- 618 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (17)
RESULÜN KONUMU
Allah’ın Hz. Muhammed’e ayetlerini indirmeye başladığı andan itibaren, Hz. Muhammed’in insan olarak konumu değişmeye başlamıştır. Elbette bütün insanlar gibi Hz. Muhammed’de insani değerlere sahipti. Ancak o, aynı zamanda vahiy alan bir insan… Aynı zamanda Allah’ın dinini tebliğ ettiği toplumda inananlara, inanmayanlara örnek olandı. Tabi, eşinin kocası, çocuklarının babası, büyüklerinin yeğeni, akrabalarının bir parçası, en önemlisi toplumun bir üyesiydi.
Hz. Muhammed’e inanmışlar farklı, inanmayanlar onu farklı görüyorlar. İnananlar, onun ağzından çıkacak yeni bir vahyi beklerken, inanmayanlar acaba yine ne tür saçmalıklardan söz edecek diyorlardı.
Resullerden sonraki toplumların Allah’ın peygamberlerine atfettikleri olağanüstülük, kutsallık gibi Hz. Muhammed’de değerler yoktu. Hele kadim dinler olan, Yahudiliğin, Hıristiyanlığın anlattığı mucizevî olaylarla önüne gelen engelleri kaldıran bir peygamber de değildi. Aslında Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberleri diğer insanlardan ayıran önemli özellikleri olan, mucizeleri yoktu.
Peygamberlere inanmayan toplumlar her zaman, ben peygamberim diyenlerden olağanüstülükler beklemiştir. Çıkar çevrelerinin toplumlara yerleştirdiği peygamberlik inancı, peygamber olanların olağanüstülük hikâyeleri üzerine kuruludur. Hâlbuki toplumların olağanüstülük olarak gördükleri hiçbir tasarım gerçekte olağanüstülükten ibaret değildi.
Toplumların, toplum önderlerinin inançlarını, yönetimlerini sorgulayan her insanın başına gelebilecek çetin hayat koşulları, Hz. İbrahim’in hayat hikâyesinden farklı değildi. Doğuda, batıda Ortadoğu’da nice örnek vardır ki, peygamber olmadığı halde, Hz. İbrahim gibi topluma, toplumun önderlerine ters düşmüş. Onlara karşı mücadele vermiş. Sürgün edilmiş insanlar, başka yerlerde nesiller oluşturmuşlardır.
Yaşadıkları hayatta, yetim iken, köleyken, gösterdikleri insanlık örnekleriyle, toplumların içinde yükselmiş, yönetim kademelerinde mevkilere, makamlara ulaşmış insanların hikâyeleri, Hz. Yusuf’un hikâyesinden farklı değildi.
Hayat içinde, Hz. Musa’nın, Hz. Lut’un, Hz. Muhammed’in, Hz. Süleyman’ın hayat hikâyesine benzer birçok insan örneği bulabilirsiniz. Kölelerin efendiliğe, efendilerin köleliğe düşme hikâyeleri insanlık tarihini süslemektedir. Yine zenginlik içinde yüzenlerin fakirliğine, fakirlik içinde yüzenlerin zenginliğine tarihin sayfalarında şahit olduk.
Sıradan insan hikâyeleriyle, sıra dışı insan hikâyeleri insanlık tarihinde önemli yer tutar. Resullerin hikâyeleri elbette sırada insan hikâyelerine benzemeyecektir. Her şeyden önce onların sıradanlığını bozan şey, Allah’ın onları insanlar arasından seçerek, insanları uyarma, insanlara yeni inançlar, ufuklar verme görevidir.
Nitekim ayetlerde sadece resullerden örnekler verilmiyor. Aynı zamanda sıra dışı hayat yaşayan insanlardan da örnekler veriliyor. Fakirken zenginleşen, zenginken fakirleşen, güçlü kudretli toplumlar veya yöneticilerken, köleleştirilen toplumlardan söz ediliyor. Aynı zamanda güçsüz, kudretsiz toplumlarken, yöneticilerken, güçlenen, kudret sahibi olanlardan da söz ediliyor.
