- 1830 Okunma
- 13 Yorum
- 1 Beğeni
TAM OTUZ BİR SENE OLDU.
Tam otuz bir sene oldu Sinan’ım...İlk göz ağrımdın. İlk kez kulağına ezan okuduğum. Ellerime alıp havaya kaldırarak ’’ Adını ben verdim, ömrünü Yüce Rabbim versin ’’Dediğim.
Allah’ım sana sadece dokuz ay bir ömür vermişti. Sadece dokuz ay kucağımda taşıdım. Cennetten getirdiğin o bebek kokunu sadece dokuz ay çekebildim ciğerlerimle.
Erken gittin Sinan’ım...Yaşasaydın şimdi otuz bir yaşında olacaktın biliyor musun?
Senden sonra dört tane daha kardeşin oldu. Cihangir dedim en büyüğüne, hemen ardından Tuğrul kardeşin geldi. Sonra yedi yıl ara verdik. Başka kardeşin olmadı o yedi yıl boyunca. Derken yedi yıl sonra bir kardeşin daha oldu : Yunus, sonra bir daha, Tuba...Evet en sonunda bir de kızkardeşin oldu.
Kardeşlerin olunca seni unuttum zaman zaman. Ama geçen gün öyle bir şey oldu ki sanki senin o son günlerin yeniden canlandı gözlerimde.
Van’da bir baba, hastalanıp ateşi çıkan on beş aylık çocuğunu hastaneye götürmek için tam onaltı kilometre yol tepti kar içinde. Hastaneye getirdiğinde ise o çocuk, yani Muharrem ölmüştü.
Kaderlerinizde yer yer benzerlikler vardı.
Senin de aramızdan ayrılman bir ateşlenme ile başlamıştı. Ateşin çok yükselip de havale geçirmeye başlayınca annen telaşlanmış ve üst kattaki ev sahibimiz Hacı Amcaya çıkmıştı. Ben ise gecenin o saatinde hemşerim olan Batman Akşam Lisesinin Müdürü ile muhabbete dalmıştım. Yani evde değildim.
Hacı Amca, Batman Sosyal Sigortalar Hastanesinde çalışan bir sağlık görevlisiydi. Hemen aşağı inmiş ve sana bir penisilin iğnesi yapmıştı ateşini düşürmek için. Ben evde olsaydım belki de o iğneyi yaptırmazdım. En azından test edilmesini isterdim belki. Çünkü ben de bir penisilin iğnesi yüzünden sakat kalmıştım.
Yani Muharrem gibi hiç bir müdahele yapılmadı değil sana...Ateşin düşsün diye iğneni oldun. Oldun ama çok kısa zaman içinde iğnenin olduğu yer morarmaya başladı.Morarma artınca Hacı Amcanın, yanında çalıştığı özel doktora götürdük seni. Doktor ’’ İltihap yapmış, irin birikmiş ’’ Diye moraran yeri neşterle delip oraya diren denilen bir şey yerleştirdi iltihap aksın diye ama o oluktan ne iltihap geliyordu ne de kan...Bir kez daha götürdüm aynı doktora...Morarmanın arttığını söyledim ve gösterdim. Bana ’’ İyiye gidiyor merak etme ’’ Dedi. Ama yüzünde de bir endişe ifadesi görüyordum doktorun.
Morarma hayalarına inince artık dayanamadık ve bir de hastanedeki doktorlar baksın diye Sigorta Hastanesine götürdük. O zamanlar biz gibi Emekli Sandığına bağlı olanlara bakmıyordu Sigorta Hastaneleri.Başka hastane de yoktu Batman’da.. Yalvar yakar, rica minnet baktırdık.
