- 966 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Ay Şubata Döndü..Nerdesin?
Dünyanın bütün şiirlerini getirip yığmıştın bir gece vakti önüme. Daha kışa yeltenmeye yüzü tutmamış utangaç bir sonbahar sonuydu. Öylesine beklenmedik gelmiştin ki, hayretler içine düşmeliydim olsa olsa, ama onca beklenmezliğine rağmen seni hiç şaşırmasız kabulünü görünce kalbimin, acaba hep mi beklemiştim onu diye düşmüştü aklıma. Beklemelerin huzursuzluğunu hiç sezdirmeyen yüz yıllık bir ‘yokluğunu kabulleniş‘ ti sanki içimde sakladığım. Sanki daha önce, çok ama çok evvelden tanışırmışız gibi, sanki tanırdık da hani yollarımız mevsimin birinde ayrılmış gibi, sanki yollarımız ayrılmış da hani bir gün yine karşılaşırız mı diye içten içe ümitlenir gibi. Oysa, yok, değil, bunlardan hiç birisizdik biz, hatta hepsi, alabildiğine akla gelmesi imkansız cümlelerdi sen ve ben için. Sen ve ben birbirimizi bilirdik bilmesine, ama hiç bilmemiştik ki ikimiz de yüzyıllarca, ne sen beni ve ne de ben seni.
Sen geldiğinde, daha öncekiler gibi yine hiç bir vaadi olmayan bir sonbahar sonu ve o sona iliştirilmiş öylesine bir geceydi. O gece sen dünyadaki bütün şiirleri mısra mısra saçlarıma yaldızlamıştın ve ben senli bir sabaha uyanmaya heyecanlanan uykuma teslim olduğumda ilk defa bir kırlangıç görmüştüm rüyamda. Gelişin gibi gidişinin de izah edilmezliğini kanadına beneklemiş, çırptıkça karlı bir pencere uzağında, ardışık ışık oyunları yaratan bir kandırmaca gibi uzaklaşıyordu. Daha gitmelerine ihtimal vermeyi bile imkansız sandığım ilk gelişindi, hayra yormuş, sonra da hemen unutmuştum kırlangıç kanadında uçuşan hayata gecikmişliğimi.
Sonra, sonrası bütün sensiz yılların acısını çıkartmak isteyen bir ölümsüzlüğe öykünmeydi artık. Gılgamışa bile nasip edilmeyene heves etmiş, imkansızların görünürlüğünde alabildiğine körlüğü seçmiştim. Aşkın neredeyse var olduğuna inandığım efsunlu bir zamansızlık ve mekansızlıktı yaşadığım. Şimdi hatırladıkça kalbimi, terkibi çoktan kaybolmuş ilacını beyhude bekleyen iflah olmaz bir hastalığın çaresizliğine sürükleyen o anıları, günbe gün biriktirdiğimi henüz bilmediğim zamanlardı.
Bazen çay bazen sigara, bazen de her ikisinin dumanına kıvrım kıvrım saklanmış utangaç gülümsemelerle, sabaha daha çok vakit varkenki uzun kış gecelerinde hani, ne çok söyleşirdik seninle. Sana olmadık hikayeler uydurur, hatta hayretle gözlerinin açılmasını istediğim için hikayenin ortasından başlar, sonra bir başına, bir sonuna gider, olan bitenin altını üstüne getirerek anlatırdım, sorular sormanı isterdim, ama sen sormaz sadece hınzırca gülümserdin. Envai boyutsuzlukta uçuşan, herhangi bir kalıba girmez kelimeler dökülürdü kış gecelerimize kimi zaman, anlaşamazdık, kafan karışır, kırmızı şarabın buruk tadına yaslanır, düşünmem gerek derdin. Ben alabildiğine sevda ve şükür dolu yüreğimle, hayatın cevapsız bütün sorularını artık biliyormuş gibi güler, yanağına ürkek uzanır, en eski İstanbulumsun sen benim derdim. Hani bugünün saraylısı hevesleriyle alınıp sehpa üstüne özenle yerleştirilen görmüş geçirmiş bir gramofonun, cızırtı yapmasın diye her çalış öncesi beyhude silinen iğnesine tutunup da ağır ağır nağmelenen taş plaklardaki aksak semai sevdalar gibi akardı yüreğim sana, bildin mi, hatırladın mı beni? Hani bir sonbahar akşamının kar yağmaya ramak kalmış zemheri soğuğunda, İstanbulun bütün akşam ezanlarını üstüme usulca örtüp bir başına bırakıp da gittiğin beni...
YORUMLAR
Nasıl yorumsuz kalır bu gayet hoş yazı? Bazan ne diyeceğimi bilemez de öylece okurum yazılanı. Sanki benimki yorum mu olmuştur ki şimdi? Bir de sitem ediyorum yazının yorumsuzluğuna. Tebrikle. Hem de çok...
Nihavend Şarkı
Fırat Avcı
Nihavend Şarkı
Teşekkürler ederim güzel yorumlarınıza tekrar.