Toplumsal psikoloji enteresandır. Zayıflar; güce, kudrete, zenginliğe dair fantastik hikâyeler üreterek kendilerini teselli ederler. Bu tür umutlar içinde olmasalar hayatları çekilmez hale gelir. Aynı zaman da, güçlüler de, güçlerinin, kudretlerinin, zenginliklerinin kaynağını, dayanağını fantastik hikâyelerle süslerler. Amaçları köksüz olmamaktır. Bulundukları mevkiinin, makamın, gücün, toplumsal yasa çerçevesinde haklı gerekçelere dayandığını iddia ederler. Böylece konumlarını yasallaştırırlar. Bunun için toplumların kültürlerine, yaratılışın, özlerine aykırı düşünceler yerleştirirler… Mesela; köle almak, köle olmak anlayışı… Saltanat anlayışları… Çocuklarımıza okumaktan zevk aldığımız masallarda anlatılan krallar, padişahlar… Prensler, prensesler… Hepsi toplumsal zekâ, toplumsal kabul yasaları oluşturmak içindir.
Toplumların bilgisine, bilincine yerleştirilen veraset mantığıyla hiç kimse, diğer insanlardan farkı yokken, toplumlara kral, imparator, padişah olanları yadırgamaz. Toplumların bilgisine, bilincine yerleştirilen veraset, varislik kavramı, alın teri, emek yokken, birden bire zenginleşen insanlar yadırganmaz. Dün, bugün ve yarın, toplumların ürettiği tüm değerler, güce, kudrete, köleliğe, fakirliğe, zenginliğe dair ürettikleri kavramlar, fantastik hikâyelerle, insanlar arasındaki farklılaşmaları, sınıflaşmaları normal hale getirmiştir, getirecektir.
Allah ayetlerinde bu tür değerlere, insanların hayat yaşamlarına dair örnekler verirken, insanların ürettiği her değere, her yaşama bir yorum getirir. Allah’ın getirdi yorumun özü, insanların dünyada imtihanından ibarettir. İnsan hangi halde olursa olsun imtihan edilmektedir.
Tahrif olmadığına, değiştirilmediğine inandığımız Allah’ın kitabı Kur’an-ın orijinalinde mucize yoktur. Buna rağmen insanlar, toplumsal psikolojik zaaflarla mucizelerle ilgili fantastik hikâyeler üretir. Allah’ın dinine sokmaya çalışırlar. Geçmiş kavimlerden Yahudiler, Hıristiyanlar böyle yapmışlardır. Müslümanlar böyle yapmışlardır. Bunun nedeni, Allah’a inandıklarını iddia edenler, Sünnetullah kavramındaki bir hayata… İmtihanın özeti doğrultusundaki bir hayata… Allah’ın nimet, takdir, adalet kavramlarındaki bir hayata… İnanmak istememişlerdir. Allah’ın işaret ettiği gibi, insanların hayatını normallik içinde seyretmiş olsalardı, mucizevî olaylara rastlamayacaklardı. Toplumsal yaşamlardaki geçişler… İnsanların yaşadığı dünya üzerinde meydana gelen değişimler… İnsanların mücadelelerine göre şekillenen hayatlar… Kendi seyirlerinde olağanüstü gibi görünecek neticeler doğurmuşlardır. Allah’ın ayetlerinde bu örneklerinden söz ederken, mucize olarak dile getirilmemesine dikkat etmeyenler, bütün bunları mucize olarak algılamanın daha kolay olduğuna inanmışlardır. Üstlenmeleri gereken hayat olgusu yerine… Hayatın sorumlulukları yerine, ucuzculuğu, kaderciliği öne çıkarmışlardır. Aslında dikkatle baksalar, toplumların ürettiği MUCİZE kavramı KADERCİLİK anlayışının bir uzantısıdır. Kadercilik anlayışı, insanın iktidarsızlığına dayanan bir teslimiyetten ibarettir. Bu nedenle insanlar kendilerini iktidarsız görecekleri her konuda, hayatta gerçekleşen bir şey gördüklerinde MUCİZE bu, bizim gibi insanlar yapamaz demişlerdir.