Bakan doktorlar hemen elimize bir sevk kağıdı tutuşturdular. ’’ Diyarbakır Devlet Hastanesine’’
Memur adamız, elde yok avuçta yok. Yeni evliyim...Eşya taksitlerinden sonra kalanla kıt kanaat geçiniyoruz. Ama önemli olan sendin. Atladık bir otobüse ver elini Diyarbakır...İşte bu bakımdan da Muharremden farklıydın . Onun babası onu sırtında ve kar içinde tam on altı kilometre taşırken biz seni o zamanın en lüks şehirlerarası otobüsü ile taşıdık 60 Km kadar...Unuttum belki daha fazla kilometreydi ama taşımada bir sorun yaşamadık. Haa bir de Muharrem’e hiç bir doktorun müdahalesi olmamıştı ama sana daha Diyarbakır’a varmadan bir tane sağlık teknisyeni, bir sürü de doktor müdahele etti.
Neyse...Vardık Diyarbakır Devlet Hastenesine...Sen artık nefes alıp vermekte zorlanıyordun ve o kapkara gözlerin melül melül bakıyordu bana ’’ Baba kurtar beni ’’ der gibi...Annen ağlar bir yandan, benim içim yanar öte taraftan..O halde yalvar yakar oluyorum hemşirelere ’’ Bize öncelik tanıyın, çocuk ölüyor ’’ Diye ama aldıran yok...Acildeki doktor bir başka babaya fırça atmakta : ’’ Kardeşim çocuğun karnı ağrıyormuş tamam..İnsan bir bakmaz mı ağrıyan yerine..Baksana şu apandiste elime geliyor...İki dakika daha geç kalsaydınız ölürdü bu çocuk’’ Adam cevap veriyor : ’’ Doktor Bey taaa Muştan buraya gelmek kolay mı sanıyorsun sen? Orada anlamadılar. Al bunu Diyarbakır’a götür dediler. Ben de aldım geldim ’’ Doktor küfür ediyor Muş’taki doktorlara...’’ Onlara doktor diye diploma verenin anasını avradını ’’ diye...
Bir başka sedye giriyor içeri. Yaşlı bir kadın düşmüş. Bitliste ’’ Beyin Kanaması ’’ demişler ve ambulansla Diyarbakır’a göndermişler. Gelenler aşiret belli..Yoksa ne gezer öyle ambulansla taa Bitlis’ten Diyarbakır’a gelmek...Kadıncağız hastaneye gözleri açık olarak girdi, içeri girer girmez gözlerini yumdu. Yuımuş o yumuş. Bir daha da açamadı. Kadının oğlu öfkeyle kadına bağlanan ve sedyesine de konan hiç kullanılmamış serumları kaldırdı fırlattı. Serum şişeleri kırılmadı. Oralarda yatıp kalkan bir sokak çocuğu kaptı hemen ’’ Ulan atılır mı bunlar...Babamın oğluna otuz kağıda satarım bunları ’’ Diyerek.
Bir buçuk saat sonra sıra bize geldi. Doktor sana bakar bakmaz. ’’ Kardeşim bu çocuğa burada yapacak hiç bir şey yok. Bunu alın doğruca Tıp Fakültesine götürün ’’ Dedi. İşte o anda ’’ Eyvah...Eyvahlar olsun ki vaziyet çok kötü...Taa Bitlis’ten, Muş’tan gelen hastalara bakılan bu hastane benim çocuğumu Tıp Fakültesine gönderiyorsa vaziyet çok çok kötü olmalı ’’ Dedim.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Diyarbakır merkezden yanlış hatırlamıyorsam on kilometre uzaktaydı ama Batman Diyarbakır yolu üzerinde olmasına rağmen ana yoldan çok çok içerideydi ve oraya hem de gecenin o saatinde özel taksi dışında hiç bir vasıtayla gitmenin imkanı yoktu. Biz de özel taksi tutarak gittik o hasteneye. Yani yine Muharrem’in babasının yaşadığı o çileyi yaşamadık. Seni sırtımızda bir çuval içinde taşımadık.
