalp spazmı ile tanımlıyoruz. Bunu en iyi doktor anlatıyor filmde. Mutluluğun değerini bilemiyor, onu yanlış yerlerde arıyor ya da aramıyoruz. Sevgi öncelikle ilgi ile kendisini var ediyor. Sabah o işe gitmeden çayını, kahvesini hazırlamak gibi basit görünse de her şeyi farklı kılan bir ilgi. Oysa aramadan, ilgi duymadan, emek vermeden ele geçebilir bir hissiyat değil mutluluk. Film doğrudan balıklama yaşamın içine dalmayı teşvik ederken, ne istediğini bilmenin değerini, sevginin mayasında kıskançlık ve sahiplenmenin değil ilginin ve odaklanmanın var olduğunu hissettiriyor.
YORUMLAR
Özlem Tarhan
Saygıyla...