HZ. Muhammed, Allah’ın onu resul seçtiğinden itibaren, artık Müslüman’dır, resuldür. Allah’ın ona gönderdiği ayetler doğrultusunda toplumdaki yapılanmasında değişiklikler yapacaktır. İnsani tavırlarını, aile reisliğini, eşliğini, babalığını, toplumdaki kişiliğini, maddi varlıklarını ayetlere göre şekillendirecektir. Allah ona nimet olarak toplumun önderliğini, imamlığını, liderliğini nasip ettiğinde de aynı şeyi yapacaktır.
Hz. Muhammed insan olarak, diğer insanların uğradığı bütün insani olguları yaşar. Acıkır, susar, terler, hastalanır, korkar, sevinir, ağlar, güler, acı çeker, geleceğe dair hayal kurar. Elinde olan olmayan tüm olguları yaşar. Onun bütün sevdiklerinin hidayet etmek istemesi elinde değildir. Çocukları ölürken ağlaması elinde değildir. Kızı Fatıma’ya “babanın peygamberliğine güvenme, Allah’a olan inancına güven, üzerine düşen görevleri yap” demesi insaniliğindendir. Bilir ki, üzerinde onu insanlığından çıkaracak hiçbir unsur yoktur. İnsan oluşunun dışında hiçbir özelliği yoktur. İlahi kutsallığı yoktur. Günümüz deyimiyle tanrısal değildir. Peygamber kendisinin kutsal olmadığını, tanrısal olmadığını bilir. Ona göre davranır. Ona göre hareket eder. Ayetler onu beşer, yani insan olarak tarif eder. Peygamber kendisini beşer olarak tarif eder. Savaşta dişi kırılır. Savaş çadırının önünde onu korumak için nöbetçiler vardır. O şöyle düşünmez, ben resulüm Allah beni korur. Benim diğer insanlardan üstünlüğüm vardır. Üstünlüklerimle, elimdeki güçlerle düşmanlarımı yerle yeksan ederim. Resulün ağzından hiçbir zaman böyle bir şey çıkmaz. Hz. Muhammed adına uydurulan kutsallık, üstünlük içeren sözlerin onunla hiçbir ilgisi yoktur. Hatta okurken dikkat edin, peygamberin mucizevî olayları anlatılırken, resulün ağzından çıkan hiçbir şey yoktur. Mesela, resul “benim başımda bulut vardı” demez. Birileri onun başının üstünde bulut vardı der. Resul benim sağdığım süt bütün topluma yetti. Bu Allah’ın mucizesidir demez. Birileri resul süt sağdı, sağdığı süt bütün topluma yetti der. Hâlbuki herkes süt kâsesini içer gibi yapıp, Müslüman kardeşim içsin diye yanındakine vermiştir. Toplumsal fedakârlığından, paylaşımından, nezaketinden habersiz olanlar, bu tür görüntüleri mucize olarak tanımlamışlardır.
Hz. Muhammed dâhil hiçbir resul insani vasıfların dışında hareket etmemişler, edememişlerdir. Yunanlıların mitolojik efsanelerine benzer hikâyeler uyduran, İsrail oğulları, resulleri, insanları kutsayarak tanrısallaştırmışlar. Tanrılar arasında çekişme, savaş doğurmuşlardır. Böylece Zeus’un karşısında pazarlık eden diğer tanrılar gibi, resule de uydurulan mitolojik miraç hikâyesinde Allah ile pazarlık ettirmişlerdir. Zeus’un tapınağını dolaşan kutsal varlıklar gibi, resul de miraç hikâyesiyle, Allah’ın hükümran olduğu âlemde dolaştırılmış, cennet cehennem gösterilmiş, geçmiş peygamberlerle konuşturulmuştur. Benzeri hikâyeler, yunan mitolojisinde, israiliyat kaynaklarında da vardır. Hele, fantastik veya bugünkü deyimle bilim kurgu benzerliğinde, İbn-i Arabi müthiş kurgular yaparak, kendisini tanrılaştırırken, resulleri bile gölgede bırakmıştır.