Diyarbakır Tıp Fakültesinde Doçent Dr. Gazi Bey baktı sana ( Sanırım şu çok ünlü Gazi Yaşargil idi o doktor. Soyadını hiç sormamıştım. ) ve acı haberi verdi ’’ Öğretmenim çocuğun tüm vücudu gazlı kangren olmuş ’’ Bir umut sordum ’’ Doktor bey..Kangren olan kısımları kesip almanız mümkün değil mi?’’ Cevap verdi: ’’ Hangi organını keseyim öğretmenim. Karaciğerini mi ak ciğerini mi, kollarını, bacaklarını mı? ’’ Tekrar sordum ’’ Hiç bir umut yok mu?’’ Cevabı ’’ Allahtan umut kesilmez ama tıbbın yapabileceği hiç bir şey yok ’’ oldu.
O geceyi serumla ve burnuna konan solunum cihazıyla geçirdin bir odada...Ben de dışarıdaki kanepeler üzerinde tünedim sabaha kadar. Ertesi gün o kara gözlerinden öperek ve seni önce Allah’a sonra annene ve doktorlara emanet ederek hastaneden ayrılıp görevimin başına döndüm.
Tam bir hafta inledin Sinan’ım...Bir haftanın sonunda bir gün hastaneye gittiğimde baktım yatağın boş ve annen sessiz sessiz ağlıyor. Zaten o zavallının da evli kaldığımız yirmi beş sene zarfında bir kez olsun sesli bir şekilde ağladığına tanık olmadım ki. Hep sessiz ağlardı. Şimdi de sessiz sessiz içini çeke çeke ağlıyordu. Anlamıştım senin öldüğünü. ’’ Sinan nerede ’’ Diye sordum ’’ Morgda ’’ Diye cevap verdi ve gidip Morgdan almamı söyledi.
Ben o gün sanki senin öleceğini bilmişim gibi o bahsettiğim Akşam Lisesinin Müdürü olan arkadaşımla gelmiştim oraya...Ona ’’ Sen bir taksi ayarla, ben morgdan Sinan’ımı alayım ’’ Dedim ve morga indim.
Morgda elime battaniyeye sarılmış kaskatı bir kütle verdiler. Aldım ve dışarı çıktım. Annen de dışarı çıkmıştı. Ölüm raporunu ve defin kağıdını da aldıktan sonra ben ve annen arabanın arka koltuğunda, sen kaskatı, donmuş bir halde kucağımızda tekrar Batman’a döndük. Yani cenazenin taşınması da Muharrem bebek gibi olmadı. Sırtta taşımadık seni.
Konu-komşu, arkadaşlar, öğrenciler, bir anda ev doldu taştı. Lojman komşularım olan okulun hizmetlileri gelerek senin sarılı olduğun battaniyeyi aldılar ve banyoya götürdüler seni. Oraya koyduğumuz bir açılır kapanır masanın üzerine yatırarak yıkadılar, kefenlediler. Ben bakamadım bu işleme. Annen de bakamadı. Korkudan mı yoksa utançtan mı veyahut şaşkınlıktan mı bilmiyorum. Belki de seni tüm vücudu morarmış Sinan olarak değil de hep o öpüp kokladığımız,poposunu ısırdığımız Sinan olarak hatırlamak istediğimizdendir.
Akşam ezanı çoktan okunmuş olmasına rağmen seni yıkayanlar ’’ Bunu bekletmeyelim. Defnedelim ’’ Dediler...Hani ben de seni sabaha kadar öylece bir kanepenin üzerinde bekletmek istemiyordum ama bildiğim dini bilgilere göre hava karardıktan sonra cenaze gömülmezdi. Bunu söyleyince ’’ Biz şafi mezhebindeniz. Bizim mezhebimize göre gömülür...Sen istersen gelme defin esnasında. Biz defnedelim. Sen sonra mezarına gidersin ’’ Dediler...’’ Tamam olur. ’’ Diyerek seni komşulara emanet ettim.
