- 604 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yağmur Öncesi
Geçmişlerimiz peşimiz sıra sürüklenmeseler keşke lanetli gölgeler gibi… Biz bir parçamız olmaktan çıkarmak için onları, koşar adım ilerlerken onlar da bizle birlikte koşturup “boşuna bir çaba bu” demeseler, adımlarını adımlarımıza karıştırıp…
“Annem ev hanımı, babam emekli” gibi bizi belirgin bir resmin içine hapseden bilgiler serpiştirmemiz gerekmese konuşmalarımızın arasına, sözüm ona kendimizi birilerine tanıtmak için… Hiçbir sözcük nereye varacağı bilinmeyen yolların gizeminden uzak, önü sonu belli bir yola döndüremese bizi… Üstelik aslında bize hiç varmayan bir yol…
İşte bu yüzden ben kendimden bahsetmeyi hiç sevmem. Çünkü beni gerçekten anlatan şeyler değildir kendinden bahset dediklerinde anlatmamı bekledikleri şeyler. “Filanca okulda okudum” dememi bekler onlar, “annem babam şuralı, babam müdür emeklisi”…
“Kestane şekeri ve pişmaniyeyi çok severim!” demek isterim onlara. “Çok kolay incinirim, bu yüzden duvarlarım vardır. Kocaman elleri olmalıdır seveceğim erkeğin. Çünkü benim ellerim küçüktür ve çok çabuk titrerler. Oldu da titrediler mi, başka ellerin onları zapt ermesi gerekir. İçlerine koyup sarıp sarmalaması… O yüzden kocaman kocaman olmalıdır o eller.”
Böyle şeyler desem olmaz mı yani? İçimi ılık ılık eden, “bana dair” diyebileceğim kadar içlerinde kendimi görebildiğim, beni gerçek anlamda tanıtan şeyler…
Çok kıskanç olduğumu da söylemek isterim mesela beni tanımak isteyenlere. Çekememezlik anlamındaki kıskançlık değil ama benim bahsettiğim… Sevdiğini gözlerden sakınma anlamında olanı… Çünkü aşk öyle uçucu bir duygu ki öyle serbest bırakmaya falan gelmez, bir bakmışsın pırrr diye uçup çoktan bir başkasına konmuş sevgilinin kalbinde ötüp duran o kuş… Cıvıltılarında kendini bulamaz olmuşsun…
Hep daha güzeli vardır çünkü; daha gizemlisi, daha çekicisi… Ama ben bu daha’larla baş edecek kadar sabırlı biri değilim maalesef. Onun gözlerini hiç değilse yanımdayken sorumlu davranmaya davet etmeliyimdir bu yüzden. “Kaşın, gözün çok oynamasın!” demeliyimdir, “Yoksa fena bozuşuruz!”
Bir de gölgelerden çok korktuğumu söylemek isterim yeni tanıştığım o insana. Geçmişin gölgesi dışında da korktuğum gölgeler vardır. Hani gözlerde birdenbire peyda olan, görünürde hiçbir neden yokken… Onlardan biriyle karşılaştığımda zınk diye dururum birden, gölgesiz zamanlardan ne farkı olduğunu sorgulamaya başlarım içinde bulunduğum o an’ın. Tabii o fark her neyse sadece bu anla sınırlı kalmaz, bilirim. Bir sürecin sonunda ortaya çıkmış, belli bir yargıyı barındıran gölgelerdir onlar. Söylenmemiş sözcükleri fısıldarlar.
Nasıl önceden duymadım o fısıltıları der, sağırlığıma isyan ederim. İşte bunu da söylemeliyim: “Lütfen söylemediğiniz bir sözcük kalmasın içinizde, gözlerinize bulutlar halinde yerleşirler yoksa. Bense kapalı havalardan hiç hoşlanmam.” Ardından “Açık kalpli olun yani…”, diye de eklerim kelime oyunlarıyla arasının hoş olmaması ihtimalini de göz önüne alarak.
Bir de değerli olduğumu hissettirmelidir bana sık sık, hayatımdaki insanlar. Bu da beni tanımlayan şeylerdendir. Belki de birincisi… Zaten gözlerdeki yağmur öncesinden de o yüzden bu kadar korkarım. O bulutların gölgelediği, bana verilen değerin ta kendisidir çünkü. En azından bana göre öyledir. Bu yüzden gölgesiz, pırıl pırıl bir bakış benim için tahminlerin çok ötesinde bir öneme haizdir.
Aynaya baktığımda hep gölgeli bir çift gözle karşılaştığımdandır belki de bu! “Karşımdaki bu insan neler fısıldıyor bana?” diye sorarım, gözlerine daha dikkatli bakmaya çalışarak. “Kim bilir ne zaman başladı anlaşmazlık, ne zaman yığılmaya başladı sözcükler?.. Ve ne zamandan beri ben başkalarının gözlerinde arar oldum, bir zamanlar aynadaki kadının gözlerinde bulabildiğim o pırıl pırıl, bulutsuz gökyüzünü?”
YORUMLAR
Ben, böyle satır aralarında yazarın kendi hakkında fısıldadıklarını bulabildiğim yazıları seviyorum.. Sizi birazcık da olsa tanıma şansım oldu bu yazı sayesinde :)
Çok duru, dil kuralları bakımından da özenli bir yazı; yani hem ruha, hem de gözlere şenlik!
Eksik olmayın ve hep yazın...
Sevgimle...