İnançları zayıf bütün toplumlar fantastik hikâye üretme yarışında sanki sıraya girmişlerdir. Bunun nedeni, inancın zayıf oluşu, inancın akılda, mantıkta, kalp de teşekkül etmemesi… Allah’ın ayetlerinde söz ettiği hidayet olgusunun inandım diyenlerde olmamasıdır. Değilse inananlar ayetlere göre inanır. Resullerin konumunu ayetlere göre anlar. İnsanların ürettiği değerlerden uzak dururdu. Çünkü insanların ürettiği tüm değerler yalandan başka bir şey değildi. Allah resuller seçerek. Ayetler göndererek insanların bilgilerini, düşüncelerini insanların ürettiği pisliklerden arındırmak istemektedir. Ancak insan ürettiği yalanlarını hidayeti saymaktadır.
Hz. Muhammed’in hayatında iki dönem vardır. Birincisi Mekke dönemi… Mekke’de 12 yıl çalışmalarımızda bu dönemle ilgili ayrıntılardan söz etmiştik. İnsan olarak resul, Mekke hayatında sıkıntılar yaşamış. Acılar çekmiş. Birçok zorluklarla mücadele etmiştir. Resulde insani vasıfların dışında hiçbir üstünlük görmeyen putperestler, ondan olağanüstülükler istemiş. O, ben sadece beşerim. Bana Allah neyi göndermişse onu size bildiririm demiştir. Çektiği sıkıntıları, acıları, zorlukları aşacak herhangi bir üstünlüğü olmamıştır. Günümüzün fantastik kahramanları bile, bireysel güç, zeka, beceri itibariyle resullerden üstündür.
Mekke hayatında Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir. İnsan olarak, diğer insanlar gibi sorumluluklar üstlenir. Peygamberliğinin yanında, inanan insanların lideridir. Ancak resulün Mekke’deki liderliği, gelen ayetlerle sınırlıdır. Toplumu ayetlerin dışında biçimlendirmeye, örgütlemeye gitmemiştir. Kendine yardımcılar atamamış… Yönetim kadrosu oluşturmamıştır.
Hz. Muhammed Medine’ye geçince sorumlulukları artmıştır. Artık o, resullüğünün, insani vasıflarının yanında, Medine devletinin başkanıdır. Savaşlarda ordu komutanıdır. Ortaya çıkan hukuksal olaylarda fakihtir. Devleti yönetmek için, yönetim kademesi oluşturmuştur. Medine yaşayan, putperest Arapları, Yahudileri de yönetmektedir. Yönetim sırasında meşveret edeceği insanlar oluşturmuştur.
Hz. Muhammed’in Medine’deki liderliği, Mekke’deki liderliğine benzemez. Medine’deki liderlik otoriterlik, hüküm vericilik, uygulayıcılık, cezalandırıcılık esasına dayanır. Hâlbuki Mekke’deki liderlikte, otoriterlik, hüküm vericilik, uygulayıcılık, cezalandırıcılık yoktur. Mekke’deki liderliği tavsiyeler üzerine teşekkül ederken, Medine’deki liderliği emredicilik esasına dayanır.
Liderle, toplum arasında biatleşme de, Mekke ve Medine farkı büyük özellikler taşır. Mekke’de resulün lider olarak biat aldığından söz edilmez. Mekke’de kelime-i tevhit üzerine söz alınır. Yani inananlar, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna biat ederler. Bunun dışında ne tarihi bilgilerde, ne de hadislerde Mekke’de resulün lider olarak biat aldığından söz edilmez. Resulün Mekke’de kişisel liderlik olarak aldığı tek biat, 2. Akabe biatinde Medineliler içindir. Resul aynı dönemde Mekkelilerden aynı türde biat almamıştır.
Medine’de alınan biatte ise, inananlar kelime-i tevhit üzerine söz verirlerken. İster inansın, ister inanmasın toplumu oluşturan bütün insanlar, resule toplumun lideri olarak biat etmişlerdir. Yaptıkları biatle, Hz. Muhammed’in liderliğini kabul etmişler. Kabul ettikleri liderlik kapsamında, Hz. Muhammed’in emrine boyun eğeceklerine, verdikleri hükümleri yerine getireceklerine, hukuki konularda hakemliğini kabul edeceklerine söz vermişlerdir.
Böylece Hz. Muhammed’in Medine’deki liderliği, Nisa suresinin 59. Ayetinde belirtilen, “Ey İnananlar! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah’a ve Peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir” liderliktir.