Cenaze törenin Muharreminkine benzedi mi bilmiyorum. Seni o zamanki Batman Mezarlığında bir badem fidanın hemen dibinde toprağa vermişler. Sordum . Cenaze namazını kıldıklarını söylediler ki kıldıklarından eminim. ( Biz annenle ertesi gün gittik senin mezarına )
İşte Böyle Sinan’ım....Geçen gün Van’da Muharrem bebeğin babasının sırtında o şekilde taşındığını görünce tekrar sen geldin aklıma. Biliyorum çok da benzer değil olaylar ama yinede Muharrem’in babasını en iyi ben anlarım sanırım. Çok az da olsa benzer bir kader paylaşmışız.
Ben hiç kimseyi suçlamadım Sinan’ım...Ne Hacı Amcayı suçladım yaptığı o iğne yüzünden, ne onun, yanında çalıştığı doktoru suçladım beni yanlış yönlendirip kangrenin senin tüm vücudunu sarmasına sebep olduğu için. ’’ Çocuğumu katlettiler ’’ Cümlesi aklımın ucundan dahi geçmedi. Ne annene tek kelime ettim ’’ neden o iğneyi yaptırdın ?’’ Diye, ne annen beni suçladı ’’ Akşam vakti senin ne işin vardı arkadaşının yanında ’’ Diye...Devleti de suçlamadım senin cenazeni bana bir takside taşıttığı için. Bilmiyorum...Çok kaderciyim galiba. Ya da.... Neyse bundan sonrasına yorum yazmayayım zira anlatmak zor. Anlatmak zor olduğu gibi anlamak da zor.
Allah hiç bir babaya, hiç bir anneye Muharrem’in babasının yaşadıklarını yaşatmasın..O acıyı ancak -aynısı olmasa da- çeken bilir.
Yarın bir gün mahşerde toplanınca beni mutlaka bul olur mu? O kadar çok günahla geliyorum ki...Şefaatine çok itiyacım olacak.
Tam otuz bir sene oldu be oğlum...Tam otuz bir sene....
Allah’ın selamı üzerine olsun canım oğlum.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Duaların buraya kadar geldi inan.
Selam ve sevgilerimle.
Yarın bir gün mahşerde toplanınca beni mutlaka bul olur mu? O kadar çok günahla geliyorum ki...Şefaatine çok itiyacım olacak.
Tam otuz bir sene oldu be oğlum...Tam otuz bir sene.... yapma be hocam kavruldum kaldım...yaaaa
sami biberoğulları
Özür dilerim.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Yanımda olman yeterliydi. Çok çok teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle.
Sustum ışıklıdır gittiği yerler diyorum sadece bir teselli bulabilirmiyim diye...Ya siz ya annesi nasıl dayandı hayatta yaşanabilecek en büyük acıya...
sami biberoğulları
Gerek annesi gerekse ben Sinan'dan sonra öyle şeyler yaşadık ki oldukça uzun bir süre Sinan aklımıza bile gelmedi.
Geçen gün Muharrem Bebeğin babasının sırtında o şekilde taşındığını görmesem Sinan belkide yine aklıma gelmeyecekti.
Selam ve sevgilerimle.
Çok üzüldüm. Hep bizim cahilliklerimiz sonucu, olan çocuklarımıza oluyor.
İmkânsızlıklar da cabası tabii.
Benim oğlum da daha yaşına girmemişti sanıyorum. Bir akşam ateşlendi. Çok korktum.Evde eşim denen adam da yoktu. Çocuğu kucağıma alıp hemen az ilerdeki arabası olan komşumuzun kapısını çaldım.
Çocuk çok ateşli, bizi hastaneye götürebilir misiniz dedim. Bu genç komşumun yardımını ölünceye dek unutmam. Bizi hastaneye götürdü, üstelik orda doktorun istediği iğne miydi neydi şimdi unuttuğum şeyi
tekrar arabasıyla gidip aldı geldi. Çocuğun ateşini soyup su dökerek gideriyorlar. Sizin hanım da o zaman
bu işlemi yapsaydı, iğne yaptırmak yerine. Çocukken bende sık hastalanırdım Babam hemen komşumuz
Ahmet amcayı çağırır penadur yaptırırdı. İyiki bir şey olmadı.
Yine kaptırdım kendimi, özür dileyerek,
selâm ve sevgilerimi gönderiyorum..
sami biberoğulları
Size bir olay anlatayım ki iyice şaşırın ve olayın sadece cahillikten kaynaklanmadığını da görün.
Sandıklıda görev yaptığım yıllarda bir arkadaşım oralı hemşire bir bayanla evlendi. Bu hemşire acil hemşiresiydi ve pek çok ameliyata görmüş oldukça tecrübeli biriydi.
Bizim okulumuzda yatılı öğrenciler de olduğu için öğretmen arkadaşlar nöbet tutardı geceleri. İşte bu arkadaşımın nöbetçi olduğu bir gün hemşire hanım telefon etti arkadaşa '' Acele eve gel çocuğun çok ateşi var'' Arkadaş nöbeti bana bırakıp acele evine gitti.
Eve gittiğinde bakmış kadın hüngür hüngür ağlıyor, çocuk ise gözlerini tavana dikmiş neredeyse ölecek. Arkadaş çocuğa elini bir sürüyor ki çocuk yanıyor adeta ve o anda havale geçiriyor.
Hemen çocuğu alıp banyoya sokuyor ve üzerine soğuk suyu boca ediyor.
Çocuk kendine geldikten sonra eşine çıkışıyor. '' Yahu sen acil hemşiresisin..Belki yüzlerce olay geldi karşına aynen böyle...Nasıl olur da aklına gelmez çocuğu soğuk suyun altına sokmak?
Gelmiyor işte arkadaşım...Olmayınca olmuyor...Neyse ki arkadaşın müdahalesiyle onların çocukları kurtuldu.
Aylar sonra aynı hemşirenin ben mide kanamsından yattığım zaman bana '' Abi yorgana gömülme öyle..Ateşin çıkar da havale geçirirsin valla..Dediğini hatırladıkça gülerim hep.
Böyle işte arkadaşım...Olacakla öleceğin önüne geçilmiyor.
Ben de kaptırdım kendimi.
Selam ve sevgilerimle.
Ne diyeyim hocam benim küçük oğlumda ateşlendi neler çekmiştik.İnsan bazı olayları yaşayınca daha farklı bakıyor olaylara .
Allah sabırlar versin böyle olaylarda
Bir insanın acısı bir insan duyuyorsa insanlık ölmemiş daha.
Saygılarımla.
sami biberoğulları
Rabbim hiç birimizi evlatlarımızla imtihan etmesin. Zor...
İnsanlık öldü mü ölmedi mi bilmem ama ben o resimdeki görüntüleri görünce öldüm adeta ..
Selam ve sevgilerimle.
Açıkçası yazını görünce Sami hoca, gene güldürü bir şeyler yazmış diye sayfanıza kondum. Fakat şok oldum, hani hep güldüren birinin ağzında ölüm duyulması yadırganır.
Batman ve Diyarbakır hastaneleri çok iyi bilirim. Dicle üniversitesi ise nerdeyse bir el sayısı kadar yakınlarımı kaybetmiş olarak orayı iyi bilirim. Hasta yoğun bakımsa kesin gidicidir çünkü araştırma ve inceleme ve öğrencilerin deneme tahtası gibi bir yerdir! (hala anlamış değilim hasta üzerinde eğitim çalışması)
Sinan kardeşime Allahtan bol rahmetler ve acısı hala dinmemiş siz ailesine sabırlar dilerim. Okurken içimden ağladım ve her ölüme ağladığım gibi sesssiz ağlarım.
Mekanı cennet olsun, ki çocuklar zaten melek olup uçarlarmış....
Selamlarımla hocam
sami biberoğulları
Öncelikle güzel dileklerin için çok teşekkür ederim.