Yapılan Medine vesikasına göre, Medine’de yaşayan Yahudiler de, Putperest Araplar da, “aranızdan seçtiğiniz emir sahiplerine uyun” Hz. Muhammed’i, seçtiği emir sahipleri olarak görmüşlerdir. Elbette bu liderliğin uygulanmasında, toplumların kendi liderleri önemli işlev görmüştür. Ne resul, ne de resulün seçtiği emir sahipleri direkt olarak, Yahudilere, putperest Araplara liderlik etmemiş. Aradaki nezaketi, saygıyı koruyarak toplumların liderleriyle ilişkileri düzenlemişlerdir.
Medine vesikası uygulamalarında, Hz. Muhammed Medine’nin lideridir. O dönemlerde toplumlar küçüktü. Nitekim Medine’de 10 bin civarında insan yaşıyordu. Onun için bugünkü gibi YASAMA, YARGI, YÜRÜTME esaslarında yapılanmalar yoktu. YASAMA, YARGI, YÜRÜTME tek kişi de toplanıyordu. Hz. Muhammed’in yetkisinde, YASAMA, YARGI, YÜRÜTME vardı. Elbette İslam’ın temeline göre, MÜSLÜMANLAR İÇİN YASAMA ALLAH’A aittir. Resulün yasama hakkı yoktur. İleride Allah’ın ayet göndermediği durumlarda resulün neler yaptığına ilişkin geniş değerlendirmeler yapacağız.
HZ. MUHAMMED Medine’nin lideri olarak, Allah’ın gönderdiği yasayı uygulayacak. Allah’ın yasa göndermediği konularda çözüm bularak hükmedecek… Putperest Arap ve Yahudilerle yapılan antlaşma gereği, ortaya çıkan hukuksal anlaşmazlıklarda hakemlik görevini yapacaktı.
Bütün bunlar Medine’deki 11 yıllık süreçte gerçekleşti. Yahudiler kendi hukuklarını uyguluyorlardı. Her Yahudi kabilesi aralarında çıkan anlaşmazlıklarda hahamlarına meseleyi götürüyor. Hahamları karar veriyor. Hahamlarının kararlarında mağdur edildiğine inananlar, konuyu resule getiriyorlardı. Resul onların hukukunu esas alıyor. Kendi hukuklarına göre hükmediyordu. Sorunla ilgili şahitleri dinliyor. Delilleri değerlendiriyor. Hahamların hükümlerine esas olan Tevrat hükümlerine bakıyordu. Nitekim Maide suresindeki, 43-50 arasındaki ayetler bu tür konularda geldiği rivayet edilir. Hatta birçok hadiste geçen hükümler, Yahudi ve putperest Araplar arasında çıkan anlaşmazlıklarda, onların hukuklarına göre resulün hakemlik yaptığı konular vardır. Mesela; recm meselesi bunlardan biridir.
Resulün Mekke’de uyguladığı hukuksal çözümleri şu şekilde özetleyebiliriz.
1. Allah’ın gönderdiği yasaların uygulanması
2. Allah’ın hüküm göndermediği konularda kendisinin hükmetmesi
3. Medine vesikası hükümlerine göre, Müslüman olmayan toplum arasında çıkan anlaşmazlıklarda hakemlik ederek, olaylara hükmetmesi.
Bütün bu olaylar otoriterlik kapsamında esas alınmıştır. Resulün Medine’deki uygulamalarında, insani düşünceleri, tavsiyeleri de mevcuttur. Resulün insani tavırları her zaman, diğer konulardan ayrıdır.
Resulün Mekke ve Medine uygulamalarında, liderlik kavramı farklılıklar taşır. Farklılıkları esas alarak, liderliği şu başlıkta ele alıp inceleyebiliriz.
FİKRİ LİDERLİK / RESULÜN FARZ LİDERLİĞİ / RESULÜN TAVSİYE LİDERLİĞİ
Fikri liderlik Allah’ın gönderdiği dinin temelidir. Kişilere bağlılığı ortadan kaldırıp, Allah’a bağlılığı esas alan Allah’ın dini, Allah’tan gelen bilgi, hükümler çerçevesinde insanda oluşacak fikrin, inancın liderliğini esas alır.
Her şeyi en iyi bilen Allah’tır. İnsanlar için en doğru, en hayırlı hükümleri gönderen Allah’tır. Adalet yalnız Allah’ın yasalarındadır. Bu özler çerçevesinde oluşan Allah’ın dini, çeşitli konulardaki bilgilerle insanları güçlendirir. Bilgi açısından güçlenen insan, Allah’ın gönderdiği bilgilerle hayatı okumaya başladığında yanılmaz. İnsani zaaflardan arınır. Allah’ın yasalarını samimiyetle uygulamaya başladığında hak, adalet insanlık arasında teşekkül eder.
Fikir; insanın olaylara verdiği hükümdür. Olay dediğimiz zaman insanın karşısına çıkan her şeydir. Beş duyumuzla algıladığımız, algılamadığımız… Karşımıza sorun olarak çıkan çıkmayan… Bizi direkt, endirekt olarak ilgilendiren her şey olaydır. İnsanlar olayları algılamak için düşünce / metot oluşturur. Algıladığı olayları yorumlar, sonuçlandırır. Her sonuçlanan şey insanın olayla ilgili fikridir. Fikrinde aklen, mantıken, kalben tatmin olan, yani sonucun tamamıyla gerçek, hak olduğuna inanan, fikrine dair inanç oluşturmuştur.
Müslümanların kelime-i tevhit olarak bildiği, inancının temeli olarak gördüğü “Allah’tan başka ilah yoktur” prensibi, Allah’a inanan insanların, fikrinin, düşüncesinin, inancının temelini oluşturur. Bu oluşum inanan her insan için geçerlidir. Yani bir toplum içinde yaşayan herhangi bir insan, o toplum Müslüman diye Müslüman kabul edilmez. Müslümanların inancı kişiseldir. Kişilerin tek tek iman etmeleri esastır. Yani her Müslüman kelime-i tevhit ilkesine tek başına iman eder. İman ederken özgürdür. Tevhide imanla her Müslüman, Allah’ı, yaşamını düzenleyen, yöneten olarak kabul eder. Yaşamını Allah’ın düzenlediğine, yönettiğine inanan Müslüman’ın fikri oluşmuştur. Oluşan fikrine aklen, mantıken, kalben tatmin olması, bu konuda hiçbir şüphesinin olmaması inancını oluşturur.
Allah’ın gönderdiği ayetler, liderlik konusunda kelime-i tevhidin özünü hatırlatır. Müslüman her konuda, “Allah bu konuda ne demiştir, hangi hükmü göndermiştir, konuyla ilgili Allah’ın bize bildirdiği bilgi nedir?” sorusunu sorması gerekir. Müslüman’ın karşılaştığı her olayı bu sorgulamalardan geçirerek gündemine alması, Allah’ın ayetlerine göre sonuçlandırması, liderinin, İslam fikri, İslam inancı olduğunu gösterir. Fikrini, inancını oluşturan bütün bilgilerin, hükümlerin sahibi Allah’tır.
Resulün örneklediği İslam dinine ait hayatta, Allah’ın liderliği, resulün liderliği, emir sahiplerinin liderliği gündeme gelmiştir. Allah’ın liderliğini bazı Müslüman fikir adamları, fikrin liderliği olarak dile getirmişlerdir. İster fikrin liderliği, ister Allah’ın liderliği diyelim, hangisi olursa olsun, diğer liderlerin hepsinin geçerliliği, Allah’ın liderliğine bağlıdır. Liderlik kabulünde resulü dahi kabul etseniz, resulün liderliğinin ölçüsü Allah’ın liderliğidir. Müslümanlar Allah’a bağlı, Allah’ın yolundan ayrılmayan resulü lider kabul ederler. Resul Ayetlere ters düşerse resule uymazlar. Allah böyle diyor ama bu konuda ben şöyle düşünüyorum… Allah’a değil bana uyun resul, kelime-i tevhit özünde asla kabul edilemez. Ne yazık ki, geleneksel Müslüman kültürü, Müslümanların önüne iki lider koymuştur. Allah ve resul… Onlara göre İslam’ın iki lideri vardır. Allah ve resul… Allah’ın ayetlerine baktığımızda, resulün liderliği Müslümanların geleneklerinde kabul ettiği lider değildir. Allah’ın kitabındaki resulün liderliği, Allah’a bağlı, Allah’ın dediğinden bir karış ayrılmayan liderdir.