Şimdiki hali nedir bilemem ama 1983 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi belki de Türkiye'nin en iyi hastanesi durumundaydı. Her şey çok güzeldi. Personel hariç..Sinanın ölüm haberini annesinden aldığım o gündü. Bir hemşireye morgun nerede olduğunu soracak oldum. O anda hemşire bir başka işle filan da meşgul değildi...Kibarca '' Bir şey sorabilir miyim '' Dedim...'' Soramazsın '' Diye cevap verdi.
Kendi kendime yemin ettim...'' Eğer bir gün bir sağlık Meslek Lisesinde öğretmen olursam bu hemşire adaylarının analarından emdiği sütü burunlarından getirecektim.''
Her ürlü okulda görev yaptım..Bir branş öğretmeni olduğum halde ilkokullara bile gittim ama bir Sağlık Meslek Lisesinde görev yapmak nasip olmadı. Olsaydı yeminimi yerine getiri miydim? Hayır...Belki de onun için nasp etmedi Allah'ım.
Anılar çok be dost..Anlatmakla bitecek gibi değil ki.
Selam ve sevgilerimle.
Canı rahmet istemiş derler hocam. Böyle öteki aleme göçüp gidenler akla gelince, canı rahmet istemiş derler. Rahmet eylesin Yaratan. Aslında yazının alt mesajı çok derin. Hiç olmazsa şu imkânlar eldeyken allerji reaksyonu testleri yapılmalı tüm çocuklara. Hem de vakit kaybedilmeksizin. Bir alt mesaj, teslimiyet. Fakat ölçüsü dairesinde teslimiyet. O bölgenin koşullarını bizzat yaşadım ben. Filanca hastahaneye sevkedilmek nedir biliyorum. Kaç yaralı kaç hasta yollarda canını yitirdi bunu da bilirim. Bunların tümünü oralarda yaşayanlar da bilirler. Bilirler de, sessiz kalırlar. Var olan aşiret yapısını, feodaliteyi kırmak, cehalet ile mücadele etmek zordur. Tabi ilgisizlik, ihmal gibi unsurları da dışarıda bırakmamak gerekiyor. Topkyeün bir yanlışlar zinciridir bunca ölümün, çuval içinde taşınan Muarremin müsebbi. Tebrikler yazıya.
sami biberoğulları
Saydığın bütün bu sebepler dolayısıyladır ki Atatürk '' Cehalet , yenilmesi gereken en büyük düşmandır '' Demiş. Bizler cehaleti sadece okuma yazma bilmemek sanıyoruz. Değil aslında..Onca mektep görmüşlüğümüze rağmen ateşi yükselen bir çocuğa nasıl müdahale edilir bunu bilmiyorsak..Türkiyede yaşayan her yüz insandan belki bir tanesi bile bir kalp masajı nasıl yaplılır bilmiyorsa. Elektriğe kapıloan bir insana nasıl müdahale edilir bilmiyorsak, elektik kontağı sebebiyle çıkan bir yangına su ile müdahale ediyorsak, komik ama en okumuşumuz bile güneş yanığına hâla yoğurt sürüyorsa demek ki uğraşacak cehaletin boyutları çok çok fazla.
Selam ve sevgilerimle.
Cennet meleği oğlunuzun acısı yüreğinizde.Ben isterim ki hiç bir çocuk
ölmesin,hasta olmasın,öksüzlük yetimlik nedir duymasın...Yazıyı okuyunca
kördüğüm gibi kalakaldım ne yazacağımı bilemedim,darmadağın oldum,
canım acıdı, bağışlayın beni üstad.Rabbim evlatlarınızın acısını bir daha
yaşatmasın,onlara uzun ömürler versin...Saygı ve selamlarımla.
sami biberoğulları
Güzel ve anlamlı dilekleriniz için sağ olun var olun.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
Bu kez ağlattın be hocam!...
Şunu itiraf etmeliyim ki, gerçekten zor bitirdim yazıyı.
Anam sağ, babam sağ...
Kardeşlerim,
çocuklarım,
birinci derece yakınlarım ölmedi hiç.