Genel anlayış, Allah’ın resulü Hz. Muhammed İslam’ın lideridir. Elbette İslam’ın sahibi, gerçek lideri Allah’tır. Allah Maide suresinin 92. Ayetinde “Allah’a itaat edin, Resule de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Resulümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir” Nisa suresi 14 ve 42. ayetlerinde “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. Küfür yoluna sapıp peygamberi dinlemeyenler o gün yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler” demektedir. Kur’an-da buna benzer ayetler çoktur. Allah kendisine itaatin yanında, hemen resulüne de itaati şart koşmaktadır. Haşr suresinin 7. Ayetinde “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” diyerek, peygambere uymayı emreder. Tabi bu emir, onun sağlığında geçerlidir. Artık şu anda, peygamberimizin aramızda bulunarak bize hükmetmesi söz konusu değildir. Bazıları bu ayetten giderek, peygamberin hadislerinin de İslam dinin hüküm kaynağı olduğu zehabına kapılırlar. Buradaki ayet dinin hüküm kaynağının resul olduğunu değil, resulün liderliğinde ona itaatin esas olduğunu göstermektedir. Kaldı ki, Allah resulü hiçbir zaman ayet hükümlerinin dışında hareket edemez. Nitekim Allah Araf suresinin 6. Ayetinde “Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!” derken resulünü Bakara 145 ayetiyle “Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun” diyerek uyarıyor. Maide 48.ayetinde “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab’ı gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma” Enam 56. Ayetinde “De ki: Allah’ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi. De ki: Ben sizin arzularınıza uymam, aksi halde sapıtırım da hidayete erenlerden olmam” Enam 106. Ayette “Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir”
Ayetlerde görüldüğü gibi Müslümanlar lider olan resule, resul de Allah’ın gönderdiği ayetlere göre Müslümanları, insanları yönetmeye görevlidir. Resulün liderliği, yönetimi, hükmediciliği, Allah’ın liderliğine, yönetimine, hükmediciliğine dâhildir. Asla Allah’ın hükümleri dışına çıkamaz. Allah’ın hükümlerinden çıktığında müşriklerden olur. Nitekim Enam 106. Ayeti resulü müşriklerden yüz çevir diye uyarır. Neden? Müşriklerden yüz çevirmez, onlara uyarsa o da müşriklerden olur.
Resulün liderliği, Mekke ve Medine konumuna göre, farz liderlik, tavsiye liderlik olarak ayrılmıştır.
Farz liderlik. Yani yönetimine uyulması zorunlu olan liderlik… Hem Allah’tan gelen ayetlere, hem de Medine vesikası çerçevesinde yapılan biate bağlıdır. Resulün Medine’de devlet başkanı olarak liderlik yapması ölümüyle bitmiştir. Ölümünden sonra devletin başına geçen imamlar, yani devlet başkanları, farz liderlik yetkilerini sürdürmüşlerdir.
Tavsiye liderlik hangi dönemde olursa olsun… Yani ister Medine dönemi şartları olan Müslümanların devletinin varlığı döneminde… İster Mekke dönemi şartlarında olan Müslümanların başka bir devlet çatısı altında yaşadığı dönemlerde olsun… Bütün dönemlerde Müslümanlara tavsiye edilen, Müslümanlar birden fazla iseler, aralarındaki istişare, sevk ve idarede mutlaka birisini kendilerine lider seçsinler. Seçilen lider, farz liderlikteki gibi, emretme, cezalandırma hakkına sahip değildir. Yapacağı iş, saygıya, sevgiye, liyakate dayalı olarak, Müslüman topluma başkanlık yapmaktır. Amaç herkesin kendi kafasına göre hareket etmesini önlemek… Birlikte karar alıp uygulanmasını gerçekleştirmektir.
Zaman içinde Müslümanlar, farz liderlik ile tavsiye liderliği kavramlarını birbirine karıştırırlar. Farz liderlik Müslümanların devletinin varlığında, kendilerine biat edilen liderlerdir. Bunlar devletin başkanı ve onun atadığı yöneticilerdir.
Günümüzde henüz Müslümanların devleti olmadığı için farz liderlikten söz edilemez. Farz liderlik yok diye de Müslümanlar kendi başlarına ekâbir olamazlar. Müslümanlar birbirleriyle iyilik, doğruluk üzerinde birleşmek üzere topluluk oluşturmak zorundadırlar. Ancak oluşan bu topluluklarda liderler devletin varlığındaki liderler gibi davranamazlar. Ne var ki, günümüzde Müslümanların başındaki liderler, devletin görevlendirdiği liderlerden daha beter, Müslümanlara liderlik yapmaktadırlar ki, bu durum toplulukların kısa zamanda dağılmasına, Müslümanların birbirine girmesine neden olmaktadır. Böylece her topluluk parçalanarak, birbirlerine düşmanlaşmaktadır. Oluşan birlikteliklerdeki lider hegemonyası, kendileri gibi düşünmeyenler karşı sapık, dinsiz olarak bakmaları, bilinç ve bilgi düzeyinin ayetlerden uzaklığının işaretidir.
Bugün Müslümanlar resulün Mekke’deki liderliğinin özelliğini anlamak zorundadırlar. Ancak o zaman, kendilerine yön veren insanlar tarafından yanlışa düşürülmelerine engel olabilirler.
Müslümanlara yön verecek liderler hangi konumda olursa olsun, Allah’ın hükümleri çerçevesinde hareket etmeleri gerekir. Liderler kendi hükümlerini Müslümanlar üzerinde din adına egemen kılamazlar. Onların hükümleri, ayetlerin ortaya koyduğu özlerin dışına çıkmamalıdır.
Allah yönetmeyi de, yönetilmeyi de eleştirmez, dışlamaz. Müslümanların birlik içinde olmalarını, aralarında sürekli istişarelerde bulunmalarını, bir binanın taşları gibi kenetlenmelerini, safları sıklaştırmalarını ister. Tabi buradaki saf namazdaki saf değildir. Ayette kastedilen saf, Allah’ın taraftarlığı, ayetlerin taraftarlığı, müminlerin taraftarlığıdır. Namazda aynı çizgide durup da, aklı, kalbi, hayalleri, düşünceleri, inançları başka taraflarda olanlar Allah tarafından eleştirilmişlerdir.
Allah yöneten Müslüman’ın da, yönetilen Müslüman’ın da, ne üzerine yöneteceğini, yönetileceğini bilmesini esas alır. Ne Müslüman yöneticiler. Ne de yönetilen Müslümanlar cehalet içinde olamazlar. Zaten dinin gönderilmesindeki amaçlardan biri de cehaletin ortadan kaldırılmasıdır.
Müslüman Allah’ın liderliğinde insanları hak ve adalet içinde yönetmeye, ayetlerden bir karış ayrılmamaya özen gösterecektir. Yönetilenler de, Allah’ın liderliğinde, ayetler doğrultusunda, hak ve adalet içinde yönetilmeyi isteyecekler. Yönetenleri bu bilinçle, bilgiyle kontrol edecekler. Aksi olursa anında karşı duracaklardır. Çünkü aksi, Allah’ı tanımamak, ayetlerin dışına çıkmaktır.
Günümüzdeki mezhep, tarikat, cemaat yapılanmaları ne yazık ki bu özlerin dışındadır. Yapılanmalar yönetilenlerin cahil bırakılmaları esasına dayanır. Özellikle Allah’ın gönderdiği ayetlerin cahili olmak, mezhep, tarikat, cemaat yapılanmalarının ortak özelliğidir. Onun için Müslümanlar öncelikle, nasıl yöneteceğini, yönetileceğini bilmeleri, Allah’ın ayetleriyle kendilerini güçlendirmeleri gerekir. Zira nasıl yöneteceğini, yönetileceğini bilmek, İslam içinde olmak veya olmamakla ilgilidir. Aksi halde, yönetici tanrılaştırılır… Yönetilenler kullara kulluk yapar. Yönetilenler kullara kulluk yapmaya başladığında, kelime-i tevhit ortadan kalkmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.