Amcam, halam, dayım, ninemdi ölenlerim,
acılarını yüreğimde duyduklarım.
Ama,
seninki misal bir acı yaşamadım.
Yine de,
bu hikayen gönlüme ateş düşürdü hocam.
Ben de çok çileler çektim, parasız pulsuz kaldım.
Çocuklarımın hepsi ölümden döndüler.
Bizler,
gurbet ellerinde yaşayan insanlar,
ne kadar tahsilli olursak olalım,
çocuk yetiştirme konusunda cahil oluyoruz.
Bu nedenledir çektiğimiz sıkıntıların nedeni.
Benim oğlum da ölüyordu yüksek ateşe bağlı havaleden.
Ama hocam,
bizler sizin aileye kıyasla şanslı idik.
Ankara'nın göbeğinde yaşıyorduk ve üst katımızda bir doktor bayan vardı.
Ankara'nın en gözde hastanelerinden biri olan Bayındır Hastanesi de 500m ilerimizde idi.
İşte hocam,
bizim oğlan bu sayede kurtuldu.
Sizin sevgili Sinan ise,
Anadolu'nun bilmem neresinde,
Batman'ın bilmem hangi ilçesinde,
hastanelerden kilometrelerce uzakta yaşamakta idi.
Ne yazılabilir ki bu acı hikayenin ardından?
Muhakkak mekanını cennet kılmıştır Yüce Yaratan.
Ve,
mahşer gününü gözlemektedir şimdi.
Ebeveynlerine, kardeşlerine kavuşacağı günü.
Çok üzüldüm.
Bir tutam hayat tarafından 2/10/2014 8:01:55 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Olacakla öleceğe çare yok...Hastanenin burnumuzun dibinde olması da bir şey değiştirmiyor bazen. Öyle olsaydı hastane içinde ölüm diye bir olay olmazdı zaten.
Benim yaşadığım yıllarda batmanın kendisi ilçeydi...Siirt iline bağlıydı ama Siirtin 55 bin nüfusu varken Batmanda nüfus 80 bindi. Ben de merkezdeydim.
Her şeye rağmen vatanımda olmak bambaşka..Olacaksam da vatanımda, öleceksem de vatanımda...O bakımdan baktığımda senin durumun daha zor geliyor bana. Allah yardımcın olsun.
Selam ve sevgilerimle.
hep güldürürdünüz bu gün deağlattınız be hocam
bilirim evlat acısını çok iyi ilk bebeyim di dört yıl çocuğumuz olmamıştı ik göz ağrımızdı
evde olsun doğum demişti kayın validem tanıdk bir ebe geldi günlerden pazar aksilik oldumu olyor işte ebe eşime bir kağıt yazıp ezzaneye gönderdi uzunca sürdü gelmesi
yapılmaması gereken iğneymiş işte iğneler olunca başladı terslik
ebe hastaneye kaldıralım dedi
keşke baştan gitseydik izmirin en güzel hastanesiydi o yıllar temz bakımlı
doktor muayene etti bebeğin ölmüş şimdi seni kurtaralım kızım dedi dünya başıma yıkılmiştı
sabah ezanı okunur ken oğlum doğdu sarışın güzel bir bebekti
çok az görebildim
ebe ne kızmıştı top gibi çocuğu öldrmüşsünüz diye
kimi şikayet edin ebeyi dedi sustuk rabbim bu kadar cık ömürle göstermişti yavrumu bize
off hocam ya nerelere götürdünüz beni yavrum sağ olsaydı kırk dört yaşında olacaktı
bunca yıl geçtiği halde gözümün önünde ebenin ellerindeki sarışın bebeğim
ne denir inşallah bizlere şefaaççı olur umudum o
saygımlasın herdaim
sami biberoğulları
Allah şefaatine nail eylesin.
Üzüldüm durumunuza ama veren de Allah alan da..O neylerse güzel eyler.
Selam ve sevgilerimle.